1.BÖLÜM

127 14 2
                                    

Güneşin parlak ışıltısı usulca odamın içine sızarken gözlerimi kırpıştırdım. İşimi seviyordum ama yataktan bir sefer çıkmak her zaman zor olmuştu. Oluyordu da. Üzerimden yorganı atıp zorda olsa doğruldum ve ellerimle yüzümü ovuşturdum. Saçımı omzumun yan tarafına atıp aynaya doğru gittim ve yorgun görüntüme baygın bakışlarımı yolladım. Şu sıralar uyuyamıyordum ve yorgundum. Saçlarımı ince lastik toka ile topladıktan sonra banyonun yolunu tuttum. Duş aldıktan sonra dolabımdan mavi kot pantolonumu, siyah tişörtümü ve yine siyah panço tarzı hırkamı çıkartıp giyinmeye koyuldum.

(Not: Seulgi'nin görünüşü medyada.)

Giyindikten sonra saçlarımı salıp taradım. Kulaklıklarımı kulağıma geçirdim ve siyah çantamı da alıp odadan çıktım. Üzerimde siyah olmayan iki şey vardı sadece. Beyaz kulaklığım ve mavi kotum. Siyah rengini seviyordum. Çoğu kişi karanlık bir renk olduğu için olumsuz ve negatif bakıyordu. Bana ise rahat hissettiriyordu. Aşağı indiğimde minik bir kahvaltı tepsisi gördüm. Ah! Annem. Bu kadını cidden seviyordum. Beni bu evde en çok düşünen kişiydi. Beni korumaya çalışırken yoruluyordu. Zarar görüyordu. Bu yüzden kendimi suçlu hissediyordum. Daha fazla bunu düşünürsem kafam patlayacaktı. Masaya oturdum ve tepsiyi önüme çekip kahvaltımı yaptım. Evden çıkmadan önce ablamın odasına girdim. Çoğu zaman olduğu gibi annem ve babam kavga etmişti.Bu yüzden annem ablamın yanında yatıyordu. Sessizce kapıyı kapatıp çıktım odadan. Güneşin belli belirsiz aydınlattığı zeminden geçerek dış kapıya yöneldim ve yola koyuldum. Topuklu ile yürümek rahatsız edici olduğundan çoğu günler babet veya spor ayakkabı giyiyordum. Topuklularla bir gün düşeceğimden korkuyordum cidden.
Kliniğe geldiğimde meslektaşlarımla ve sekreterlerle günaydınlaşarak odama girdim. İnsanlara yardım etmeyi seviyordum. Bu yüzden bu işi seçmiştim. Bugün fazla kalabalık değildi. Bu yüzden boş zamanlarım oldukça fazlaydı.
Araya girdiğimizde Joohyun'un odasına gittim. Beraber dışarı çıktık. Kendimize atıştırmalık alıp geri döndük. Joohyun benim durgun olduğumu gördüğünde bana döndü ve "Yine baban mı?" dedi. Herşeyimi biliyordu. O dostum değil kardeşimdi sanki. Ona dönüp "Artık kendi hayatımı kontrol edememeye alıştım. Bize zarar vermesine de alıştım. O öldüğünde üzülmezsem kötü biri olur muyum Joohyun?" dedim. Elindeki atıştırmalığı bırakıp bana sıkıca sarıldı. Ayrıldığımızda "Sen fazlasıyla iyi birisin Seulgi.Tabi evimi basıp uykumu mahfettiğin günler dışında." deyip güldü. Ben de güldüm ve kısa, çoğu insana göre sıkıcı sayılabilecek bir sohbetin arından atıştırmalığımızı bitirip içeri girdik. İkimizin aynı mesleği, aynı yerde yapmasından memnundum. Böylece onunla daha sık görüşebiliyordum. Günün sonunda gelen yeni hastamın içeri girmesini bekledim. Benden oldukça küçük, yaklaşık 15-16 yaşlarında bir genç kızdı. İçeri girdiğinde önce odayı süzdü. Odam büyüktü. Kapının karşısındaki duvarda bulunan pencerenin önünde bitkilerle zenginleştirilmiş, iki tane şişme koltuğun ve 2-3 tane pufun olduğu bir ortam vardı. Çiçekleri seviyordum. Özellikle campanula çiçeği favorimdi. İnsana huzur veriyordu. Bu yüzden odamda çokça bulundurmuştum.

Kızın bilgilerine bakıp dosyayı elimden bıraktım ve oturduğu koltuğun karşısına yöneldim. Her zamanki girişlerimden yaptım. "Merhaba Soo Jin. Nasılsın?" gülümseyerek ve canlı bir şekilde söylemiştim. İnsanlara yardım etmek cidden mutlu ediyordu. Kız yüzüme boş boş baktı. Ardından konuştu "Sahte 'Nasılsın?' sorularını gün içinde yeterince duyuyorum.Buraya zorla geldim.Deli olduğumu sanıyorlar." dedi. Kızgın bir şekilde söylemişti. Fakat sesindeki kırgınlığı saklayamıyordu. Bekletmeden cevap verdim "Buraya zaten deliler gelmez ki. Bu sadece çoğu büyükler arasında oluşmuş yanlış bir algıdır. Buraya arkadaş olmak için, iyi hissetmek ve gülümsemek için geliyorlar. Seninle arkadaş olabiliriz." dedim samimi ve içten olduğumu gösterdiğimi umarak. Tekrar sinirli bir sesle "Benim arkadaşa ihtiyacım yok." dedi. Ona bakarak "Peki, o zaman sadece konuşalım. Olmaz mı? Mesela hobilerinden bahsedebilirsin." dedim. Biraz inadını kırmış olmalıyım ki sonunda yüzüme bakarak "Benim müzikten başka bir hobim yok.Onu da elimden alıyorlar zaten." dedi. Uzunca gözlerine baktıktan sonra ben soruyu sormadan cevap beklediğimi anlamış olmalıydı ki beklemeden konuştu. "Ailem müzik yarışmalarına katılmama izin vermiyor. Sesim kötüymüş, korkakmışım. Avukat olmamı istiyorlar. Çok para alıyorlarmış." dedi. Paragöz, çocuğunun hayallerini hiçe sayıp kendi kararlarına göre davranan bir aile... Anlaşıldı. Bekletmeden konuştum. "Sanırım seni şarkı söylerken hiç dinlemediler." dedim. Bana anlamamışçasına baktı. "Sen de dinlemedin." Bekletmeden konuştum. "Hayal edebiliyorum ve inan bana sen de birinciliği kaptıracak göz yok." deyip güldüm. Bana baktı ve o da güldü. Ardından devam ettim. "Bence aileni bu konuda ikna edebiliriz. İlk önce senin güçlü hissetmen gerek ama." dedim ve ayağa kalkıp campanula çiçeklerinden bir tutam aldım. Getirdim ve kıza gösterdim. "Bak bu çiçeğin adı campanula. Çok güçlü bir çiçek olarak bilinir. Bazen çok arsızdır. Taşların arasından bile çıkabilir." deyip güldüm ve ardından devam ettim "Ayrıca güneşin mükemmel ışıklarından asla kaçmaz.Yaraları da iyileştiriyor biliyor musun? Hem de her tür yarayı. Bunu al. Her baktığında güçlü durman gerektiğini hatırla ve herşeyin iyileştirilebileceğini unutma olur mu?" Lafım bittiğinde çiçeği eline verdim. Gülümsedi. Son lafımı da ekledim "Her istediğin zaman ben buradayım tamam mı... Arkadaşım?" dedim. Ardından kız konuştu "Görüşürüz arkadaşım." dedi. İkimiz de güldük ve Soo Jin'i uğurladım. Umarım hayalleri gerçek olurdu. Ailesiyle bu konu hakkında konuşmayı da aklımın bir köşesine not ettikten sonra sona kalan işlerimi de hallettim ve toparlanıp çıktım. Bugün kızlarla pijama partisi yapacaktık. Kaçmaya çalışmıştım ama bizim kızların elinden kurtulmak mümkün değildi.
Joohyun'u dışarıdaki banklardan birine oturup bekledim. Çıktığında arabasına bindik ve yola koyulduk. Bir süre sessizlik olduğunda Joohyun dayanamayıp bunu bozdu. "Sen iyi olduğuna eminmisin Seulgi?" dedi. Ona dönüp gülümseyerek "Beni pijama partisine katılmaya zorladığınıza bakılırsa... sanırım iyi değilim." dedim ve minik çaplı bir kahkaha attım. O da güldü ve omzuma vurdu. Onun dışında pek konuşmamıştık. Beni evime bıraktı. Arabadan tam inerken "15 dakika." dedi. Ona döndüm ve şakasına göz devirip "Peki Bayan Bae." dedim. Gülümsedikten sonra "Aferin, sözümü dinle." dedi ve uzaklaştı. Sanırım evimin en sevdiğim özelliği sahile yakın olmasıydı. Bazen gidip sahilde tek başıma otururdum ve mavinin ferahlığına kavuşurdum. Bazen ise ablamla giderdik. Bu zamana kadar hep yanımda olmuştu. Hala da yanımda olup bana güç vermeye devam ediyordu. O bu hayatta sevdiğim sayılı kişilerdendi.

Eve sessizce girdim. Saat çok geç değildi ama uyumuşlardı. Annemin gideceğimden haberi olduğu için üzerimi değiştirip evden çıktım. Yolda yürümeye başladım. Minik partimizi Seungwan'ın evinde yapacaktık ve Seungwan ile evlerimizin arasında iki sokak vardı. Bu yüzden mutluydum.
Sürekli negatif ve olumsuz biri olduğumu söylerlerdi. İnsanların enerjilerini emdiğimi söylerlerdi. Belki de öyleydim. Bilmiyordum. Bunu bencillik olarak görüyordum. Negatif olarak insanlara bencillik ediyordum ama elimde değildi. Ben böyleydim. Neyse ki beni böyle kabullenen kişiler vardı. Dostlarımın yanında negatif olmak ise mümkün olmuyordu. Beni cidden mutlu ediyorlardı. Onlar olmasa kafayı yemiş olmam büyük bir ihtimal sayılırdı. Birden izlendiğimi hissederek düşüncelerimden sıyrıldım ve arkama dönüp etrafa bakındım. Kimse yoktu. İzlendiğim zaman anında hissederdim. Bu özelliğimi seviyordum. Kimseyi göremeyince yoluma hızlanarak devam ettim. Herhangi bir sapık da olabilirdi. Hızlıca yürüdüm. Ve sonunda gelmiştim. İçeri girip kapıyı ardımdan kapattım. Merdivenleri ikişer ikişer çıktım. Kapıyı çaldım ve mükemmel arkadaşlarımın açmasını bekledim. Kapı Joohyun tarafından açıldı ve arkadan Seungwan ve Yerim üzerime atladılar. "Y-yavaş olun. Yere d-düşeceğim." kahkaha atarak söylemiştim. Onları cidden özlemiştin. Beraber içeri girdik. "Sooyoung nerede?" diye sordum. Yerim "Abur cuburları hazırlıyor." dedi. Abur cubur bağımlısıydım resmen. "Ah bu çok iyi olacak." dedim. Seungwan sinsice sırıtarak "Nasıl geçti?" diye sordu. Anlamayan bakışlar attığımda arkadan Sooyoung'un sesi duyuldu. "Geçen hafta buluştuğun çocuktan bahsediyor." deyip sırıttı. Yeni birileriyle tanışmam gerektiğini düşündükleri için bana buluşma ayarlamışlardı. Hem de benden habersiz. O gün tam bir fiyaskoydu. Çocukla tek kelime konuşamamıştık. Rezil olmuştum. Joohyun "Ee hadi anlatsana." dedi. Yerim de onu destekledi. "Çocuğa rezil oldum. Çocuk tekrardan görüşmek istediğini belirten bir cümle bile söylemedi." dedim. Yerim göz devirdi. "Ben senin yerinde olsam çocuğu çoktan kapmıştım." dedi. Seungwan "Hep böyle yapıyorsun. Hayata açılman gerek artık Seulgi." dedikten sonra güldü. Ah, açılmasam da olurdu.
Beraber biraz sohbet ettikten sonra film izlemeye karar verdik. Heyecanlı bir şekilde "Ben seçeceğim." dedim. Joohyun arkadan "Her zamanki gibi." deyip gülümsedi.
Sanırım sadece bu tür şeyler de heyecanlanıyordum. Film izlemeyi seviyordum. Filmleri elimde dolaştırırken gözüme bir tanesi takıldı ve aradan çıkartıp "Bunu izliyoruz. Size uyar mı?" dedim. Baktılar ve onayladılar. The bucket list. Bu filmi cidden çok beğeniyordum. Dostluğun en gerçek hali yansıtılmıştı. Sanırım bizimkiler bunu önceden izlememiş olacaklardı ki yabancı bakıyorlardı. Filmi taktım ve koltuğa fırlattım kendimi. Defalarca izleyebilirdim. Sooyoung patlamış mısır ve kolaları getirdi. Beşimiz de koltuğa yayıldık ve dikkatimizi ekrana verdik.

İlk bölümü çok uzatmak istemedim. Umarım beğenmişsinizdir. 💕 Bu arada acemiliğim için üzgünüm, bu ilk kitabım...

SUN AND MOON  |  ksg - pjmHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin