2.BÖLÜM

78 10 10
                                    

     O gün Seungwan'da kalmıştım. Sabah uyandığımda Sooyoung çoktan işe gitmişti. Yerim ve Seungwan ise her zamanki gibi derin uykularındaydılar. Sessizce kalkıp karşı koltuktaki Joohyun'un yanına gittim ve yüz hizasına eğilip yavaşça dürttüm. "Joohyun, haydi uyan geç kalacağız." cevap gelmeyince her zaman ki gıcıklıklarımdan yaparak tokat atmaya başladım. Birden gözünü açıp tam bağaracakken elimle ağzını kapadım. Yavaşça gözlerini ovuşturdu ve oflayarak zorla da olsa koltuktan kendini attı.

    Beraber evden çıktık. Joohyun isyan edercesine "Ah, daha çok erken. Ne diye bu saatte kaldırıyorsun kkangseul?" dedi. Bana böyle seslenmeleri hoşuma gidiyordu ama Seulbear'ı tercih ederdim sanırım. "Daha hazırlanacağız Joohyunie." dedim sanki hazırlanmam çok uzun sürüyormuş gibi. Göz devirdikten sonra telefonundan saate baktı ve bana dönerek "Daha iki saat var." dedi. Suçumu kabullenircesine dudağımı ısırıp başımı öne eğdim. Sonunda güldü ve "Tamam affedildin." dedi. İkimiz de güldükten sonra Joohyun "O zaman geriye kalan vaktimizde beraber kahvaltı yapmaya ne dersin?" dedi. Bu cidden iyi gelebilirdi. "Hmm. Buna hayır diyemem." dedim. Beni eve bıraktıktan sonra o da gitti. Eve sessizce girip tam odama çıkacaktım ki arkadan kalın bir ses geldi "Neredesin sen?" babamın sesiydi. İçimden derin bir nefes alarak döndüm ve "Arkadaşımda kaldım." dedim. Her zaman ki gibi laf sokacağını bildiğim için tepki vermeden geçiyordum artık ama bu sefer beni hayrete düşürerek hiçbir şey demedi. Cidden şaşırmıştım. Doğum günüm felan da değildi oysa ki. Odama gidip hazırlandım ve Joohyun'un attığı konuma baktım. Fazla uzak değildi. Onun evi buraya uzak olduğu için kafeye kendim gidecektim. Yürüyerek gidilebilecek bir yoldu. Dışarı çıkıp yürümeye başladım.
    Uzun bir süre yürüdükten sonra aniden arkamdan gelen sese karşı başımı çevirdim. "Hey!" sapık olduğunu ses tonundan anlamıştım. Hafif korktuğumu belli etmeden hızla yürümeye başladım. Bütün sapıklar beni bulmak zorunda mıydı? Yanıma bir araba yaklaştı. Kapı aniden açıldı ve bir kol beni arkadan sardı. Korkum katlanmıştı. "Bırak beni seni sapık!" diye bağırdım. Giydiğim mini şorttan nefret etmiştim o an. "Sakin ol güzelim. Biraz takılırız ye düşünmüştük. Sen de korkak çıktın." dediğinde gözüm yaşları dışarı salmamak için direniyordu. Kim salıyordu bu ayyaşları sabah sabah sokağa? Tam avazım çıktığı kadar bağaracak ve eskiden öğrendiğim birkaç numarayı kullanacaktım ki belimdeki kollar hafifledi. Arkamdan "Git." diye bir ses geldiğinde koşmaya başladım. Beni kurtaran kişinin yüzüne bile bakmadım. Sesine dikkat edememiştim. Tek düşündüğüm şey kaçmak olduğu için teşekkür bile edememiştim. Kendimi ağlamamak için zor tutarken hızla koşuyordum. Bir insana zorla dokunulması en iğrenç şeydi ve bundan nefret ediyordum. Kafeye yaklaştığımda kendimi toparlayarak girdim. Joohyun'un birşey olduğunu anlamasını istemiyordum. Gidip ona sarıldım ve oturduk. Yemeği yerken biraz sohbet ettik. Karnımız iyice doyunca kalkıp yola koyulduk. Yarın annemin doğum günüydü. Bu yüzden yarın ablamla ona minik bir parti yapacaktık. Kızları da çağırmıştım. Hepsi heyecanla kabul etmişlerdi. Babam tabiki katılmayacaktı. Ne zaman bir doğum günü partisine katılmıştı ki. "Doğum günün kutlu olsun." der geçerdi. Onu da sadece bana derdi. Bunu demesine bile şaşırırdım. Ben heyecanlanırdım. Doğum günlerini severdim.
    İş yerine geldiğimizde Joohyun arabayı park ettikten sonra işimizin başına geçtik. Psikolojimin berbat olmasının insanların psikolojisinden etkilendiğimle alakası yoktu. Evet psikologların da psikolojileri bozuk olabiliyorlardı. Ben insanların psikolojilerini düzeltebiliyordum. Buna seviniyordum ama kendime bir faydam yoktu ne yazık ki. İşte bu iyi mi kötü mü bilmiyordum. Bugün biraz yoğun olacak gibiydi ve ben yorgundum. Sabah yaşanan olay da canımı sıkmıştı. Bugünü atlatabilirsem sevinç çığlıkları atabilirdim.
   
                                   ~

     Sonunda mola saati gelmişti. Joohyun ile her gün yaptığımız gibi sandviçlerimizi alıp bahçedeki banka oturduk. Ben sabahki çocuğu düşünüyordum. Teşekkür edemediğim için mahcup hissediyordum. Çocuğun yüzüne bile bakmamıştım.
     Birden Joohyun'un sesi ile başımı salladım. "Ne düşünüyorsun anlat bakalım." dedi. Joohyun'a bu anlarda yakalanmayı sevmiyordum. Herşeyi anlatmak zorunda kalıyordum. "Hiç.Canım sıkıldı sadece." dedim. Bana garip bir bakış attı ve "Senin, işteyken, canın, sıkılacak, ve ben buna inanacağım öyle mi? Yemezler Seulgi hanım. Sizi bekliyorum." dedi. Ah! Aptaldım. Bugün ki olayı hızlı ve isteksizce anlatınca ağzı bir karış açık bana bakıyordu. "Öncelikle sana sinirlendim Seulgi. Bana niye söylemiyorsun? Neyse iyisin değil mi?" dedi. "İyiyim." dedim ve olayın devamını anlattım. Joohyun düşünceli bir şekilde "Kim acaba?" dediğinde omuz silkerek cevapladım. "Belki de öylesine yoldna geçen biridir." Joohyun sadece kaşlarını kaldırmakla yetindi. "Haydi mola bitiyor. İçeri girelim." dedim. Önden yürümeye başladığımda "Hey, beni bekle." diye koşarak koluma girdi. Odalarımıza geçtikten sonra sıradaki hastamı bekliyordum.
   Sıradaki hasta içeri girdi. 20'li yaşlarda bir genç gibi görünüyordu. Kayıtlarına hızlıca göz gezdirdim dosyamdan. Evet 20 yaşındaydı. "Şöyle geçin lütfen." deyip gülümsedim. O an bana bakışı bir garip gelmişti. Bu sabah yaşadığım olaydan sonra bir erkeğin böyle bakması beni biraz germişti. Ah! Saçmalama Seulgi. O senin hastan tabiki de sana bakacak. Başka nereye bakmasını bekliyorsun? Gülümseyerek yanına gittim. Hastalarımın yanında her zaman gülümserdim. Utanmasınlar, çekinmesinler ve rahat olsunlar diye... Ve gülümsemenin moral verdiğini düşünüyordum. Bir insana iyi hissettirebilecek en güzel şey, gülümseyecek hiçbir şey olmasa bile gülümsemek. Karşısına oturdum. Bana bakması normaldi ama bu şekilde bakması... Dikkatimi toplayıp gözlerine baktım ve "Merhaba. Nasılsın?" diye sordum. Bu çocuk sadece beni izliyordu. Konuşmuyordu. Herhalde biraz utangaç olmalıydı. Tekrar konuştum. "Cevap vermeyecek misin?" dedim. Kafasını yukarı kaldırıp tavanı izlemeye başladı. Tavanı izlerken sonunda konuştu. "Sadece konuşmadan böyle otursak?" bunu hafif fısıldayarak söylemişti. Ah! Cidden garipti. "Efendim?" dedim biraz meraklı bir sesle. Bana baktı ve "Konuşmak istemiyorum." dedi. Bir dakika. Sesi... Bu ses... Bir an beynim karıncalandı. Dikkatimi toplayıp hemen cevap verdim "Ama buraya ne için geldiğini öğrenmeme izin vermelisin." dedim samimi bir sesle. Az daha elimi kaldırıp onun eline götürecektim ki kafamın arkasına götürdüm. Elini arkadaşça tutmaya çalışsam da biraz garip kaçabilirdi değil mi? Kafayı yiyecektim. Neden böyle saçma davranıyordum? Bir an hareket eden elimi izledi ve tekrar bakışlarını bana ulaştırarak "Buraya arkadaşımın zoruyla geldim. Şimdi bir saat boyunca sessizce oturup kafa dinlemek istiyorum eğer susarsan." dedi. Bu biraz kabaca olmuştu sanırım. Samimi olmaya çalışarak "Arkadaşının seni buraya getirmesinde illaki bir sebep vardır. Söylemek istemiyor musun? Bak bana sö-" tam lafıma devam edecektim ki sözümü böldü ve "Sana söyleyebilirim felan falan zırvalıkları. Delirdiğimi düşünüyorlar. Bu yüzden buraya getirdi beni. Eminim çoğu kişinin numarası budur." dedi. Bir an ağzım şokla açılacaktı ki kapattım. "Bak burada rahat olabilirsin. Benimle bir saatliğine arkadaşmışız gibi dertleşebilirsin." dediğimde birden kafasını bana çevirdi. Uzunca baktıktan sonra bakışlarını kaçırdı. Aman Allahım! Dudakları... Çok güzellerdi cidden. Bugün bende bir sorun vardı. Acilen kendime gelmem gerekiyordu. Dudaklarına bakarken dalmış olmalıyım ki dudaklarını yaladı ve birden aramızdaki tahta, hafif ve küçük masayı ayağıyla kenara ittirip önüme eğildi. Aramızda santimler vardı. Hafif sırıtarak "Neden öyle bakıyorsun?" dedi. Bu yakınlık biraz heyecanlandırmıştı beni. Cidden deli gibi davranıyordum. Birden geri çekilip "Hiç." dedim hızlıca. Ardından hemen "Konuşmanı bekliyorum." dedim. Hafif güldüğünde dışarı saldığı nefesinin sesi ulaşmıştı kulaklarıma. Tamam Seulgi. Hastana konsantre ol. "Bir saat dolmak üzere. Bir dahaki seansa gelebilirsin. Belki o zaman konuşmaya hazır olursun." dedim. Bir saat ne kadar çabuk geçmişti öyle. Hastamla hiç ilgilenememiştim. Suçlu hissetmiştim biraz. Ayağa kalktı. Bana son kez baktı ve hızla dışarı çıktı. Bu neydi şimdi? Cidden anlayamamıştım. Çıkış saatine kadar aklımdan çıkmamıştı.
   Çıkışta Joohyun'u beklerken bir yandan da telefonumun sesine karşılık ekranda annemin ismini görünce açtım. "Alo, anne." dedim. "Alo. Kızım çıktın mı?" diye cevap geldi her zamanki yorgun sesten. "Evet anne, Joohyun'u bekliyorum." dedim. Ardından annem cevap verdi. "Ablan uzun süredir okula gidemedi biliyorsun. Öğretmeni bir not mu birşey mi ne verecekmiş. Onu sen alacaksın. Joohyun'u sakın peşinde sürükleme. Kızı her gün yoruyoruz zaten. İşten çıkıyor, seni bırakıyor, tekrar dönüyor. Şimdi oralara kadar seninle gelmesin kızcağız." dedi annem. Ablamın üniversite hayatı çoktan bitmişti. Müzik okulundaydı. Müzikle ilgileniyordu. Bekletmeden cevap verdim. "Anne, peki ben nereye gideceğim?" dedim. Annemin sesi bekletmeden bana ulaştı. "Ben sana konum attım. Giderken dikkatli ol kızım olur mu?" dedi. Ben de "Tamam anne ben kapatıyorum o zaman. Görüşürüz." dedim. Attığı konumdaki yeri bilmiyordum. Hatta ilk defa duyuyordum diyebilirim. Joohyun'a mesaj attım ve hızlıca yola koyuldum.

    Sessiz bir yolculuktan sonra taksiyi kullanan şoför geldiğimizi söylediğinde kulaklıklarımı çıkartıp çantama koyduktan sonra ücreti ödeyip indim. Burası beni biraz korkutmuştu. Hem de not alacaktım buradan. Biraz garipti. Yolda biraz ilerledikten sonra eskimeye yüz tutmuş banklardan birine oturdum. Burası şehrin dışına yakındı. İlerideki yola baktığımda tek bir ev bile yoktu. Nereden gelecekti bu adam? Ormanlık ve ıssız bir yol başlıyordu ileride. Adam/kadın herhalde sessiz yerlerde yaşamayı seviyordu. Bir 10 dakika bekledikten sonra kimsenin gelmediğini görünce tekrardan kulaklıklarımı taktım ve sosyal medyada dolaşmaya başladım. Bu gün de bir bitmemişti. Sabahki olay ve o çocuk hala aklımdaydı. En korktuğum olaylardan biriydi zorla dokunulmak ama neyse ki son anda kurtulmuştum. Ne yazık ki dövüş numaraları felan bilmiyordum. Tek güvencem çığlık atmaktı. Tabii bulunduğum yer ıssız değilse. Sonra o çocuk gelmişti. Şu dudakları haddinden fazla güzel olan. Ah! Ne saçmalıyordum ben. Sadece bana dik dik bakması biraz korkutmuştu beni. Hastalarımın bana böyle bakmasına alışkın değildim. Bakışları duygusuz derlerdi ya, aslında öyle birşey yoktu. Her bakışta bir duygu vardı. Sadece bunu anlamak biraz çaba gerektiriyordu. Herhalde başka biri görse o çocuk için duygusuz bakıyor derdi. Bakışlarında korku,endişe ve biraz da sevinç görmüştüm ama korku ve endişesi sevincini örtmeye yetiyordu bu yüzden anlaşılması zordu. Korku ve endişesini kontrol edemiyordu. Dışarı vurmamak için elinden geleni yapıyordu ama başarısızdı. Bunu bir psikologtan asla saklayamazdı ya da benim gibi birinden mi demeliydim? Çocuğun bakışları aklıma geldiğinde mideme vuran heyecanı durduramadım. Sadece alışkın değildim. Hepsi buydu. Başımı göğe çevirdim. Gökyüzünün mavi renge kavuşmasını sağlayan aracı, güneşi düşündüm. Muhteşemdi. Ardından yıldızlarını etrafa salarak,parlayarak yükselen ayı düşündüm. Ay ve güneş mükemmeldi. İkisinin adı beraber mükemmeldi fakat ikisi de ayrı ayrı güzeldi. Asla bir değillerdi. İkisi olmazsa olmazken ayrıydılar. Beraber olmaları imkansızdı ama mükemmel olmaları ve birbirlerine muhtaç olmaları imkansız değildi.
    Düşüncelerimden sıyrılıp kafamı telefonda yazan rakamlara çevirdiğimde buraya geldiğimden beridir yarım saatin geçtiğini farkettim. Bu adamın geleceği felan yoktu. Ayağa kalkıp yavaş adımlarla geri yürümeye başladım. Fakat arkamdan gelen ses duraklamama neden olmuştu.

Evet bir bölümün daha sonuna geldik. Umarım beğenmişsinizdir. ❤️

SUN AND MOON  |  ksg - pjmHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin