Bazen kendimi bir ana gömmek isterim. İçim o kadar bulanıklaşır ki, hiçbir şeyi göremem. Zamanı durdurup bulanıklığın kaybolmasını beklemeye ihtiyacım olur. Yaşadıklarımı, yaptıklarımı sonradan değiştiremeyeceğimin çoktan farkına vardığım için emin olmadan adım atmak istemem. Ama şimdi hiçbir şey düşünmüyordum. Bu sefer beynim kalbime değil, kalbim beynime engel oluyordu.
Kendi izlerime inat, yara almaktan çekinmiyordum ya... Bir savaşa daha koşar adım ilerliyordum. Ne ardımda ordu vardı, ne de silahım. Savunmasızdım. Yenik düşmem olasılıktan çok bir kesinken, ben kendime acı çektirmekten bıkmıyordum.
Dakikalardır soluksuz koşuyordum.
"Sanki bir uçuruma yalınayak yürüyoruz."
Aklıma bir anda giren şarkı sözüyle gözlerimi kıstım. Dediği yere varmak üzereydim. Bütün karışıklıkların içinden sıyrılıp sadece oraya gitmeye odaklanmıştım.
Nedeni yoktu.
Yenilmiştim yine kendime.
Zaten kazanmak için güçlü olmak gerekmez miydi?
Belki sadece temelli içinde olacağım durumu yenilmek sanıyordum.
Koşmayı bırakıp yürümeye başladığımı yere bakınca fark ettim. Hızla inip kalkan göğüs kafesimin içine tüm oksijeni hapsetmek istiyordum. Ellerimi serbest bıraktıktan birkaç saniye sonra avcumda yoğun bir acı hissettim. Olduğum yerde durup hiçbir yere bakmadan direk kafamı göğe çevirdim. Gülmeye başladığımda tüm duyguları aynı anda hissediyordum.
Şu an bu halde ölsem ve gökyüzü mezarım olsa... Yağmur olup da onların mezarına yağsam... O topraklar ruhumdaki izleri silince tamamlansam... Bende fazladan duran izler eksikliklerim.
Ait olduğum yerde,
Ait olduklarımla olsam.Düşünmekten kaçtığım şeyler aklıma gelince dişlerimi sıktım ve kafamı sallayarak başımı indirdim. Avuç içlerime baktığımda gördüğüm dörder tane hilal şeklinde kızarıklıkların bazılarından kırmızı sıvı çıkıyordu.
Bunu yapmayı uzun zaman önce bırakmıştım. Hatta tırnaklarımı bazen buna engel olamadığım için çoğunlukla kısa tutardım. Şimdiyse yine fark etmeden kendi fırtınam, beni savurmuştu.
Sol tarafımda denizle aramda olan kumlar yerini büyük taşlara bırakmaya başladığında sağdaki dükkanlar çoktan geçmiş, kaldırım bitmiş ve onun yerine de yol gelmişti.
Durup saçımı omzumun üzerinden geriye attım. Ellerimi önümde birleştirip tırnaklarımla oynamaya başladım. Ayaklarım geri geri gitmek istiyordu. On beş dakika önceki kararlılığımdan eser kalmamıştı. İç sesimin bana verdiği destekle kaşlarım çatıldı.
Neden bu kadar büyütüyorsun ki? Arkadaşın o senin. Daha önce defalarca konuştunuz. Sen daha önce de kötü olduğunda onun yanında oldun. Tek fark var, şimdi fiziksel olarak yanında olacaksın. Hadi, ilerle!
Onu kötü halde beklettiğim için kendime kızıp koşmaya devam ettim. Kayalıkların üzerinde olduğum için çok hızlı ilerleyemiyordum.
Bir duvara çarpmış gibi durduğumda derince yutkundum. Deniz bazı kayaları ıslatıyor ve renklerini koyulaştırıyordu. Denize en yakın ama ıslak olmayan taşın üzerinde ise o vardı. Arkası dönük duruyordu. Büyük bir kayanın üzerinde kollarıyla dizlerini sarmıştı. Kıvırcık saçlarından gözlerimi ayıramıyordum.
Göz kapaklarım perde gibi inip kalktığında gördüğüm manzarayla kaşlarım çatılırken dudaklarım aralandı. Rüzgar'ın yanına bir kız çocuğu oturmuştu. O kız çocuğunu tanıyordum. Bendim o. Benim çocukluğum ve aynı zamanda içimde yıkılmak üzere olan bir harabenin köşesinde kafasını saklayarak oturan kız... Rüyada olduğumu düşünmeye başladığımda uyanmayı bekledim. Gözlerimi onlardan ayırdım. Onlar dışında her yeri incelerken arada onlara bakmama engel olamıyordum. Rüzgar elini kaldırdığında bakışlarımı üzerinde sabitledim. Arkası dönük olduğu için yüzünü göremiyordum. Parmakları nazik bir şekilde çocuğun saçlarından akarak geçti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp
RomanceUzanıp kasetçalarda bir düğmeye bastı. Şarkı çalmaya başladı. Sonra yanıma geldi. Parmaklarını nazikçe ellerime doladı. Beni kendine yakınlaştırdı ve ellerini belime koyup yavaşça sallanmaya başladı. Bende ellerimi onun boynuna doladım. Ela gözlerin...