KAİ
Kollarımdan kayıp gitmişti. Tam ona kavuştuğumu sandığım zamanda yine bizi ayırmışlardı. Sehun’u ilk kez kaybedişimin üzerinden tam olarak 5 gün geçti. Onu ne okulda görebiliyordum ne de evlerinin yakınlarında. Psikopat bir sapık gibi bütün gün evlerini izliyordum ama sanki Sehun yok olmuş gibiydi. Kalbim bana destek olmak yerine içimde yaratılan boşluk yüzünden beni daha da derine sürüklüyordu. Artık o evde kaldığından şüphe etmeye başlamıştım. Çünkü tuhaftı bu kadar gün beslenmemesi, bir yaşam belirtisi göstermemesi tuhaftı. Veya ikinci seçenek olarak oda benim gibi hayatı siktir etmiş kendini odasına kapatmıştı.
İkinci seçeneğin olmasını beynim daha çok arzulasa da kalbim benim yüzümden acı çekeceği düşüncesi ile daha çok sıkışıyordu. Bana karşı hisleri olduğuna o gün adım gibi emin olmuştum. Bakışlarında aşk vardı, muhtaçlık ve arzu vardı. Bir yanım gitmesine izin verdiğim ve seyirci kaldığım için kendime kızıyordu. Ama diğer yanım daha doğuştan ayrı kalmamıza neden olan ailelerimize nefret kusuyordu.
Sehun ve ben lanetli doğmuştuk. Daha dünyaya gelmeden Tanrı bize büyük bir ceza vermişti ve işlediğimiz suçu bilmeden buna katlanıyorduk. Belki de bunu cezaya çeviren lanet olası ailelerimizdi. Belki de bir araya geldiğimiz de o kadar kötü şeyler olmayacaktı.
Ondan haberimin olduğu günü daha dün gibi hatırlıyorum da ne düşüneceğimi şaşırmıştım.
FLASHBACK
Daha önce hiç görmediğim biri benim kaderimdi ve ben adını dahi bilmiyordum. Düşünceler kafamda 3. Dünya Savaşı’nı başlatırken kalbim heyecandan ve korkudan maraton koşmuşçasına atmaya başlamıştı. Ona gördüğüm ilk an aşık olacağımı konuşuyorlardı. Lay hyung beni desteklese de Kris hyung karşılaşmanın asla gerçekleşmemesi gerektiğinden bahsediyordu.
Daha 16 yaşındaydım ve öğrendiklerim bana ağır gelmişti. Öğrendiğimden haberleri yoktu ama Lay’in o gün beni pencerenin önünde hissettiğinden adım gibi emindim. Çünkü bakışları değişmişti. Konuşmaları bittikten sonra ilk karşılaşmamız da özür diler gibi bakıyordu gözlerime. Af diler gibi. Ve belli etmeden bana yardım etmişti. Sehun’u tanımam da açık açık göstermese de en büyük destekçim olmuştu.
Başıma büyük bir bela almıştım. Okulum özel olduğundan yurt dışına gezi vardı. Ve ben hayatımın en büyük oyununu oynayıp sonucunu bilmeden, ailemi kandırarak Amerika’ya gitmiştim. Sehun ile ilgili bu kadar bilgi edinmem de ev adresini bile öğrenmem de en büyük etken Yixing hyung oldu. Sanki gerçekten unutmuş gibi Kris’in çalışma odasının kapısını kilitlemek yerine açık bırakarak bilgileri ayağıma getirmişti.
Dediğim gibi 16 yaşında büyük bir olayın içine attım kendimi. Ama ne olacağı umurumda değildi. Onu görmek istiyordum. Kaderim olacak kişiyi görmek istiyordum. Merakım sadece bu değildi. Merakım gördüğüm an aşık olacağımı söylediklerinden ne hissedeceğimi düşünmemdi. O hissi yaşamak istiyordum ve bana kimsenin engel olmasına izin veremezdim.
Sonunda uçağım iniş yaptığında ve taksi çağırıp adresi verdiğimde kalbim ağzımdan çıkacak gibiydi. Muhteşem karşılaşmaya yaklaşıyordum ve onu merak ediyordum. Evin yakınlarında bir yerlerde indiğimde kapıdaki numarayı görüp o ev olduğunu anladım. Sokağın diğer ucuna sırt çantamı alarak yürüdüm ve dikkat çekmeyecek şekilde beklemeye başladım. Adı Sehun’du onunla ilgili kişisel olarak bildiğim tek şey buydu.
Aradan sanırım 1 saat geçmişti ve evin kapısı açıldı. İşte başlıyoruz dedim kendi kendime. Yanında durduğum ağacın arkasına biraz daha sığınarak izlemeye başladım. 3 erkek çıkmıştı evden. Birincisinin yüzü tıpkı bir kızın ki kadar güzeldi. İkincisi uzun boyluydu ve kepçe kulakları vardı. En son çocuk ise.. Aman tanrım gördüğüm an kalbim delirmişti. Ne olduğunu anlayamadım. Sarı saçları ve keskin çene yapısı ile tıpkı Tanrı’nın oğlu gibiydi. Benim yaşlarımda olduğu belliydi. Ama hala beklediğim kız, kaderim olan kız kapıdan çıkmamıştı. O çıkana kadar burada beklemek zorunda olduğumun farkındaydım. Fakat gözlerimi çıkan küçük çocuktan alamıyordum. Sonunda konuşmalarını dinlemeye başlamıştım. Belki de Sehun’dan bahsedebilirlerdi.
‘’Hyung gitmek zorunda değilsiniz lütfen bir iki gün daha kalın, lütfen.’’
Sarı saçlı çocuk diğerlerine yalvarır gibiydi. Büyük olan ikilinin yanlarına bavulları vardı. Belli ki bir yere gidiyorlardı.
‘’Tatlım tekrar geleceğiz söz veriyorum sana. Hem internetten de görüşebiliriz değil mi?’’
Kız suratlı ufak çocuğa bunları söyledikten sonra sarılıp kendine çekti.
‘’Hadi ama Sehun ağlama. Tekrar geleceğiz güven bize.’’
Kepçe kulaklı olanın Sehun adını söylediğini duyduğumda evin kapısına baktım ama bu üçünden başka kimse yoktu. Gelecekte ki karımı gözlerimle ararken şok olmamı sağlayacak kelimeler kız suratlının dudaklarından döküldü. Sarışın çocuğu kendinden uzaklaştırdı. Saçlarını elleriyle okşuyordu.
‘’İçeri git Sehun üşüyeceksin bebeğim.’’
‘’Tamam gidiyorum ama söz verdiniz geleceksiniz. Tekrar yanıma geleceksiniz.’’
Aman Tanrım. Aman Tanrım Sehun bir kız değildi. Sehun bir erkekti. Kaderim olan insan bir erkekti. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Gözlerim tıpkı Soo hyungkiler gibi pörtlemişti. Geri geri adım atarken ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Demek bu yüzden onu görür görmez kalbim kendinden geçmişti…
FLASHBACK END
O günü hatırladığımda gülümsememe engel olamadım. O kadar masum o kadar yakışıklıydı ki onu kendime saklamak istemiştim. Onu sarıp kimseye göstermemek istemiştim. Ama bunun yerine ben onu göremiyordum. En acısı ise buydu. Benim olanı benden sakınmaları ağır geliyordu bana. Kore’ye döndükten sonra her gün onu beklemiştim.
Ben hala düşüncelerim ile boğuşurken Sehunların evinin kapısı açıldı. Sorun şu ki herkes evden çıkmıştı. Ve kapının açılması bana tuhaf gelmişti. Ve beklediğim kişi kapıdan kafasını uzattı. Bu Sehun’du. Demek günlerdir evdeydi. Uzaktan baktığımda susadığı gözlerinin altında ki morluklardan belli oluyordu. Etrafa birini arar gibi temkinli bakıyordu.
Onu zorla evde tuttuklarından adım gibi emindim artık. Verdiğim ani karar ile saklandığım yerden çıktım. Beni gördüğünde asık suratına birden o güneş gibi parlaması hakim oldu. Gözleri küçüldü ve vücudunu kapının arkasından çıkarttı.
Onu öpmemek için kendimi zor tutuyordum fakat zamanımız yoktu. Diğerleri evden ayrılalı çok olmuştu ve dönmeleri an meselesiydi. Elinde tutup kendime çektim.
‘’Gidiyoruz Sehun.’’
‘’Jong bekle. Bu halde gidemem.’’
Üstündekilere göz attım. Tanrım bu çocuk daha büyümemişti. Her ne kadar dışarıdan seksi ve olgun gözükse de şuanda bu kavramlardan çok uzaktı. Üzerinde ayıcıklı pijaması ile 5 yaşında bir çocuğu andırıyordu.
‘’Zamanımız yok bebeğim. Daha sonrada kıyafet alabiliriz.’’
Bebeğim lafım ile yanaklarının kızardığının farkındaydım. Ve kızarıklığı bile şuan beni tahrik ediyordu. Kendine gel Kim Kai zaman kalmadı. Düşüncelerimi kafamı sallayarak uzaklaştırıp onu 2 sokak arkadaki arabama doğru sürüklemeye başladım. Bundan sonra bizi av ve avcı oyunun beklediğinin farkındaydım. Ama kehanet ile ilgili ailelerimizin bilmediği bir şey vardı. Sadece benim bildiğim bir şey. Gözden kaçırdıkları kocaman bir özellik. Ve ben bu kadar büyük bir maddeyi gözden kaçırdıklarına hala inanamıyordum. Biz Sehun ile aynı ortamdayken yenilmezdik. Ve onlar neler olacağını ileride göreceklerdi. Sehun’un kemerini takmasına yardımcı oldum ve gözlerinin içine baktım.
‘’Oyun başlasın.’’
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cry For The Moon
FanfictionYüzyıllar boyunca birbirine düşman nesiller yetiştirdi iki aile.Ama bir gün hesaba katmadıkları bir şey oldu.Ay tutulmasının beklenmedik gerçekleştiği o gece, her iki aileden dünyaya birer bebek geldi. Onlara bahşedilen şey bir lanet miydi yok bir...