11.BÖLÜM

52 11 2
                                    

   Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey odaya dağılmış güneş ışınlarıydı. Telefon susmak bilmediği için uyanmak zorunda kalmıştım. İş için kurmuş olmalıydım. Telefonu elime aldığımdaysa yabancı bir numaranın aradığını gördüm. Yatakta hafif doğruldum ve telefonu açtım. "Alo?" dediğimde karşı taraftan "Park Soyeon siz misiniz?" diye bir soru geldi. Arkada yüksek miktarda ses vardı. İnsan ve siren sesleri birbirine karışmış kulağımı deliyordu sanki. Telefondaki kişiye geri döndüm ve "Sanırım yanlış aradınız. Ben öyle birini tanımıyorum." dedim. Karşı taraftan bir süre ses gelmemişti. Derin sessizliğin ardından "Park Jimin'i tanıyor musunuz?" diye bir ses geldiğinde kan beynime sıçradı. Tenim buz kesti. Telefonu hızla yere fırlattım ve yataktan kalktım. Üzerimdeki yorganı bir kenara fırlattım. Kıyafetlerimi umursamadan hızla merdivenlerden indim. Evde kimse yoktu. Nereye gitmişlerdi? Gözümden yaşlar akmaya başlamıştı. Neden aktığını bilmiyordum. Ayakkabı dahi giymeden dışarı fırladım. Herşey ağır çekime alınmıştı sanki. Bir tek nefes alış-verişlerim bunu yalanlıyordu. Ana yola çıktım ve ağaçların çevrelediği boş yolda daha önce koşmadığım gibi hızlı koşuyordum. Ayağımın yapış yapış olduğunu hissettiğimde kafamı ayaklarıma çevirdim. Kanıyordu. Acısını şimdiye kadar hissetmemiş ayağıma baktığımda hissetmeye başlamıştım ama umursamıyordum. Gözümden akan yaşlar ile ayağımdan akan kan aynıydı benim için. Acıyı temsil ediyorlardı. Tek görevleri buydu. Fiziksel acı yoktu. Gözlerimi kapattım ve koşmaya devam ettim. Göğsüm sıkışıyor, nefes alamıyordum. Yağmur yağmaya başladı. Yağmuru seviyordum ama o an sadece göz yaşlarıma karışan birkaç damlaydı benim için. Arkamda bir ses duydum. Koşmaya devam ediyordum. O ses de benimle beraber koşuyordu. "Uğraşma. Çok geç. Sen uyuyordun. Erken kalkmalıydın. Yetişemeyeceksin." diyordu biri. Arkama bakmıyordum. Sadece koşuyordum. Bu sözler beni ölesiye boğuyordu. "Hayır. Yetişeceğim." dedim bağırarak. Neye yetişecektim onu da bilmiyordum ama yetişecektim işte. Ses devam ediyordu. "Uyudun. Çok geç artık. " koşarken elimle kulaklarımı kapadım. Göz yaşlarım bardaktan su boşalırcasına dökülüp yağmur damlalarına karışırken "Kapa çeneni!" diye bağırdım. Faydası yoktu. Ses hala dibimde bana eziyet etmeye devam ediyordu. "Erken kalkmalıydın. Artık çok geç." ayağım farketmediğim birşeye takıldığında yere düştüm. Kalkmaya çalışmadım. Sadece yolun devamına bakarken "Yetişeceğim!" diye bağırdım. Defalarca aynı şeyi söylüyordum. "Yetişeceğim! Anlıyor musun beni? Yetişeceğim!"

"Yetişeceğim!"

"Çok geç."

"Yetişeceğim!

" Geç kaldın."

"Yetişeceğim!" aniden yataktan fırladım. Ben nefes nefeseyken Jimin yanımda oturmuş beni omuzlarımdan tutuyordu. "Sakin ol. Sadece kabustu. Ben buradayım." dediğinde gözlerine baktım ve göz yaşlarımı engelleyemedim. Sarıldım ona. "Gitme lütfen. Burada, yanımda ol." diye fısıldadım. Bana sıkıca sarılmıştı o da "Her zaman burada olacağım." dedi. Bir süre öyle kaldık.

                             - - -

Yüzümü kuruladıktan sonra aynada kendime baktım. Göz altlarım şişmişti. O gördüğüm şeyin ne olduğunu hala çözemiyordum. Neye yetişecektim? Neden koşuyordum? Belki de saçma bir kabustu ve boşvermeliydim. Herşeyi fazla uzatıyordum sanki. Belki de fazla takıyordum. Ellerimi saçlarımdan geçirdim. Lavabodan çıktığımda Jimin duvara yaslanmış belirli bir noktaya bakıyordu. Beni farkedince kafasını kaldırdı ve yanıma geldi. "İyi misin?" dedi. Gülümsedim. "İyiyim." O da gülümsediğinde içim sıcacık olmuştu. Gülüşü huzur içeriyordu. Elimden tuttu. Beraber bahçeye indik. Evet beni kaçıran adamın elini tutmuştum. Evet ona aşık olmuştum. Bazen bunun yanlış olduğunu ve bitmesi gerektiğini düşünürken bazen de umursamıyor ve bunun sonsuzlaşmasını istiyordum. Bu şeyi bitirsemde içimdeki o his asla gitmezdi. Buna adım gibi emindim. Onu seviyordum. Fazlaca. Belki de gerisini umursamamak en doğrusuydu. Tam bahçeye çıkacakken elimi istemsizce elinden ayırdım. Bana dönüp sorarcasına baktığında "Şuanlık kimsenin bilmesini istemiyorum." dedim. Neden istemediğimi bilmiyordum. Beni kaçıran adama kapıldığımın bilinmesini istemiyordum sanırım. İçimdeki bu duygu hatalıydı. Biliyordum ama engelleyemiyordum. "Sen nasıl istersen öyle olsun." dedi. Bahçeye ilk Jimin ardından da ben girdim. Masaya oturduk. Soyeon "Size güzel bir haberim var." dedi. İkimiz de ona sorarcasına bakarken "Bugün evdeyim. Yani tüm gün beraberiz." dedi gülümseyerek. Bir sorun vardı. Biz Jimin'le gülümsemiyorduk. Sadece anlamsız bakışlar yolluyorduk. İkimiz de aynı anda "Ne?" dedik. Evde onunla beraber yanlız olmak hoşuma gitmeye başlamıştı sanırım artık. Soyeon'un suratı düştü ve "Sanırım sevinmediniz." dedi. Ben kafamı iki yana salladıktan sonra "H-hayır ben sevindim. Yani biz sevindik." dedim hızlıca. Afallamıştım ben de. Jimin de "E-evet." dedi. Soyeon bu halimize sadece güldü.

SUN AND MOON  |  ksg - pjmHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin