"Kalbim, unutacağız onu,
Bu gece, sen ve ben.
Ben ışığı unutayım,
Onun sıcaklığını sen."Bölüm şarkısı; Dark Times- Scarlett Rose
"Raha."
Bir dakika. O, adımı mı söylemişti? Gözlerimi kırpıştırarak adımı söyleyip söylemediğinden emin olmaya çalıştım. Adımı söylemişti. Güzel söylemişti. Sesi güzeldi.
Bir çöle yağmur yağdıracak, kurak toprakta güzel papatyalar açtıracak kadar güzeldi. Kaşlarımı çatarak yüzüne tanıyıp tanımadığımı anımsamak için baktım. Az önce ağladığım için gözlerim acıyordu. Az önce ağladığım için kalbim acıyordu. Az önce ağladığım için, sanki dünya bana acıyordu.
Tanımamıştım bu adamı. Daha öncede hiç görmediğime emindim. Görsem, muhakkak hatırlardım. Çünkü inanın bana, yüzü melekleri andırıyordu. Unutulacak gibi değildi. Gözlerim gözlerine bir defa değse, kesinlikle bilirdim.
Bana hiç görmediği birini tanıyormuş gibi bakıyordu. Bir insan, hiç görmediği birini tanır mıydı? Oluyordu. Mesela, bir insan canınızı onlarca kez acıtmasına rağmen ona hâlâ güveniyorsunuz. Gelip size "her şey yalandı" dese bile siz, o her şeyden hiçbir şey çıkarıp ona tekrar güveniyorsunuz. Buda öyle bir şeydi."B-beni tanıyor musunuz?"
Bu defa kekelememin sebebi kesinlikle şoktan değildi. Şoktan çıkmıştım. Bunu sorarken sesim titremişti. Sanki yerde titremişti. Gökyüzü, bulutlar, hattâ saklanan güneş dâhi titemişti sanki.
Bende titremiştim. Fakat o milim hareket etmemişti. Nitekim, Sebebi neydi titrememin? Güneş ne diye çıkmıyordu ortaya? Karşımda duran güzel yüzlü adam neden artık yumuşak bakmıyordu bana?"İnci tanesi," diye mırıldandı. Gözlerini, gözlerimden alıp yere baktı. Kaşlarını asla hallolmayacak bir şey düşünüyormuşçasına çattı. Kolu hâlâ belimde, bedeni hâlâ bedenime yaslıydı.
"Beni nereden tanıyorsunuz?" diye sorduğumda ellerimle kavradığım gömleğini istemsizce sıktım. O an gözlerini yerden kaldırıp hiddetle bana baktı. O yumuşak bakan gözlerinde şimdi neden bilemediğim bir alev vardı.
"İnsan yalnızca, kendine acı çektirenleri tanır."
İnsan yalnızca, kendine acı çektirenleri tanır.
Söylediği söz üzerine, bedenim titremeyi es geçip kaskatı kesildi. İnanın bana, gökyüzü dönmeyi bıraktı. Savaş ortasında gülümseyen o çocuğa, silah doğrultuldu. Fakat o buna rağmen hâlâ gülümsüyordu.
Onun gözlerinde, sanki binlerce şeyi yakmak için debelenen bir alev vardı ve o alev, beni içeri almaya çalıştı. O alev, kendisinden büyük bir nefret yarattı. Şimdi gözlerinde ateşinin doğurduğu duygu olan nefreti vardı.
O nefret, banaydı.
Gözlerini gözlerimden çekmedi. Güzel yüzü artık güzel gelmiyordu. Çünkü bana artık güzel bakmıyordu. Sıcaklık ve güven veren bedeni şimdi buz gibi hissettiriyordu. Hava...şimdi daha da soğumuştu.
"Ateş," dedi içimdeki ses, "Kutuptaymış gibi hissettiriyor fakat bu adam, ateş!" ve onay verdi hep birlikte içimdeki o sessiz koro. Notalar bilinmiyordu, senfoni yoktu, enstrümanlar kırıktı...
Belliydi, nefreti çok büyüktü. Belliydi, nefreti onu boğuyordu ve belliydi, nefreti yakacak türdendi. Kendimi bile sorgulamama neden olmuştu. Ben... Ona ne yapmış olabilirdim? Ben, onu daha önce hiç görmemiştim ki. Hem ben henüz kendimden başka kimseyi kırmamıştım. Acaba beni başkasıyla karıştırıyor olabilir miydi? Ama adım... Adımı söylemişti. İlk söylediğinde sesi çok güzel gelmişti. O... Adımı nereden biliyordu sahi? Bir de inci tanesi demişti. Ne demekti, 'acı çektirenler' derken neyi kastetmişti? Neydi tüm bu olanlar? Beni kurtarmıştı tamam. Ama inci tanesi ne demek oluyordu? Niye bana söylemişti bu güzel kelimeyi? Ona minnettardım beni kurtardığı için fakat şuan beni kesinlikle bırakması gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HUTAME -HÂR-
Mystery / ThrillerWattpad'de ilk 'HUTAME' adlı çalışmadır. • "Sen ateş değilsin, Algos." Ağzımdan yuvarlanan bidirenk kelimeleri işitmiyor, her zamanki gibi vereceği görevle uğraşıyordu. Öfke içimde yanardağa dönüşürken yutkundum. Şuan istediğim tek şey, damgeh gözl...