Bölüm 11

1.9K 155 0
                                    

Bölüm 11



Ve beynimde yankılanan acı dolu çığlık sesi bedenimin transa geçer gibi titremesine hiç yardımcı olmuyordu.

Çalılıkların arkasında durmuş ne yapacağımı düşünmeye çalışıyordum. Tabi ki şuan ki durumumla düşünmek hayatım boyunca yaptığım en zor işmiş gibi geliyordu. 

Ve şuan Kai’ye zarar veren adamların beni de aradığının farkındaydım. Ya ortaya çıkıp teslim olacaktım. Ya da saniyeler içerisinde bir plan yapıp onları alt etmem gerekiyordu.

Çok korkuyordum. Bu kadar güçlü olmama rağmen tek başıma olmam ve Kai’nin ne halde olduğunu bilmemem, kalbimin ağzımdan çıkacakmış gibi atmasına neden oluyordu. Ve bu beni duyup daha çabuk bulmalarına sebep olabilirdi.

Kendimi sakinleştirmeye çalışırken sürem yavaş yavaş azalıyordu ve ben hala tek bir plan bile yapmamıştım. 

Şuan Kai’ye olan ihtiyacım artmıştı. Ailelerimizin şu durumda olmamızda büyük bir suçu vardı. Eğer kaçmamıza neden olacak şeyler yapmasalar sıcak evimde Kai ile oturuyor olabilirdim.

Arkamın lanet olası acısı da zihinsel acıma ekleniyordu. Ama sonunda Kai’yi kurtarma umudu ile kendimi sakinleştirmeyi başardım.

Bulunduğum yerden biraz daha karanlığa çekilerek nefesimi düzene soktum ve beklemeye başladım. 

İnanın şuan beklemek en mantıklı olanıydı. Kaçarsam popomdaki acı bana işkence edecekti. Birden ortaya çıkarsam sayı üstünlüğü onlarda olduğu için yüksek ihtimal haklanacaktım. 

Bu yüzden beklemeye başladım. Bana yıllar gibi gelen saniyeler ilerledikçe telaşım artıyordu. Çünkü beni siktir edip Kai’yi alıp götürmelerinden korkuyordum. 

Kafamda felaket senaryoları oluşmaya başlamıştı bile. Ama Kai’nin işe yarar bir hale gelmesi için bana da ihtiyaçları olduğundan beklemeye devam ettim.

Duyabiliyordum yaklaşan adım sesleri bana az kaldığını gösteriyordu. Sabret Sehun dedim kendime. Sabredersem arkadan saldırabilir ve hızlı olursam ikisini de halledebilirdim. 

Kai’nin ‘’Rüzgar hep yanında’’ deyişi kulaklarımda çınlarken az önce yitirdiğim öz güvenim yerine gelmeye başlamıştı. 

Olacak dedim kendi kendime. Onları halledeceksin ve Kai ile buradan gideceksiniz. Son anımmış gibi bir psikoloji zihnimde yer etmişti.

Tek isteğim sevdiğim adamla mutlu olmaktı. Bu lanet güç umurumda bile değildi. Tanrı’ya lanet ediyordum. Kahrolası bir biçimde doğmama neden olduğu için. Hiçbir günahımız yokken bu kadar acıyı çektiğimiz için. Ve başkalarının bizde armağan olarak gördükleri şeyi bedenimden söküp atmak istediğim için.

Ben bunları düşünürken salak gibi odaklanmayı kesmiştim ve şuan ne yabancı bir koku alabiliyordum, ne de farklı kalp atışları duyabiliyordum. 

Sonunda bir şey dikkatimi çekti. Çok zayıf kalp atışlarının sesi kulaklarımı ele geçirmişti. Gerçekten zayıftı. Atmıyor gibi. Tahmin ettiğim şeyi görmeme umudu ile kafamı saklandığım yerden biraz ileriye çevirirken… 

İşte oradaydı. Siktiğimin herifleri Kai’yi bir ağacın altına bırakmıştı ve tek başınaydı. Tanrım belki de beni bulamayınca vazgeçmişlerdi. 

Hemen yanına koşarken vücudunun yanık yara izleri içinde olduğunun farkındaydım. Lanet olasıca herifler gümüşle her yerini yakmışlardı. Tanrım meleksi yüzünde şükürler olsun hiçbir sorun yoktu. 

Kendimi onu tek başına bıraktığım için suçlarken yanına eğildim. Kollarımın arasına alıp kendime çekerken gözyaşlarım yanaklarımdan aşağı süzülüyordu.

‘’Lanet olsun Kai. Aç gözlerini sevgilim. Buradayım.’’

Yüksek ihtimalle bilincini kapatmak için lanet olasıca çiçeği kullanmışlardı. 
Tuttuğum elinde bir hareketlenme hissedince gözlerimi gözlerine çevirdim. 

Yarı açık gözlerle bana bakıyor ve yorgunca fısıldamaya çalışıyordu. 
Ne dediğini duymak için iyice eğildim.

‘’G-Git.. bura..’’

Cümlesini tamamlayamadan tekrar gözlerini kapatırken ne olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Tok ses kulaklarımı doldururken gözlerim korkudan irice açıldı.

‘’Vay vay küçük arkadaşımız demek burdaymış.’’

*Luhan*

Hala arıyorduk. Saatler olmuştu, sabaha yakındı ve biz hala onları arıyorduk. 
Kris’in tahminde bulunduğu her yere bakmıştık. Ama elimizde kocaman bir sıfır vardı. Ne bir ip ucu, ne diğer ailelerden gören birileri.

Kaybolduklarını, daha doğrusu kaçtıklarını, olabildiğince gizli tutmaya çalışıyorduk. Sadece güvendiğimiz ailelerle görüşmüştük.

Annemlerin ve Kris’in ailesinin durumu öğrenmesi demek başımıza bela almamız demekti. Ayrıca şuan düşman ailelerinde bilmemesi gerekiyordu.
Bizi nasıl bir duruma soktuklarının farkında değillerdi. 

Dikkat çekmemek için araba ile ilerliyorduk. Sokağın ortasında deli gibi hızımızı alıp koşamazdık.

Arka koltukta oturan Baek ve Chanyeol’e baktım. Baek yorulmuş olacak ki Arka koltuğa olabildiğince uzanmış, kafasını Chanyeol’ün bacaklarına koymuştu. Chan ise durumundan gayet memnun dışarıyı izlerken onun saçları ile oynuyordu.

Açık konuşmak gerekirse bu yakınlığımızı özlemiştim. Kai ve Sehun’un da bu barış ortamında büyümesini isterdim.

Endişeli gözlerimi sürücü koltuğunda ki Kris’e çevirdim. Ona baktığımı anlayınca gözlerimin içine bakıp sıcak gülümsemesini sundu. 

‘’Onları bulacağız yemin ederim.’’

İçtenlikle boştaki eli ile sağ elimi kavradı ve sıktı. Bende ona yorgun gülüşlerimden birini hediye ederken, telefonumun çalışı ile elimi cebime attım.

Numarayı tanımıyordum. Belki Kai olabilirdi. Bize iyi olduklarını haber vermek istemiş olabilirler umudu ile aramayı kabul edip, telefonu kulağıma götürdüm. Duyduğum cümleler beynimde uğuldarken telefon kucağıma düştü.

Chanyeol, Kris ve Baek endişeli gözlerini bana çevirirken dudaklarımdan cümleler bir bir döküldü.

‘’Onları bulduk.’’

Cry For The MoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin