5.BÖLÜM

66 8 3
                                    

Yaklaşık 2-3 saat uyumuştum. Akşam olmuştu. Gece yine uyuyamayacaktım. Yataktan kalkıp odadan çıktım. Ortalıkta kimse yoktu. Jongin gitmiş olmalıydı. Jimin neredeydi acaba? Bir dakika. Ben ona sarılmıştım ve o da bana sıkıca sarılıp ağlamıştı. Küçücük bir temas bile kalbimi hızlandırmaya yetmişti. Bunları şimdi düşünmeyecektim. Mutfağa ilerledim. Orada da kimse yoktu. Merak etmeye başlamıştım. Yukarı çıktım. Bu katta 5 oda vardı. Bir tanesi onun odasıydı. Diğer odalara hiç girmemiştim. Merak ediyordum ama odaya girdiğimde her an arkadan Jimin çıkması korkusu merakımı yeniyordu. Bu yüzden başka odalara girmeyecektim. Jimin'in odasına ilerledim. Öylece dalamazdım. Biraz düşündükten sonra en sonunda kapıyı tıklattım. Kimse açmadı. İçeri dalmak istiyordum ama uygun değildi. Tekrar tıklattım. En sonunda kimse açmayınca içeri daldım. İçeride koltukta oturuyordu. Neden kapıyı açmamıştı? Yanına gittim. Yüzünün önünde elimi salladım. "İyi misin?" dedim. "Değilim." dedi bana bakmadan. Onu ilk defa bu kadar halsiz ve yorgun görüyordum. "Sen cidden iyi değilsin." dedim. Üzerinden içki kokusu geliyordu. Bu kokudan nefret ediyordum. "Şimdi anlaşıldı. İçmişsin. Seni yanlız bırakıyorum." dedim. İçki içen birinin yanında durmaktan her zaman korkmuşumdur. Çünkü insan kendisinde olmuyor ve... Her şeyi yapabiliyor. Herşeyi... Tam odadan çıkacaktım ki kolumdan tuttu. "Gitme." dediğinde yutkundum. Biraz korkmaya başlamıştım. Korktuğum şey söyleyebileceği şeylerdi. "Jimin, sana kahve yapabilirim." sesimdeki korkuyu anlamış olmalıydı ki "Benden korkuyor musun?" dedi. Ona döndüm ve "Hayır." dedim. Jimin'in odasında olmak beni rahatsız etmiyordu ama sarhoştu ve bu beni rahatsız ediyordu. "Lütfen yanımda dur." dedi. Neden bu şekilde konuşuyordu ki? Beni etkilemeyi bir şekilde başarıyordu. "Peki." dedim. Ters birşey söylemek istemiyordum. Kolundan nazikçe kurtulup yatağının üzerine oturdum ve etrafa bakınmaya başladım. Endişeliydim ve nasıl davranacağımı bile bilmiyordum. Yanıma oturdu. Yakınıma oturmasa da kalbim yine başlamıştı işte. "Jimin bak cidden iyi de-" dedim ki sözümü böldü. "Sen yanımdayken iyi olmaya ihtiyacım yok. Kendime gelmek istemiyorum." dediğinde kafamı farklı yere çevirdim. Neden böyle konuşuyordu ki. Jimin'i anlayamıyordum bazen. Cidden değişikti. Beni buraya neden hapsettiğini hala deli gibi merak ediyordum. Belki şuan söyleyebilirdi. "Beni neden burada tutuyorsun?" diye sorduğumda ciddi bakışlarını üzerime dikti. "İnsanlar sarhoş olduklarında akıllarını kaybetmezler. Tam tersi herşeyi açıkça dışarı vurabilirler. Bu kendilerini kaybettikleri anlamına gelmez. Bunun cevabına gelirsek... Bunu kendin öğreneceksin. Ben söylemeyeceğim." dediğinde bir an afalladım. Sarhoş birine göre oldukça mantıklı konuşuyordu. "Şifreli konuşuyorsun. Herkes şifreli konuşuyor ve kafayı yiyeceğim." dediğimde gülüp önüne döndü. Konuşmasını bekliyordum ama o kalktı ve elimden tutup sürüklemeye başladı. "Buna bir son vermelisin. Kendim yürüyebilirim." dedim ama beni dinlemiyordu. Bilmediğim odalardan birine soktu beni. Oda çok güzeldi. Huzur verici herşey vardı. En azından bana huzur veren herşey. Bu oda neden ve kim için düzenlenmişti? Ben etrafı incelerken Jimin "Sevdiğim kızın odasıydı. Telefon ekranımda gördüğün kız." dedi. Garip hissetmiştim. Ne kadar içime bir miktar kıskançlık elimde olmadan düşse bile sonda kullandığı "-ydı" eki dikkatimi çekmişti. İşte şimdi daha çok merak etmeye başlıyordum. "O-ona ne oldu?" diye korkarak sordum. Cevabın ölüm olmasından korkmuştum. İnsanın sevdiği birini, bir varlığı kaybetmesi kötüydü. Bana baktı ve yanıma geldi. "Uçak kazası geçirdi." dediği şey ile midem bulanmaya başladı ve öğürerek lavaboya koştum. İşte yine şu ani ve zamansız kusmalarımdan bir gelmişti. Hiç bunun için doktora gitmemiştim. Yüzümü yıkadım ve klozete oturup midenin geçmesini bekledim. Kapı tıklama sesi içeriyi doldurdu. "İyi misin?" diyen Jimin'in sesi kulaklarıma ulaştığında "Şey... Evet iyiyim." dedim ve toparlanıp dışarı çıkmıştım. Jimin dibimde endişeli bir şekilde bekliyordu. "Buraya geldiğinden beridir bu kusmaların tekrarlanıyor. Doktora gideceğiz." dediğinde hemen cevap verdim "Hayır. Yani şey buna gerek yok. Ben gerçekten iyiyim sadece midem bulandı biraz." deyip konuyu kapatmaya çalıştım ama Jimin'in buna niyeti yoktu. "Seni bu konuda dinlememi bekleme." dedi ve beni dışarı sürüklemeye başladı. Beni hangi konuda dinliyordu ki? Salona geldiğimizde odama girdi ve birkaç dakika içinde geri döndü. Üzerime hırkayı geçirdi. "Bana bebeğinmişim gibi davranmayı keser misin Jimin. Benim de kollarım ve ayaklarım var." dediğimde "Bebek gibisin." dedi. Birkaç dakika gözlerimi ondan ayırmadım. Onunla bakıştığımda vücudumda garip şeyler oluyordu. Ve karnıma ağrı giriyordu. O farklıydı. "Senden büyük olduğumu unuttun herhalde." dediğimde güldü ve "Hiç öyle görünmüyorsun." dedi. Omzuna hafifçe vurdum. Arabaya bindik. Uzun zaman sonra ilk defa bu ıssız yerden çıkacaktım. Beni buraya hapsettiği aklıma geldiğinde sinirlensem de bir bakışıyla bu siniri elimden alıyordu. Onun yanında sinirli kalmam mümkün olmuyordu. Nefret etmem gerekiyor ama edemiyordum. Nefretimin bu kadar çabuk dinmesi de çok garipti. Ailemi ve arkadaşlarımı özlemiştim. Bir yandan da onlara kırgındım. Beni unutmuşlardı resmen. Yolculuk boyunca müzik dinlemiştim. Sonunda hastaneye geldiğimizde kapımı açtı ve beni kolumdan tutup peşinden sürükledi. Durdum ve "Biraz daha nazik olur musun? İnsan içindeyiz." dedim ciddi bir şekilde. Kolumdan tutup sürüklemesi yetmişti artık. Oyuncak gibi davranıyordu. Gözlerime sırıtarak baktı ve "Bu daha nazik olur o zaman." dedi ve elimi tuttu. Nefes alış verişim düzensizleşirken sinirli gibi ona bakmaya çalıştım tabi bu ne kadar mümkünse. "N-ne yapıyorsun sen?" dediğim halde beni dinlemiyordu. Elimi tutmaya devam ederken beraber içer girdik. Elimi ne kadar kurtarmaya çalışsam da buna izin vermemişti. Artık onun bu kabalığına alışmıştım. İçimdeki bir şey burada tanıdığım birini görmemi deli gibi istiyordu. Yaklaşık 1 buçuk ay oluyordu buralara gelmeyeli. Sıra listesinin bulunduğu ekrana bakarken bana daha çok olduğunu gördüm ve yanımda gözleri kapalı bir şekilde kafasını geriye yatırmış Jimin'e baktım. Uyuduğunu sanmıyordum ama denemekten zarar gelmezdi. Ayağa tam kalkmıştım ki kolumu sertçe tuttu. "Hala kaçmak mı istiyorsun?" diye sorduğunda yavaşça yerime oturdum ve ona döndüm. Ben her kaçmaya çalıştığımda onun kalbini kırdığımı hissediyordum. Bunu neden umursadığımı da bilmiyordum. Boşlukta gibiydim ve hiçbir şey bilmiyordum. Ben tam bunu düşünürken konuştu. "Sen benden kaçmaya çalıştıkça kalbimin kırıldığının farkında değil misin hala? Hala seni..." demişti ki dudaklarını birbirine bastırıp kafasını başka yöne çevirdi. Ne diyeceğini tahmin ettiğimde kalbim deli gibi atıyordu. Aslında onu... Yani hayır. Sadece... Ondan kaçmak... Artık eskisi kadar istemiyordum. Ona alışmıştım ama bu kaçmak istemediğim anlamına gelmiyordu. "B-ben... Jimin, hayatımı elimden çaldın farkında mısın? Ailem, arkadaşlarım... Hepsi geride kaldı. Birden seninle yaşamaya başladım. Özgürlüğümü kısıtladın." dediğimde bana baktı. Gözleri dolmuştu. Duygusal biri değildi ama kalbi kırıldığında gözleri doluyordu. Ağlamazdı biliyorum ama göz altlarının üzerinde biriken su damlacığını engelleyemiyordu. Onu kırıyordum. Bunu yapmayı sevmiyordum ama elimde olmadan yapıyordum. Bu kendime sövmeme neden oluyordu. "Göremiyor musun hala?" dediğinde anlamayan bakışlarla gözlerine baktım. "Neyi göremiyor muyum?" diye korktum. Ne diyeceğini merak ediyordum ama bir yandan da söylemesini istemiyordum. Tam ağzını açacakken hemşirenin sesi duyuldu. " Kang Seulgi!" yerimden kalktım ve karşıdaki kapıdan girdim. Hala sarhoştu ama ne dediğini biliyordu. Fakat ne yaptığını bilmiyordu. Ben bana gönderdiği şifreli mesajları düşünürken doktorun sesini duydum. "Seulgi hanım. Burada mısınız?" İki dakika geçmeden dalmayı başarmıştım yine. "Ah! Üzgünüm. Evet." dedim hızlıca ve sorunumu söyledim. Tahlil gerekiyordu. Odadan çıktım ve beni bekleyen Jimin'in yanına ilerledim. "Neyin varmış?" diye sorduğunda elimdeki kağıtı göstererek "Tahlil gerekiyor." dedim. Birlikte aşağı inip tahlili yaptırdıktan sonra hastaneden çıktık. İki hafta sonra tekrar gelip sonuçları alacaktık. Bu kadar uzatılacak birşey çıkmayacaktı, biliyordum ama Jimin'e laf anlatmak imkânsızdı. Hele ki kafaya koymuşsa...
Buralar değişmemişti. Hala aynıydı. Jimin ile kaldığımız ev biraz tepelerde kalıyordu. Şehre bu kadar yakınken beni bulamamaları imkansızdı. Tek yapılması gereken şikayette bulunmaktı. Bunu yapan da yoktu. Jimin'in hapse girmesini istemiyordum. Sadece... Sadece özgür olmak istiyordum. Jimin arabayı çalıştırdı. Yol boyunca tek kelime etmemiştik. Arada bakışmalarımızı saymazsak bir iletişimimiz olmamıştı. Eve girdiğimizde de odasına çıkmıştı. Bu daha ne kadar sürecekti bilmiyordum. Ben de odama girdim. Tek istediğim uyumaktı ama bunu başarabileceğimi pek sanmıyordum. Yatağıma yatıp kahverengi ayıcığı elime alıp sarıldım. Hala isim koymamıştım. Kahverengi ayıcık. Ona böyle seslenmekten memnundum. Sarıldım ve uyumaya çalıştım. Tam gözümü açacaktım ki kapım açıldı. Jimin olduğunu biliyordum. Kokusunu artık tanıyordum. Gözlerimi kapalı tutup uyuma numarası yaptım. Sıcak nefesini yüzümde hissettiğimde vücut fonksiyonlarım hızlanmıştı. İşte bunu sevmiyordum. Elini saçımda hissettim. Başımı okşadı. Ardından alnımda dudaklarını hissettim. Uyumadığım belli olacak diye çok korkmuştum. Kalbim vücudumda dans ederken beni titreten cümleyi söyledi. 'Seni seviyorum.' Bunu bana ilk defa söylüyordu. Şuan beynim mantıklı düşünmeyi reddediyordu. İçimden bir ses ona sarılmamı söylüyordu. Hayır. Biraz olsun mantığıma uymalıydım. Söylediği iki kısa kelime kulaklarımı büyüleyerek beynime ulaştığında onu en özel yere koydum. Bu bana farklı hissettirmişti. Söylediği iki basit kelime neden beni bu kadar etkilemişti?
Kapı yavaşça kapandığında gittiğini anladığım için gözlerimi açtım. Yerime kilitlenmiştim. Bunu neden yapıyordu? Bunların nedenini artık öğrenmek istiyordum. Yoksa kafayı yiyecektim. Uyuyamayacağımı anladığım için yatakta doğruldum. Kahverengi ayıcıkla konuşmaya başladım. "Sence ben salak mıyım?" Bazen gerçekten salak olduğumu düşünüyordum. Kendi kendime güldüm. "Hayır sus, onu sevmiyorum." ayıcık bir nevi iç sesimin beden bulmuş hali gibi birşeydi. Kendi kendime konuşmayı severdim. İnsanların çoğu delilik olduğunu düşünse de bu bir terapi aslında. En azından benim için.

SUN AND MOON  |  ksg - pjmHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin