Sabah hastaneye gitmek üzere çıkmıştım evden. Şimdi geldiğim yer ise dört bir yanım telsiz sesleriyle çevrili karakol. Ne işim var değil mi benim burada.
2 SAAT ÖNCE
"Hastaneye gitmek için hazırlanıyordum. Kahvaltımızı bir saat önce yapmış, hazırlanmak için epeyce vaktim kalmıştı. Bugün Ayşe de benimle birlikte gelecekti. Şarkılar söyleyerek hazırlanmaya koyuldum.
- Leylaa! kızım Ayşe geldi seni bekliyor bahçede
Ne demişler iyi insan lafının üstüne gelirmiş. Ayşe de onu anar anmaz bizim evin kapısında belirdi.
- Tamam anne geliyorum hemen deyip çantamı ve ceketimi alarak hızlıca merdivenlerden indim.
Buraya kadar her şey olması gerektiği gibiydi. İnsanlığın olduğunu düşünen bir bireydim bugün bu evden çıkmadan önce. Ama insanlık Oğuz Atay'ın dediği gibi ölmüş.
Ayşe'nin koluna girdim ve yavaşça hastanenin yolunu tutmaya başladık. 20 dakika sonra Ayşe ile yolumuz ayrıldı. Bir yerde işi olduğunu söyledi onu halledip hastaneye yanıma geleceğini belirttikten sonra hastanede görüşmek üzere vedalaştık. Bu vedalaşmanın ardından tam 10 dakika sonra insanlığın gerçek yüzünü görmüş oldum. Bir otobüs, bir adam ve bir kadın. Ne var ki bunda diyeceksiniz değil mi ? Anlatayım hemen.
Otobüs şoförü olduğu bilinen adam, karısı olduğu iddia edilen kadını yolun sağ tarafındaki arazide dövüyordu. Şoförün arkadaşları neden müdahale etmiyorsunuz? sorularına "ona kimse karışamaz hem kadın karısı zaten sizde karışmayın" cevaplarını vermekle meşguldü. Olayı görür görmez bu arkadaşlardan da bir fayda göremeyen olarak telefonu elime alır almaz polisi aradım. İlk görevimi başarıyla tamamlayıp ikinci görevim olan polis gelene kadar o kadını kurtarma operasyonuna geçmek için önce sağıma sonra soluma bakarak bir tahta parçası aradım. Nihayet buldum. O sinirle adamın üstüne nasıl yürüdüysem adamın kaşını patlattığım doğrudur. Sonrası mı ? Sonrası karakoldayım. İfade vermek için karakolun koridorunda bekliyorum. Oturduğum yerin sağ tarafında bir gazete gördüm. Okumasaydım keşke o gazeteyi. İki küçük kız çocuğunun ölümünü okumasaydım. Keşke bu haberi yazan arkadaş bunu yazmasaydı. Keşke insanlık ölmeseydi de bu iki küçük kız yaşıyor olsaydı. İnsanların insanlara dair umutlarını kırmasaydınız, çocuklara kıymasaydınız her şey daha güzel olabilirdi.
Ayşe'yi aramam lazım merak etmiştir hastaneye çoktan varmıştır.
- Alo Ayşe hastanede misin ?
- Evet kuzum neredesin sen bir saattir bekliyorum seni.
- Ayşe karakoldayım telaş yapma olur mu ? Annemlere de haber verme. Sen hastanede beni bekle ben buradaki işimi halledip geleceğim yanına tamam mı ? diyerek Ayşe'nin konuşmasına izin vermeden kapattım telefonu.
- İfadenizi alabilir miyiz hanımefendi ?
- Geliyorum diyerek şahit olduğum rezilliği anlattım odadakilere.
Ne gördüysem ne yaptıysam hepsini anlattım. İfademi imzalayıp çıkmak için kapıya yöneldim. Koridorun başında elleri kelepçeli bir adam yanında onu bana doğru getiren iki polis. Elleri kelepçeli adam oydu. Mecnunu benim çıktığım odaya getiren iki polisle daha önce karşılaş mıydık bilmiyorum ama o kelepçeli ve bana doğru yaklaştıkça kaşının kanadığını gördüğüm adam Mecnunun ta kendisiydi. Mecnunun ne işi vardı burada? Kim onun canını acıtmış olabilirdi ? Beni görünce afalladı. Onu gördüğümde iyi olduğunu bileyim diye gülümsemeye çalıştı. O an kalbimde bir burukluk hissettim. O an tüm olanlar için bir köşeye geçip ağlamak istedim. Onunla konuşmadan gidemezdim buradan. Benim çıktığım onun ise girdiği odanın önündeki koltuklara oturdum. Onu beklerken iki polisin birbirleriyle konuşmalarına şahit oldum.
- Bizim tarih öğretmenini yine getirmişler. Yine kimin hakkını savundu da geldi buralara.
- Yazık o adama da milletin dertleriyle ilgilenmek ona kaldı sanki.
- Belki de yazdığı bir şey için burada geçen sefer ki gibi olmasın.
- Sanmam bu sefer kavga etmiş kaşını patlatmışlar yazarın.
Ardından gülüşmelere şahit oldum. Mecnunun yazar olduğu doğruydu ama tarih öğretmeni kimdi ? Mecnun tarih öğretmeni miydi yoksa yazar mıydı ? Tarih öğretmeni ise bunu bana neden söylememişti ? Kafamda bunun gibi bir çok soruyla bekledim onu. Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovaladı. Ortalıkta o yoktu. Birden kapı açıldı ve belirdi karşımda. Dimdik duruşuyla sanki hiçbir şey yaşamamış gibi usulca geldi yanıma oturdu.
- Leyla hanım sizin burada ne işiniz var ?
- Uzun hikaye Mecnun bey siz iyi misiniz ? Siz neden buradasınız ?
Aslında sormam gereken sorular bunlar değildi. Mecnun sen kimsin diyebilmeliydim ona.
- Benim ki de uzun hikaye Leyla hanım. Hadi gelin sizi evinize kadar bırakayım.
- Kendim gidebilirim yeteri kadar yorgun görünüyorsunuz.
- Haklısınız. İnsanların acımasızlığından epeyce yorulduğum doğrudur. Buyrun gidelim artık.
Demesiyle birlikte kalktık yerimizden. Tek başıma gidebileceğime ikna ettikten sonra evimin yoluna saptım. Ama eve gitmeyecektim. O benim gittiğime ikna olana kadar bir evin köşesine saklandım. Onu izledim. 15 dakika sonra gittiği yola doğru yürümeye başladım. Evine gitmiyordu. Acaba orası onun evi miydi ? Kafamdaki sorularla onu takip etmeye koyuldum, çantamda çalan telefonuma aldırmadan. 45 dakika kadar yürüdükten sonra geldiğimiz yer sahil idi. Bir balık evine girdi. Ve masaya kuruldu. Usulca kapıyı açtım. Onun kurulduğu masaya doğru emin adımlarla ilerledim. Sandalyeyi çekip oturdum.
- Bir rakıda ben alabilir miyim ?
- Hemen getiriyorum.
Çantamın içinden telefonumu alıp Ayşe'ye mesaj attım beni merak etmemesini gelince her şeyi anlatacağımı söyledim. Annemlere de bir mesaj attım ve bu gece hastanede olacağımı bildirdim. Şimdi onun o güven veren ve aynı zamanda korkutan gözlerine odaklandım. Kalbimin delice çarpmasını sağlayan adamı dinlemek üzere hazırdım. Ben hazırdım fakat o anlatmak için hazır değildi. Bir yudum aldım rakıdan. Ve ben anlatmaya başladım. Bugün karşılaştığım manzarayı hissettiklerimle birlikte anlattım ona. Benden sonra ona da sıra geleceğini, onunda her şeyi anlatacağını kaç kere vurguladığımı bilmiyorum. Benim anlatacaklarım bitmişti. Artık söz ondaydı. Biten rakısını yenilemek için oradaki çalışana seslendi. Çalışan usulca yeniledi rakısını. Bir yudum aldıktan sonra başladı anlatmaya. O anlattı ben ağladım insanlığa. İnsanların bu kadar kötü olabildiklerine ağladım. Ve işin en güzel kısmı bu adamı sevdiğimi anladım. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PERESTİŞ (TAMAMLANDI) #wattsy2019
Romans" Dilime Zeki Müren'in şarkısı dolanmıştı o akşam. 'Elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak' O akşamdan sonra onu bana soranlara hep bu şarkıyı söyledim. " Leyla. " Yine bir yanlış anlaşılmanın kurbanı olmak istemiyorum. Bekle ben...