Medyada Zeynep...
Bu sabah, mutfağa girmiş her zamanki kahvaltı sofrası için yumurta yapıyordum. Küçücük ve rutubet kokan mutfakta nefes almak için perdeyi çekip, pencereyi açtım önce. Hava sıcaktı, gözlerimi kısıp gökyüzüne baktım bi süre, güneş vuruyordu yüzüme, iyi hissettirmişti. İyidim ben, iyileşiyordum. Babam kadının adını bile almadı bir daha ağzına. Belkide ilk defa ona inanmak istiyordum. Her seyin değişeceğini söylemişti o gün bana. Değişirmiydi bilmiyorum ama sadece inanmak istiyorum ona. Yaralarıma yaralandığım bu ev iyi geliyordu bi şekilde ve ben kanayarak iyileşiyordum. Bunuda öğreneli çok olmuyordu zaten. Annem gittiğinden beri işte, bu evden soğuk bedeni çıktığından beridir böyleyim ben, biz. Sürekli yaralıyız, kan içinde her yanımız ama nasıl da dik duruyoruz öyle! Nasılda kabullenmişiz birbirimizi. Hayır buna katılmıyorum çünkü biz babamla hiçbir zaman kabul edemezdik birbirimizi.
Başımı önüme eğip sırt çevirdim güneşe. Sırt çevirdim çünkü bazen iyileşmeyi isteyip istemediğimden emin olamıyorum. Bazen algımı yitiriyorum. Kim olduğumu saatlerce düşünüyorum. Kim olmak istediğimi hâlâ bulmadığım kesin. Güldüğüm zaman da yorgun hissediyorum, iyileşmek istediğim zaman da. Ama iyileşiyordum işte bir şekilde, elimde olmadan kayboluyor izleri yaralarımın. Ağlamak istesem, kursağımda kalıyor hevesim her seferinde. Zorla iyileşiyorum. Sigara gibi zaman işte.
Yeni uyanmış olmanında verdiği garip avarelikle, tezgahın altına eğilip tava aradım bir süre, gözümün önündeki tavayı görmemekte ısrar etmiş olsamda sonunda tavayı, tencerelerin arasından alıp ocağın üstüne koydum. Mutfakta öyle çok eşya yok. Üstelik hepsi benden çok yaşlı. Artık beyaz olmayan, sararmış ve boyu benden kısa bir buzdolabımız var mesela, yıllar öncesinin albenisi kalmamış artık üzerinde, son zamanları gibi. Bir de fırın var ama çok oldu onu kullanmayalı. O da eskiyor. Duvarların rutubetten boyaları dökülmüş, ama yerler fayans. Zaten sadece mutfağın yerleri fayans. Hatırlıyorum da babam çok ucuza almıştı fayansları, başka birinin evinden arta kaldığından bize ucuza satmışlardı. Onunlada ancak mutfağı yapabilmişti. Tabakları koyduğumuz tereğimiz var bir de. Onun dışında da hiçbir şey yok mutfakta. Ne neşesi var, ne renkleri aslında olması gerektiği gibi, matemli ve yaslı..
Buzdolabının kapağını açıp üç tane yumurta çıkardım. Bir yandan onu kasenin içine kırıp diğer yandan da tavaya yağ atıp erimesini bekledim.
"Hurdacı.. eski buzdolabı, çamaşır makinası, çanak çömlek alırım.. Hurdacı.. eski buzd..."
"Hurdacı dur bekle, bekle."
"Hadi abam çabuk ol seni mi bekleyem bunca saat."
"Aman, hem hurda toplamak için yalvarıyorsun hemde naz ediyorsun."
"Hadi abam hadi."
"Al bunları. Bak sakın beni beş lira diye kandırma vallahi geri alırım."
"Aman abam be senlen mi uğraşacam. Git işine."
Gündüzleri hurdacıların amansız kavgaları, sokak çocuklarının gürültüsü, seyyar satıcılar. Akşamları, mahalle mahalle dolaşan sinek arabaları çok olurdu. Kadınların bir çoğu dünden kalma halleriyle, öğlen güneşinde balkonda halı döver, akşama doğruda kapının önünde dedikodu ederlerdi. Birbirlerinin her şeyini kıskansalarda bunu asla belli etmezlerdi. Kocaları bıyıklı, kaba, deyyus heriflerin tekiydi ama kadınları da tam mahalle karısıydı. Yani burda davulla dengi dengineydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADER
AdventureKendiniz olmaktan vazgeçerseniz teslim olursunuz. Bütün yalanlarınız adı kader olur..