Zeynep...
Bütün yüzsüzlüğümle, acılar içindeki birkaç haftanın sonunda, kendimi eski kırmızı çekyatın üstünde oturmuş, babamı dinlerken buldum yine. Vay be!
Hâlâ sargılı olan vücuduma ihanet edip yeniden gelmiştim bu eve, gelebilmiştim yani, bir kez daha. Başımı önüme eğmiş, yüzümde ömrümün sonuna kadar taşıyacağım küçük yarayı açan beton zeminin bana ettiği küfürleri dinliyordum. Islak gözlerimi ordan alıp nemli duvarlara çevirdim. Onlarda küfür ediyordu bana. Bakışlarımı değiştireyim de ne fark eder ki! bu ev bana acıyordu resmen. Benden daha çok acıyordu hatta babamdan bile daha çok. Her köşesinden çığlıklarımı duyuyordum ama hiçbiri ilk değildi.
Üzerimde bir ağırlık var.. Ben birkaç hafta önce ölmemiş miydim? Daha ne kadar zaman geçti ki beni öldürmek isteyen o kadının üstünden. Unuttuk mu her şeyi şimdi. Ölümümün üzerinden kaç hafta oldu geçeli.. Bugün bu eve yeniden gelerek ölümle alay ediyor olmalıydım değil mi? Yoksa o mu alay ediyordu benimle. Yeniden mi? Bir kez daha mı? Ama çok yoruldum ben. Artık leşimi hastahane kapılarından toplamak yormuyor muydu birilerini, küçük pansumanlar yerini daha büyük yaralara bırakıyordu her seferinde. Ne işe yarıyordu ki yeniden nefes alabiliyor olmam. Utancımdan kafamı kaldıramıyorum ben, öyleyse ne anlamı vardı sürekli yeniden yeniden ve yeniden doğamamın. Niye ölmeyi bile beceremiyorum ben. Kızgınım. Hemde çok. Böyle olmak zorunda değil diyorlar sürekli. Nasıl olabilir bilmiyorum ki ben.
Üzerimde beyaz saten bir gecelik vardı. Ben böyle bir şey giydiğimi hatırlamıyorum ama üzerimdeki gecelikle, kırmızı koltukta öylece oturmuş babamı dinliyordum. Hayal ediyorumda bedenimdeki izler ve morluklarla bu beyaz gecelik yakışmış mıydı acaba bana? Bu geceliği güzel bir kefen kadar şık taşıyabilir miydim bugün üzerimde! Her neyse öyle değil mi? Çünkü önce ölmeyi hak etmeliydim! Işte buna kızıyorum. Ben ölmek isteyen biri değilim.
Sürekli özür diliyordu babam, geldiğimden beri bıkmadan usanmadan özür dilemişti. Bu sefer o kadar isteksiz dinliyordum ki onu, izlemeye karar verdim bir süre sonra, duymuyordum söylediği bahaneleri, sadece izliyordum, seyrediyordum. Artık ezbere bildiğim cümleleri ilk günkü kadar inandırıcı gelmiyordu mesela. Içimi rahatlatmıyordu verdiği boş vaadleri. O, bana acıdığı için bırakamıyor olabilir miydi beni? Eğer bu doğruysa ben, bana acıdığı için bırakamayan bir babanın esiriydim. Kendi vicdanı için mi yapıyordu bunu bana? Aynı cümleleri aynı heyecanla anlatabiliyordu, yorulmuyordu. Görmüyordu halimi. Hiç gidebilirsin demedi. Demesini mi bekliyordum acaba?
Bakışları ne kadar değişmiş, eskisi kadar masum bakmıyor mu yoksa? El hareketleri ne kadar da ürkekçe, neden korkuyor bu kadar. En son ne zaman korkmuştu hatırlıyor mudur acaba? Ölürsem eğer üzülür müydü benim için? Nazlı söylemişti hastanede çok ağlamış. Hiç ayrılmamış yanımdan güya ama uyandığımda kimse yoktu yanımda.
Yüzündeki çizgiler gittikçe belirginleşiyor baba. Saçlarının beyazı dünden daha çok bugün.
Günde iki paket sigara içiyor ve çoğu zaman kan kustuğuna şahit oluyordum. O kırklarının sonunda ve artık çok daha yorgun.
Göz altların çürüyor, sararmış dişlerin, belin bükülüyor, ölüyorsun baba.
Son kez tekrarladı başından beri söylediklerini ve başını kaldırıp gözlerime baktı. Görüyor muydu acaba beni? Ne halde olduğumu fark ediyor muydu? Hissediyor mudur şuan hissettikleri mi? Canım öyle yanıyor ki baba. Hayır. Hayır. Hayır, o hiçbir şey bilmiyor benim hakkımda, üstelik yaşadığımı falan sanıyor. Karşılıklı oturduğumuz çekyatlarda, artık susmuş, konuşmadan bakıyorduk birbirimize. Camdan süzülüp, yerde desen oluşturan güneş aramıza girmiş bizi dinliyordu sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADER
AdventureKendiniz olmaktan vazgeçerseniz teslim olursunuz. Bütün yalanlarınız adı kader olur..