Araba uzun süredir gidiyordu. En sonunda yine bir dağın tepesinde ama bu sefer güneşin tüm çıplaklığıyla önümüze serildiği bir yere gelmiştik. Arabadan aşağıya indim ve aşağıya doğru yürümeye başladık. Hafif bir yükseltinin ardından ilerlediğimizde yemyeşil bu koca alana mezar taşları sıralanmış gibiydi. Gözümün göremediği yere kadar uzanıyordu. Gözlerim en uç noktayı seçmeye çalışıyordu. Her ne kadar bu beyaz kovanlar milyonlarca canlı taşısa da bana ölümü hatırlatmıştı. Yeşil bitki örtüsü, beyaz kovanlar ve ölüm beni baharda çağırıyordu.
Ey kalbim hayatı neresinden alırsın diye sana sormak isterdim ama sana tek sorabileceğim ölümü neresinden alırsın olacak. Kar beyazı kaplamış dağların arasında mı, arıların etrafına doluşup, sarı turunçgil elbiseyle bir geceye gider gibi eteklerini yemyeşil olan bu örtüye sürüye sürüye toprağın içine gömülerek mi? Yoksa o ihtişamlı binaların arasında tarihin serpildiği İstanbul' da mı?
Kolumdan birinin çekiştirdiğini fark ettim. Başımı o yana çevirdiğimde Murat elimi koluna doluyordu.
"Büyülendin değil mi?"
O nazik dokunuşuyla elimi alıp sıcacık koluna dolamasına büyülenmiştim evet. Şimdi ise onun pürüssüz cildine dalıp gitmiştim. Sanki zaman işlemiyor ve arılar bize şarkı söylüyor gibiydi. Seni hissetmek milyonlarca böceğin kanat çırpışında yarattığı müzik gibiydi. Seni hissetmek kışın bahara döndüğü sıcaklık gibiydi. Karın kışın ortasında bir yuva kurmuş kalbim ve o yuvayı ısıtan senin varlığın gibiydi, seni hissetmek.
"Sesi duyuyor musun senin titremen gibi kanat çırpıyorlar." Gözlerimi kapatıp kanat çırpışlarını dinledim. Çok kısa ve ritmik. Nefesim daha bir açılmıştı. Sanki kalbim onların kanat vuruşuna ritim uyduruyordu. Güneş tenimi ısıtmaya başlamıştı. Ilk defa üzerimden bir gerginliğin gittiğini hissedebiliyordum. Nefes alamama korkusunun yerini hafif bir mayışma almıştı. Sanki birisi elleriyle tüm vücuduma yavaş ve hafif ritimlerle masaj yapıyor da vücudum ondan dolayı karıncalanıyordu.
Gözlerimi açtığım da gün daha bir aydınlık gelecek umut vericiydi. Yüzümde huzur dolu bir gülümseme vardı. Yengemler ise çoktan kovanların başına geçmişti. Benimse gitmeye hiç niyetim yoktu. Murat kolumdan hafifçe çekiştirdi.
"Haydi yakından bak." Elimle kolunu tuttum.
"Hayır o kadar yaklaşamam sokabilir." Merak etme panik yapmazsan sokmazlar. Beni çekmesine engel olamamıştım ve onunla birlikte yürümeye başladım. Hiç de iyi bir fikir değildi. Yengem bir çerçeveyi almış havada inceliyordu. Neredeyse burnu girecek kadar yüzüne yaklaştırmıştı. Arılar ise onu umursamadığı peteklere yapışık duruşundan belliydi. Bu kadar tüylü arı bir arada, sanki avucunun içinde bir tüy yumağı varmış gibi duruyordu. Içim gıdıklanmıştı. Yengem ise bir ikisini eline alıp, bakıp tekrar koyuyordu. Kara gözlerim koskocaman açıldı ve korkuyla ona bakıyordum.
"Sokmuyorlar mı?" Yengem gülümsedi ve eliyle gel diye işaret etti.
"Bir kraliçeyi elinde tutmak ister misin?" Dedi yengem. Yok artık hem de kraliçeyi çıldırmış olmalıydım. Murat beni kovana kadar çekiştirdi. Şimdi neden beni koluna doladığını anlıyordum. Kaçacak yerim olmasın diye.
"Ya sokarsa?"
"Korkup ani bir hareket yapmamalısın. Haydi getir elini bizi sokmuyorsa seni de sokmazlar." Dedi yengem ve eliyle bir arıyı elimin üzerine koydu. Ilk defa arılarla bu kadar sıkı fıkıydım. Diğer elimle ona dokundum. Kendime inanamıyordum. Sanırsın elimde tuttuğum kelebekti. Geri yengeme doğru uzattım. Kanatlarından tutarak aldığı gibi çerçeveye geri koydu. Yengem Civan Teyzeye doğru konuştu:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERRA ( KIZIL ÇEMBER ) KİTAP OLDU
FantastikVe Berra da kitap oldu. Telif Hakkı Çınaraltı Yayınları' na geçmiş olup bazı bölümler kaldırılmıştır. Yeni gelismeler icin instagram sayfami takip edebilirsiniz @kizilcember Herkesi, neredeyse ölümsüz yapacak sifayi bir guce sahipsiniz. Sevdiğinizi...