Ben sonbaharın habercisi gibiydim, ağaçta kalan son yaprak gibi. Sonbahar geldiğinde orada tutunsam bile kuruyup ölecektim, yere düşsem insanlar üzerime basacak yine öylece ölüp gidecektim. Her şekilde ölüyordum ben tutunacak kimsem yoktu ki, inanmıştım sadece birisi tutar elimden Dünya'ya boyun eğmeyiz diye.
Dokunmak öpmek koklamak sevmek için bunlar yetmiyordu, yürek lazımdı ilk önce ama Melikşah'ta yürek yoktu sevemezdi o, sevmemişti de zaten öylece bırakıp gitmişti. Belki gün gelir pişman olur beni arar diye umarak geçirdiğim günlerin acısı burnumdan kan getirmişti. Hem bulsa ne olacaktı ki? Şu saatten sonra ne değişecekti. Ben aynı ben. Gurursuz. O aynı Melikşah onursuz. Yeni sayfalar açıp üstünü çizdiğim şeyler sanki kağıt kesiği gibi derime batıyor canımı acıtıyordu.
Şimdi karşımda bir Melikşah daha vardı, bu Kutay'ın abisiydi. O kadar geçmişimle birleşmişti ki nefesim haram olmuştu. Bütün bedenim uyuşuk bir vaziyette duruyordum. Bakışlarımdan çok şey geçiyor bunları anlayacak kimseyi tanımıyordum. Sadece kötü bir benzerlikti. Kumral sarı saçları hiç deniz görmemiş birinin denize olan aşkını anlatan gözleri. Bu beni benden sökmeye yetmişti.
Aramızda geçen o bakışları sanki sadece biz görebiliyorduk, öyle büyülü bir andı ki böylesine hiç şahit olmamıştım.
Kutay ile Sezin tanışmış farklı bir masaya geçmişti. Biz Melikşah ile her an birbirimize yapışacak gibi bakışırken hiçbir şey umrumda değildi. Bu hissi bir tek ben hissediyor olamazdım. Bu anın bir önemi olmalıydı.
"Kardeşim sizden bahsetmişti, bir kere de sizi sahnede izleme fırsatı buldum. Üstün bir başarınız var." Kendi kendimle gurur duyarken böyle düşünmesi beni sevindirmişti.
"Bu arada soyadınız neydi?" O kadar güzel konuşuyordu ki rezil olmamak adına ağzımı açmayı düşünmüyordum. Gözlerini gözlerimden ayırmıyor bir beklenti içerisinde gibiydi.
"Soyadım Ünal, iltifatınız için teşekkür ederim." Beni benden eden bu adamın kardeşi Kutay'dı eğer soyadlarını bilmesem bu benim Melikşah'ım derdim. Sarılırdım belki bunca yıl bekledim sarılmak hakkım derdim. Kokusunu bilebilirdim. Onunla kalbime çakılan çivileri sökebilirdim. O çivileri kendi elleriyle sokmuştu, geri çıkarmak ona müstehaktı.
Bu gece, sadece bu gece için karşımda ki adamı benim Melikşah'ım yerine koyabilir miydim? Uzun uzun baktım, gök mavileri şimşek olup yüreğime çaktı. Düştüm. Ama ölmedim.
Beni diri kalmaya zorlarken, kendimi kolları arasında pistte dans ederken buldum. Aramızda ki geçen şeyleri sadece biz hissediyor, bu anı ölümsüz kılıyorduk. Bu büyü öylesine derin olmasına rağmen, bir tek bizi kabul ediyordu. Eli sıkılaşırken günah beni çağırmaktan geri kalmamıştı. Bütün günahları benim boynuma olsun dedim içimden. Ne yanlış ne doğruydu sadece şu an önemliydi.
Gözleri gözlerimi okurken, nefsime yenik düşmekten korktum.
O benim Melikşah'ım değildi, kötü bir şakaydı. Kendime gelmem için koca gözlerimi kusursuz yüzünden çektim. Bu da bir günah sayılırdı. Sezin'e bakınırken Kutay ile gülüşürken buldum onları. Keyiflerini bozamazdım.
"Şu an gece yarısı olmak üzere, karanlık. Burayı aydınlatan sizsiniz." Gözlerimi kapattım. Nefesim hızlanmış gözle görülür bir şekilde göğsüm inip kalkıyordu. Farketti. Gülümsemeye çalıştım.
"Teşekkür ederim, çok kibarsınız." Titrememeyi başaran sesim beni kurtarmıştı.
Hem soğuk hem sıcaktı, her an onunla donabilir, yeniden alev alabilirdim. Dolgun dudaklarını kıvırırken benim gülüşümde onun payı vardı. Sevgiliden ziyade evli gibi, 40 yıllık aşık gibi durduğumuza ant içebiliyor olduğumu fark ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MESAFE'M
Teen FictionMESAFELER AŞKA ENGEL OLMAMALI DİYORDU GENÇ KADIN, O YEMİNLERİNİ TUTACAKTI. PEKİ YA GENÇ ADAM VERDİĞİ YEMİNLERİ UNUTACAK MIYDI? "Sanki seni çok eskiden tanıyorum." Ağır ağır başını salladı, "O yüzden şu anda birlikteyiz." Her insanı korkutacak bakışl...