4.BÖLÜM

63 9 6
                                    

Birkaç gün geçmişti. Bütün günler boş geçiyordu. Alışmaya başlamıştım. Jimin'in yanında daha rahattım artık. Sadece biraz utanıyordum. Fazla yemek yemiyordum. Yemek yiyecek halim bile yoktu. Bana burada bulunma nedenimi söylemiyordu. Bana bakarken gözlerinde sevgi ve hüzün görüyordum. Bana iyi davranıyordu ve... Benim yanımdayken sürekli iyi görünmeye çalışıyordu ama gözlerindekini saklayamıyordu. Bunları düşünürken insanlıktan çıkmıştım. Yemekte yemiyordum. Cidden acıkmıştım. Bunu Jimin'e nasıl söyleyecektim? Ondan utanıyordum. Salona çıktığımda koltukta oturuyordu. Telefonuyla uğraşıyordu. Yanına gittim. Kafasını kaldırıp bana baktığında soran gözlerle karşılaştım. Sessizce konuştum "Ş-şey acıktım ben." dedim. Çok saçma davranıyordum. Kendimi dövmek istiyordum. Gülümsedi ve ayağa kalktı. Bu gülümseyi hafızamı kaybetsem,hatta ölsem unutmazdım. "Benden çekinmene gerek yok. Lütfen benden çekinme. Benimle mutfağa gel." elimi tutup beni yürütmeye başladığında kalbim dans ediyordu. Beni biraz heyecanlandırıyordu. Farklı biriydi. "H-hey dur." dedim. Durup bana yine soran gözlerle baktıktan sonra benim bakışlarımı izledi ve ellerimize baktı. Elini birden çekti ve "Ah! Üzgünüm." dedi eli ile saçlarını karıştırarak. Bu hareketi ona yasaklamalıydım kesinlikle. "Aslında sorun değil." dedim. Ben ne demiştim az önce? Cidden! Ne saçmalıyordum. Herhalde eski berbat hayatım bana burada mutlu olabileceğimi düşündürmüştü. Burada tutsaksın Seulgi, hatırla bunu. Bana sırıtarak baktı ve elimden tutarak tekrar sürüklemeye başladı. Tenine deydiğim an heyecanlanmam saçmaydı ama heyecanlanıyordum işte. Aptaldım cidden. Mutfağa geldiğimizde elimi bıraktı ve dolaba ilerledi. Yok artık! Bu kadar zengindi ve evinde bir tane hizmetçi yoktu ayrıca bana o mu yemek yapacaktı. Neredeydim ben? Bu yaşadıklarım neydi? Deliriyordum sanırım. O sert ve soğuk çocuk aşçı önlüğüyle minicik ve şirin görünüyordu. Sakin olmaya çalıştım ve sesimdeki saçma heyecanı belli etmemeye çalışarak "Bana sen mi yemek yapacaksın?" dedim hafif gülerek. Bana sert bakışlarını attı ve "Ne varmış bende?" dedi. Sert bakışlarına karşı gülmek mümkün değildi. "Yemek yapmayı biliyormusun ki?" dedim ve kendimi gülmemek için zor tuttum. Hafif sırıttı ve bana baktı "Bir aşçı değilim ama idare edeceksiniz benimle Seulgi hanım." dedi. Kalbim biraz hızlı atıyordu, ciddileştim. Bu anların içindeyken garip hissediyordum. Uzaktan bile beni heyecanlandırması normalmiydi? Onu tanımıyordum ama sanki en yakınımmış gibiydi. Bu cidden garipti. Şuan ondan nefret etmem gerekiyordu çünkü. Ben cidden saçmalıyordum. Mutfak tezgahının önündeki masadan bir sandalye çektim ve üzerine oturup bacak bacak üstüne attım. "Göreceğiz artık." dedim. Bana güldükten sonra dolabtan malzemeleri çıkarmasını bekledim. Ciddi olamazdı. Tteokbokki (Soslu pirinç keki) yapıyordu. En sevdiğim yemeği nereden biliyordu. Bu kadarı da tesadüf olamazdı. "En sevdiğim yemeği nereden biliyorsun?" diye sakince sordum. Biraz sessizlikten sonra cevap verdi "B-bu benim de en sevdiğim yemek. Bu yüzden yapıyordum. Demek ki seninde en sevdiğin yemekmiş." dediğinde tam konuşacaktım ki susmaya karar verdim. Değişikti doğrusu. Yemeği yaparken tam pişirmeye koyuyordu ki aniden ayağa kalkıp yanına gittim. "Hey bekle tuzu unuttun. Tuz nerede?" dedim. Masanın üzerini gösterdi. Gözümün önündeki şeyi nasıl görememiştim. Tuzu alıp Jimin'in elindeki tabağa döktüm. Beni izliyordu. Farketmemiş gibi yapıp tuzu yerine koydum. "Şimdi koyabilirsin." dedim hafif gülümseyerek. O yemeği pişmeye koyup mutfağı toplarken mutfaktan hızlıca çıkıp salona koştum. Kaçmayacaktım. Bunu şu birkaç günde defalarca denemiştim ve hepsi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Telefon bulmak için etrafı taradım. Masanın üzerinde telefonu gördüğümde hızlıca elime aldım. Ekranında gördüğüm şey ile biraz duraksadım. Bir kız ve Jimin vardı. Kız Jimin'in göğsüne gömülmüştü bu yüzden yüzü görünmüyordu. Jimin gülümseyerek kızı sarmıştı. İçimi bir an sebepsiz kıskançlık kaplasa da bunu sonra düşünecektim. Rehbere girip Joohyun'un numarasını tuşladım. Açmıyordu. Lanet olsun! Birden bir el telefonu çekip aldı. Jimin suçlayan ve sinirli bakışlarını üzerime dikti. Yine çabalarım başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Boşuna uğraştığımı bile bile uğraşmayı seven bir insandım. En sonunda herşey işe yarardı ama bu farklıydı. Hangi yolu denediysem denemiştim ve hepsi aynı başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Jimin'in buraya alıştığımı düşünüp beni biraz daha salacağını düşünmüştüm ama öyle değildi. Evet buraya alışmıştım ama bu buradan kaçmak istemediğim anlamına gelmiyordu. Elimi saçlarımdan geçirerek oflarcasına bir ses çıkardım. Telefondan "Alo!" diye bir ses geldi. Ah! Bu Joohyun'un sesiydi. Özlemiştim. Bir zaman sonra beni unuttuklarını düşünmeye başlamıştım. Beni bu zamana kadar bulmalarını bekliyordum. Yaklaşık bir hafta sonra buraya gelişimin birinci ayı dolacaktı. Bunları düşündükçe deliresim geliyordu. Herkes bir an beni bırakmıştı. Ben yokmuşum gibi hayatlarına devam ediyorlardı. Peki neden? Tam "Joo-" diye bağırıyordum ki ağzımı Jimin'in minik eli kapladı. Jimin telefonu ağzına yaklaştırdı. Bana bakarak "Yanlış numara, üzgünüm." dedi telefonun diğer ucundaki Joohyun'a. Jimin'in elini ağzımdan itme çabalarım da boşaydı. Telefondaki Joohyun biraz duraksayarak "Ah! Şey... Sorun değil. İyi günler." dedi. Jimin de bastırarak "İyi günler." dedikten sonra telefonu kapattı. Elini ağzımdan çektiğinde derin bir nefes aldım. Bana sinirli bakıyordu. Bu sefer cidden sinirliydi. Belli ki telefonu almamı cidden istemiyordu. Jimin "Telefonumun daha nerelerini karıştırdın?" dediğinde yüzüne baktım. Telefonunu karıştırmak içimden gelmişti cidden ama o an sadece Joohyun'u aramayı hedeflemiştim. "Ekranından başka hiçbir şey görmedim." dedim. Yüzüme sanki başka birşey daha söylemem gerekiyormuş gibi bakıyordu. "Ciddiyim sadece ekranındaki seni ve yanındaki kızı gördüm." dediğimde başını öne eğdi. Gözlerinden ne geçtiğini merak ediyordum ama suratıma bakmadan gitti. Ne olduğunu öğrenmek istiyordum. Beni buraya neden kapattığını, telefonunu neden karıştırmamı istemediğini, herşeyi merak ediyordum ve öğrenmek istiyordum. Bunları öğrenmeden pes etmeyecektim. Mutfağa gittiğimde yemek masadaydı. Bana neden bu kadar sinirlenmişti ki? Hiçbir şey bildiğim yoktu zaten rahat olabilirdi. Bunları şimdilik beynimin arka planına atıp yemeğe odaklandım. Yemek bana moral veriyordu. Masadaki yemekten bir kaşık aldığım anda yere kustum. Bu da neydi şimdi? Kusma sebebim yemek değildi. Başka birşeydi. Karnıma aniden gelen psikolojik bir ağrı. Bunu hiçbir zaman çözememiştim. Bunu ilk defa yaşamıyordum ama her yaşadığımda aynı tepkiyi veriyordum. Jimin yanıma geldi ve önüme eğildi "İyi misin?" dedi. Bana bu şekilde bakmamalıydı. Gözlerimi kaçırdım ve "Sorun değil. Aniden gelen bir ağrı işte. İyiyim." dedim. Jimin "Emin misin?" diye sorduğunda "Evet." dedim. İçimden ani gelen bir duygu ile "Ekranındaki kız kim?" dedim. Evet bunu dediğime bir kaç dakika sonra pişman olacaktım. Ayağa kalktı. Bu kez gözlerini kaçıran oydu. "Biri işte, eski." dediğinde gözlerinde gördüğüm şey... Gözlerine en çok aşk yakışıyordu. Onu fazla zorlamayacaktım. "Peki." dedim ve kalkıp odama doğru ilerledim. O kişinin sevdiği kız olduğunu anlayamayacak kadar salak değildim. Odama girdim. Duş iyi gelebilirdi.
Yaklaşık 1 saatlik duştan sonra üzerime bornozu bağlayıp çıktım. Kıyafetlerimi üzerime geçirdikten sonra kitaplığın olduğu kısma yürüdüm. Herhalde kitap okumayı da seviyordu ki buraya kitaplık koymuştu. Bazı ortak yönlerimiz vardı. Aralarından 'Bin muhteşem güneş' kitabını çıkardım. Mükemmel birşeydi bu. İçinde çok şey barındırıyordu. Aşk, dostluk, savaş, zorbalıklar, kısıtlamalar ve mutluluk. Hepsi bir aradaydı. Tekrar tekrar okuyabilirdim. Yatağımın üzerine uzanıp okumaya başladım. Okurken uyuya kalmış olmalıydım ki gözlerim aralandığında ay yerini yine güneşe bırakmıştı ve kitap burnumun dibindeydi. Yerimden yavaşça kalktım ve elimi yüzümü yıkadım. Günlerdir boş boş oturmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum. Sanki farklı bir hayatı yaşamaya başlamış gibiydim. Yüzümü ovuşturdum ve odadan çıktım. Şöminenin önünde oturan Jimin değildi. Bir saniye... Bu... Beynim karıncalanmaya başladı. Şöminenin oraya doğru koştum. "Sen... Seni bir yerlerden hatırlıyorum." dedim. Kim olduğunu çıkaramıyordum ama bu kişiyi daha önce görmüştüm, buna emindim. Birden ayağa kalktı. "Beni tanımıyorsun. Herhalde biri ile karıştırdın. Ben Jimin'in arkadaşı Jongin." dedi. Jongin mi? Ah! Beynimle savaşıyordum ama hala kim olduğunu hatırlayamıyordum. "Hayır. Seni hatırlıyorum. Sen de beni tanıyorsun fakat şuan oynuyorsun benimle." dedim. Sinirlenmiştim. "Bak yanlış anlaşılma var. Seni ilk defa görüyorum." dediğinde ısrar etmeyi bıraktım. Elimi saçlarımın arasından geçirdim. Belki de beynimin bana oynadığı bir oyundu. Belki de saçmalayan bendim. Bilmiyordum ve çıldıracak gibi hissediyordum. Merdivenlerin oradan gelen sese kafamı çevirdim "Seulgi! Odana geçmeni rica ediyorum senden." dediğinde acı bir şekilde güldüm. " Rica etmek mi? Bu senden beklenmeyen birşey Park Jimin." dediğimde gözlerimin içine baktı. Bana doğru geldi. Biraz utandığımı itiraf edebilirdim. Ona Park Jimin demek biraz benim de garibime gitmişti. Yüzünde hafif bir sırıtış yakaladım. Saniyeler içinde kaybolmuştu. Sinirlerim bozulmuştu. Jimin bana iyice yaklaştı ve kolumu tuttu. Bu tutuş sinirli bir tutuş değildi. Daha çok... Yine saçmalamaya başlamıştım işte. Jimin beynimi daha fazla karıncanlandırıyordu. Mantıklı düşünemiyordum. Gülümsedi ve "Sevgilim, kavgalarımızı arkadaşlarımızın yanında yapmamıza gerek yok. Ayıp oluyor." dediğinde afallamıştım. O bana sevgilim mi demişti? Çıldıracaktım. Bu neydi şimdi? Bu kelime ağzına ne kadar yakışıyor olsa da şuan bunu düşünmemeliydim. Tam konuşacakken işaret parmağını dudağımın üzerine koydu ve eli elime indi. Kalbim vücudumun her yerinde atarken ona uzun bir süredir baktığımı farkettim. Tam bir salaktım. Elimden çekip odaya sürükledi. Jongin'e bakarak "Bir dakika." dedi gülümseyerek. Ben yine salak gibi gülüşünü izlerken odaya girip kapıyı arkamızdan kapattı. Kötü düşünmeye başlayacaktım birazdan. Birden suratı ciddileşti ve elimi bıraktı."Burada bekle ve sakın ben gelene kadar çıkma." dedi ve benim konuşmama izin vermeden odadan çıktı. Çıldıracaktım. Tam kapıya kulağımı koyacaktım ki kapı açıldı ve Jimin "Ayrıca kapıdan bizi dinlemeye kalkma." dedi ve kapıyı tekrar kapattı. Çocuk içimi biliyordu sanki. Yatağa oturup beklemeyecektim tabiki de. Kapıya kulağımı koydum ve dinlemeye çalıştım ama ses yoktu. Ah! Tabiki evde durmazdı.

(Biraz spoiler olsun diye Jongin'in ağzından küçük bir kısım ekleyeceğim.)

JONGIN

Havuzun önündeki sandalyeye oturdum ve "Bu neydi Jimin? Kıza neden sevgilim dedin?" dedim. Jimin'i bazı zamanlar anlayamıyordum. Biraz sessizlikten sonra konuşmaya başladı. "Senin onun burada olduğunu bilmediğini düşünmesi gerekiyordu." dedi. Seulgi'yi ne kadar tanımamış gibi davransam da tanıyordum. Beni tanıyamamıştı neyse ki. Jimin'in eve kapattığı kız. Neden eve kapattığını anlayabiliyordum. "Daha ne kadar onu böyle evde tutacaksın?" dediğimde bana döndü ve "Biliyorsun." dedi. Evet biliyordum. Amacına ulaşana kadar tutacaktı.

(Evet minik spoiler'ı burada sonlandırıyorum xşsndşdj)

SEULGI

Odada bir o yana bir bu yana yürüyüp duruyordum. Beynime... Ah! Cidden sakin değildim. O çocuğu, Jongin'i hatırlamam gerekiyordu. Bu beynimin bana oynadığı bir oyun değildi. Onu daha önce gördüğümde emindim. Gizlice odadan çıktım ve kapıya doğru ilerledim. Korumalar yoktu. Yutkundum. Şuan kaçabilirdim. Bunu yapmakta kararsız olduğuma şaşırıyordum. Normalde olsa hiç düşünmeden kaçardım ama bu insanların amacını öğrenmem gerekiyordu. Kapıya doğru ilerledi ve bahçeye baktım. Birşeyler konuşuyorlardı fakat duyamıyordum. Bu gördüğüm gerçek miydi? Jimin ağlıyordu. Buna biraz şaşırmıştım. Neden ağlıyordu ki? Kafamı farklı yöne çevirdim. Buna bakmak beni sebepsizce biraz zorlamıştı. Neden ağladığını aşırı merak ediyordum. Jongin'in bu tarafa geldiğini görünce biraz geri çekildim. Ondan öğrenebilirdim belki. Beni gördüğünde yüzünde garip bir ifade belirdi. Yanıma geldi "Bizi mi dinledin?" dedi. Gözünde korku vardı. "Hayır. Jimin neden ağlıyor?" diye sordum. Şuan sadece bunu merak ediyordum. Gözlerini kaçırdı ve biraz durduktan sonra "O... Seviyor." dedi ve yanımdan uzaklaştı. Seviyor mu? Bu insanların söyledikleri herşeyde bir şifre vardı ve ben çözemiyordum. Jimin kimi seviyordu? Kendimi toparladım ve kendimden beklenmeyen bir şekilde Jimin'in yanına ilerledim. Göz yaşlarını silmişti. Önündeki havuza bakıyordu. Yanına geldiğimi farkettiğine emindim fakat yüzüme bakmamıştı. Bir sandalye çektim ve kendimden asla beklemediğim bir şey yaptım. Ona sarıldım. İster tanıyor olayım ister olmayayım insanların ağlamasına dayanamazdım. Ayrıca sarılmanın insanlara güç verdiğini düşünüyordum. Beni eve hapseden bir adama sarılıyordum. Bu yaptığımdan belki sonra pişman olacaktım ama pişman olmadan önce yapmak istediğim birşeydi. Kokusunu içime çektim. Bu... Tanımlayamayacağım bir histi. Onu tanımıyordum. Bunların olmaması gerekiyordu ama olmuştu işte. Şaşırmış olduğuna adım gibi emindim. Bir süre sonra ellerini sırtımda hissettiğimde kalp atışlarım hızlanmıştı. Bu çocuk... Değişikti. Değişik hissettiriyordu. Bana sıkıca sarılıyordu. Bırakmak istemiyor gibi. Verdiği nefes saç tellerimin uçuşmasını sağlamıştı. Bir süre öyle kaldık. Jongin'in "Hey noluyor burada?" dediğini duyduğum an ayağa kalktım. Jongin bize şaşırmış gözlerle bakıyordu. Jimin farklı tarafa baktı. Ben ise eve kaçtım. İşte şimdi Jimin'in yüzüne bakmak benim için biraz zor olabilirdi. Odama girdim. Yatağa oturup elime küçük kahverengi oyuncağı aldım. "Bu çocuk... Cidden farklı." deyip kendi kendime gülümsedim. Geceleri fazla uyuyamadığım için uykum gelmişti. Yatağa yattım ve kendimi uykunun rahat kollarına bıraktım.

SUN AND MOON  |  ksg - pjmHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin