Her ne kadar Luhan diğer insanları umursamadığını düşünsede öyle değildi. Luhan yanılıyordu. O hiçbirzaman nefret ettiği kişiler gibi hissiz olamayacaktı.
O sadece başka birilerine ihtiyaç duymamanın, başına gelecek olan şeylerden korkmamanın ve acı çekmenin onu acımasız ve hissiz yaptığını sanıyordu.
Sehun dövülürken Luhan'ın canı yanmıştı, onu kanlar içinde gördüğünde yardım etmişti.
Bu da demek oluyordu ki Luhan hissiz değildi. Aslada olamayacaktı. Sadece fazla darbe almıştı ve insanlara güvenemiyordu. İnsanlar korkunçtu. Bazen içinde tekrardan keşfedilmeyi bekleyen Luhan ona ağır basıyordu. Bazen ise sadece ruhsuz ve hissiz Luhan oluyordu. Sanki beyninin içinde iyilik ve kötülük yarış yapıyor gibiydi.
Sehun'da dahil diğer insanlara kötü veya soğuk davranmasının tek nedeni tekrardan incinmekten korkmaktı. O cidden korkaktı. İnsanları sevmekten, onlara bağlanmaktan ve güvenmekten korkuyordu. Gündüzleri tek başına mutlu gözüksede, geceleri güvenebileceği biri ve onu koşulsuz sevebilecek birine ihtiyaç duyduğunu hissediyordu.
Geceler her insana daha ağır gelir. Kendi benliğinizle tek başına olursunuz çünkü.
Çıldıracakmış gibi hissedersiniz. Kendi yanlızlığında boğulacakmış gibi.
Luhan hala ismini koyamadığı bir his yüzünden Sehun iyileşene kadar ona bakmak istiyordu.
Güneş aydınlanmaya başladığında Luhan'da ayaklanmıştı.
Yanında hala uyumakta olan süt tenli çocuğun üzerinde gözlerini gezdirdi.
Pürüzsüz gözüküyordu. Aynı zamandada masum.
Sehun'un onun için yaptıklarını daha yeni kavramaya başlıyordu.
'Keşke' dedi Luhan. 'Keşke Sehun daha önce tanıyabilseydim seni. Keşke beni koruduğun gibi hayatımıda değiştirebilecek bir gücün olsaydı.'
Sehun çok korumacı bir tipti. Luhan ona ne kadar soğuk davranırsa davransın gitmemişti.
Luhan'ı bırakmamıştı. Luhan aralarındaki ilişkinin ne olduğunu bile bilmiyordu.
Tanıdık deseler ondan daha fazlasıydılar. Arkadaş deseler biribirilerin hayatları hakkında tek bir kırıntı bile bilmiyorlardı. En azından Luhan öyle sanıyordu.
Ama sanki onların arasında bir bağ vardı. Çok güçlü bir bağ. Bir süre sonra ikisininde farkedeceği bir bağ.Yaklaşık yarım saat sonra Sehun uyanmış, uyuşuk bir şekilde salona inmişti. Luhan ortalarda gözükmüyordu.
"Luhan?" her hareketinde aldığı darbeler yüzünden oluşan yaraları canını yakıyordu ama bağırınca diğerlerinin bu kadar acımadığını düşündü.
Bütün odalara burada mı diye bakmak istiyordu ama hissettiği acılar bunu engelliyordu.
Sadece başını öne eğerek bitkin bir şekilde masanın üzerinden kumandayı aldı ve televizyonun önüne yayıldı.
'Bunu geç.'
'Bunu zaten izledim.'
'Saçma. Kim bu saçma evlenme programına katılır ki?'
'Her gün aynı şeyler olmak zorunda mı?'
Kanalları değiştirerek kendi kendine söyleniyordu Sehun.(Ali Ağaoğlu misali 'bunu geç' 'bu sıradan' ajshshd)
Sinirlenerek televizyonu kapattı.
Yavaşça yerinden kıpırdandı. Birşeyler atıştırmalıydı.
Ağrıları yüzünden arada bir duraksıyordu ve birden gelen acı dolu sancıların geçmesini bekliyordu.
Buzdolabına kadar ulaşmayı başarmıştı, atıştırmak için birşeyler ararken kapının zili çaldı.
'Harika, buraya gelmem beş saat sürmüştü.'
Luhan'ın anahtarı vardı değil mi? Zil çalındığına göre bir arkadaşı olmalıydı. Kapıyı açmamaya karar aldı ama kapı ısrarla çalıyordu.
Zar zor oraya varabilmişti.
Kapıyı açtığındaysa onu iki çift kol karşılamıştı. Sehun tabikide onun kim olduğunu biliyordu.
"Tanrım. Tao, boğulacağım. B-bırak canım yanıyor." Sehun yüzünü buruşturup yapabildiği kadar Tao'yu üzerinden itti.
"O-oh üzgünüm Sehun. İyi misin? Senin için çok endişelendim. Öylece gitmemeliydin. O görmeden seni odamda saklayabilirdim. Neyseki buraya geleceğini biliyordum."
O gerçekten endişeli gözüküyordu. Konuşurken el hareketlerinide yapmayı unutmuyordu.
"Sakin ol. Sadece bir kaç yara bere işte."
Tao onu boylu boyunca süzdükten sonra konuştu. "Bir kaç?"
"Pekala, biraz fazla ama ben iyiyim. Ayrıca başının tekrar benim yüzümden belaya girmesini istemedim." Yapabildiğince gülümsedi Sehun.
"Peki. Akşama kadar kapının önünde mi dikileceğiz yoksa-"
"Ah üzgünüm. İçeriye gel."
İkili salondaki koltuklara geçip sohbet etmeye çoktan başlamıştı bile.
Sehun dayak yemesine rağmen diğer adamların 20 kişi olduğunu söylüyordu.
"Görmeliydin. Adamın birinin çenesine öyle bir yumruk attım ki, sanırım çenesi koptu."
"Sehun, dayak yemişsin. Hem abarttığını biliyorum."
"Ya! Sen onların halini görmelisin. Onları öyle bir benzettim ki."
"Kes şunu."
"Ne? Doğruyu söylüyorum."
"Abartıyorsun."
"Hiçte bile. Hem sen benim tarafımda mısın yoksa onların mı?"
"Ya! Değiş artık. Küçüklüğünden beri seni tanıyorum, hala yalan söylemeyi beceremiyorsun."
"Ne? Ne? Neyi kesecekmişim? Doğruyu söylüyorum ben tamam mı?" Sehun Tao'ya uyuz uyuz bakarak yaklaşmaya devam ediyordu. Biribiriyle şakalaşmayı seviyorlardı.
Tao birden Sehun'un üzerine atladı ve koltuğa yayılmasını sağladı.
"Ya! Ya! Ya! Dur diyorum andbshdbgshdsgsjdh Tao. Dur. Şimdi. Dkfjsjhjsdh. Yaaaaahahahahahaha. Cidden. Kes. Şunu." Sehun hala gülmeye devam ediyordu. Acıları yeniden geri geliyordu, hatta hiç gitmemişlerdi ama o bunu birsüreliğine umursamamaya karar verdi. Uzun zamandır gözlerinden yaş gelircesine gülmemişti.
Sehun'un hissettikleri dayanabilecek acılardı. Fakat birden karnına öyle bir sancı gelmişti ki, nefesinin kesildiğini hissetti. Zorlukla konuşmaya çalıştı.
"Dur. Canım. Canım çok yanıyor. Tao, lütfen."
Tao'nun gülümsemesi solmuştu ve korkakça Sehun'un acı çektiğini belli eden mimiklerini izliyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. Sadece aklına gelen ilk soruyu acelece sormayı seçti.
"N-neresi acıyor?"
Sehun karnını işaret ettikten sonra Tao oraya çoktan masaj uygulamaya başlamıştı bile.
İlk başlarda bu canını daha çok yaksada zamanla Sehun'un çatık kaşları düzeliyor, nefes alış verişleri dizginleniyordu.
Sehun nefes nefeseydi, Tao ise koltuğun ucuna çömelmiş işine devam ediyordu.
Şu an onları dışarıdan birisi görse yanlış anlayabilirdi.
Öylede olmuştu.
Luhan birkaç dakikadır gözleri yuvalarından fırlarcasına kapının önünde onları izliyordu.
Ne diyeceğini daha doğrusu birşey deyip, dememesi gerektiğini bilmiyordu.
Sadece elindeki poşetleri mutfak kapısının önüne bırakıp koşar adım odasına çıktı.
Ardında şaşkın bir Sehun bırakarak.
Sehun onu ancak merdivenlerden çıkarken farkedebilmişti.
Masajı işe yarayan Tao, birkaç dakika daha oturduktan sonra telefonu çalmıştı.
Cebinden çıkarır çıkarmaz gözlerinin büyümesine engel olamamıştı.
Kısa telefon görüşmesinin hemen ardından Tao mutfaktan çıkıp delicesine sevinç çığlıkları atmaya başlamıştı. Yine kendini tutamayıp Sehun'a sarılmıştı. Hala mutluluktan debeleniyordu. İçi içine sığmayan bir çocuk gibi gözüküyordu.
Sehun ne olduğunu sorsada Tao bunun için zamanı olmadığını, hemen gitmesi gerektiğini söyleyip kapıya doğru ilerlerken birşey unuttuğunu düşünerek geri döndü
"Ve unutmadan Sehun kendine dikkat et. Seni seviyorum. Görüşürüz." demişti.
Sehun ise sadece bir baş sallamasıyla yetinmişti.