Bölüm şarkısı; hozier- take me to church
"...
Ah benim nergis kokulu cehaletim...
Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda
Anlatmak isterdin kendini durmadan
Bir bardağa bile olsa.
Ne diyecektin, ne söyleyecektin
Şairlerin şahı olsan,
Bir AH'dan başka.
Ah benim nergis kokulu cehaletim
Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin.
AH!.."◆◇◆
Anne...
Bu sana yazdığım binlerce mektubumdan sadece biri.
Zaman geçiyor anne. Zaman çok çabuk ve, "alırım canını" der gibi geçiyor. Senin içinde böyle çok çabuk mu geçmişti zaman? Sana da bu cümleyi mi kurmuştu o körolası? Annelere de kullanılır mı bu can yakan cümle? Biliyorum. Hayat devam ediyor. Zaten öldürecek gibi olan da bu. Hayat devam ediyor. Keşke etmeseydi anne. Keşke, sen öldüğün gün dünya dursaydı. Kuşlar uçmasa, işe giden insanlar evlerine dönmese, çocuklar oyunlara devam etmeseydi. Anne... Keşke bu böyle olmasaydı. Kangrenleşen umutlarımı ben keşke kesip atmak zorunda kalmasaydım. Küçüklüğümü doyasıya yaşasaydım. Keşke babam ve sen ellerimden tutup beni istediğim bir yere götürseydiniz. İnan, tek isteğimin bu olması canımı bir başka yakıyor.Anne... Benim güzel annem... Yanımda olman gerekirken, saçlarımı okşaman, bana nasihatler vermen ve benim sana aşklarımı anlatmam gerekirken, neden başka yerlerdesin söylesene. Anne, birlikte yemekler yiyip, eğlenmemiz gerekirken... Bu, neden böyle?
Yediremiyorum. Hak etmeyen onca insanın annesi yaşıyorken senin yaşamaman canımı yakıyor. Bu çok bencilce biliyorum fakat bencil davranmam normal değil mi zaten? Hele ki bu durumdayken. Hele ki bu kadar acıyla boğuşuyorken. Bunca şeyle baş etmeye çalışırken ara sıra kollarımı birbirine bağlayıp dudak bükerek küsmek benim de hakkım değil mi? Anne... Küçük bir kız çocuğu olup babama küsmemin ve ilgi istememin neresi yanlış söyler misin? Sen bilirsin. Doğruyu, yanlışı, haklıyı, haksızı. Her şeyi bilirsin sen. Öyleyse söylesene, bir kere babamın bana sarılması benim hakkım değil mi? Ha, anne?
Olmayışının yağlı urganı dolanıyor boynuma her sefer de. Her şey, ama her şey... Bana sana gelmemi söylüyor. Seni görüyorum sürekli. Rüya diyemiyorum buna. O kadar gerçek, o kadar güzel ki... Rüya dersem sana saygısızlık ederim sanki. Mor bir elbise var üzerinde anne. Sarı saçların yine ışıl ışıl ve uzun. Çiçek kokusu yayan gülümsemen yine dudağında... "Miniğim," diyorsun bana. Ve sonra narin ellerini uzatıyorsun. Ürkekçe dokunuyorsun. Sanki dokunduğunda ben yok olacakmışım gibi bakıyorsun gözlerime. Sonra yok oluyorum anne. Sonra, sana gelemiyorum. Bana uzattığın narin eline ben dokunamıyorum. Sonra kahroluyorum...
Nasıl oralar? Soğuk mu? Bana yer var mı? Anne... Eğer yer yoksa bile, ne yap et ayarla. Yanına gelişimin zamanı çok kısa gibi görünüyor zîrâ.
Elimi kullanamadığım ve dinlenmek istediğim için gün boyunca odamdan çıkmamış, doktorun söylediklerine istinaden iştahım olmadığından ötürü tek lokma yemek yiyememiştim. Serra tüm gün yanımdan bir dakika bile ayrılmamış, benimle sürekli konuşmuş ve dertleşmişti. En son sıkıntımız bizi boğacak gibi olduğunda, Serra Doruk'u aramış ve bizi fazlaca takıldığı To Land barına getirmesi için ikna etmişti. Sonuç olarak Doruk'un bu aralar fazlaca takıldığı bara nihâyet gelebilmiştik.
Barı baştan aşağı süzerek yüzümü tiksinircesine ekşittim. Bu elbette ilk bara gelişim değildi. Ama bu bar daha önce gittiğim barlardan kesinlikle daha değişikti. Sıradan barların aksine etrafa renkli ışıklar değil, sarı loş bir ışık hâkimdi. Bu loşluk azmış gibi bir de etrafta uçuşan dumanlar bu sarılığa ayrı bir gölgelik katıyordu. Barda öylesine bir mayhoşluk vardı ki, gözlerim kamaşıyordu. Ve bir de bunların yanı sıra, her köşede öpüşenler ve birbirine sürtünerek dans edenlerin salaşlığı ortama düzensizce hâkimdi. Bazı erkekler kızları kucaklarına alarak ilerliyor ve ürkütücü görünen koridordaki -ne için kullanıldığını az çok tahmin edebildiğim- odalardan birine giriyorlardı. Kapısı kapanan odalardan ve içeriye giren bedenlerden geriye, sadece benim edepsiz düşüncelerim kalıyordu. Ter ve parfüm kokusu barın her tarafında dans ediyordu âdeta. Buna rağmen insanlar bu kokudan rahatsız değildi. Etrafa dikkatli bakıldığında birbirine gizlice poşet verip para alan insanlar vardı. Kimseye fark ettirmemeye çalışıyorlardı fakat nâfile. Onlar, benim hâkimiyetimdeydi. Eğer bu barda rastgele bir yere oturmuş olsaydınız, şüphesiz bir adamın beni delip geçen bakışlarını görebilirdiniz. Bakışları, bunca hâkimiyetlere rağmen bara daha hâkimdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HUTAME -HÂR-
Misterio / SuspensoWattpad'de ilk 'HUTAME' adlı çalışmadır. • "Sen ateş değilsin, Algos." Ağzımdan yuvarlanan bidirenk kelimeleri işitmiyor, her zamanki gibi vereceği görevle uğraşıyordu. Öfke içimde yanardağa dönüşürken yutkundum. Şuan istediğim tek şey, damgeh gözl...