Ruth: Hazır mısın?
Emma: hazırım
Ruth: İyi, çünkü kapının önünde bekliyorum. Hızlı ol.
Emma dar beyaz bir tişört ve yırtık kotlardan giymişti, sarı saçlarını at kuyruğu yapmış aynı zamanda örmüştü. Değişik bir tarz. Ruth, Emma'nın ne giydiğine dikkat etmeyi seviyordu. Tarzı hoşuna gidiyordu.
Emma'ya annesini ziyarete gideceğini söylediğinde Emma hemen 'Bende geleceğim!' diye tutturmuştu. Ruth onu kırmamıştı, zaten beraber gidebileceklerini söylemişti. Beraber gitmek istiyordu da! Tek başına mücadele etmek çok zordu.
Her zaman zor durumlarında yanında Adam'ın olacağını düşünürdü ama o yoktu. Kocası değil, kuzeni buradaydı ve ona destek çıkıyordu. Belki de tercihlerini sorgulamalıydı?
Ne alaka ya?
Düşüncelerini atmak için Emma'nın bileziklerini inceledi. Aklını Emma'dan uzaklaştırmak için ne kadar güzel bir yol(!) değil mi? Kesinlikle.
"Gidecek miyiz artık?" Alaycı bir gülüş attı Ruth. "Üç saattir seni bekliyorum ve bunu bana sen mi söylüyorsun?" Emma gözlerini devirdi. Rolleri değişmişler gibi hissetti Ruth.
Arabayı çalıştırdı ve hastaneye varana kadar tek ses radyodan geldi. Adam Levine çalıyordu.
"Annenin adını söylemedin?" Kapıdan içeri girip Ruth'un ezberlediği yollardan geçtiler, artık o kadar çok geliyordu ki buraya doktorlardan bazıları ona baş selamı verdi ama o hiçbirine karşılık vermedi.
Havalıyız bakıyorum... Emma güldü.
"Adı Gertrude. Herkes Gertie der çünkü ismi çok uzun, seninde kasmana gerek yok." Sadece iki harf fark ediyordu.
"Haber verdiğin için sağol. Zaten korkmamı gerektirecek bir şey yok. Fırlamayacak ya."
Ruth ona kısa bir bakışa attı. Bakışları Mal mısın? der gibiydi. Söylediği stresten yavaş yavaş aklına yerleşti ve tüm gün orada kaldı. Siktir ya.
Odaya girdiler ve iğrenç bir koku ikisinin de burnunun direğini kırdı. Ruth kaç kere gelmesine rağmen alışamamıştı bu berbat kokuya ve nereden geldiğini ne yazık ki biliyordu.
Cancağızı annesinden. Iy.
Kadını ihmal ediyorlardı ama elinden gelen en iyi hastane burasıydı. Evlenince Adam para konusunda yardım edeceğini söylemişti ama konuyu sürekli geçiştirip kapatıyordu. Hayırsız herif.
"Anne..." Ruth annesinin yatağının ucuna oturdu. Oturacak yer olmadığından değil, annesine daha yakın olmak istediği için geçmişti oraya.
Yatağın yanındaki kırmızı koltuklarından birine geçti ve duygusal sahneye izlemeye zorladı kendini. Duygusal şeyleri pek sevmese de Ruth için katlanabilirdi.
Ki bu da bir çeşit duygusallıktı.
"Evlendim ama düğünde sen yoktun, bunun için özellikle özür dilerim. Hep düğünümü görmek isterdin." Emma'nın morali bozuldu ama üzerinde durmamaya karar verdi. "Adam Stuart ile evlendim ama Shea soyadını hâlâ kullanıyorum. Senin de o herifin soyadını kullanmaman gibi." Derin bir nefes aldı ve mavi gözlerini Emma'ya çevirdi. Gülümsedi. "Onun soyadı Johans'dı. Ne kadar berbat, değil mi?" Emma yavaşça başını salladı.
"Bir ara bana evleneceğin kişiyi düzgün seç derdin ya. Âşık olup evlen falan." Sessizleşti. "Onu beceremedim. Ama böylesi daha iyi." İkisi de yutkundu. "Bu bir mantık evliliğiydi ama evliliğin içinde hiç mantık yok." Güldü. "Sana her şeyi anlatmak isterdim ama bazı şeylerin... benim içimde kalması daha iyi olur."
İçinde kalan şeylerin ne olduğunu merak ediyordu.
Ruth, Emma düşünceli düşünceli yere bakarken ona kısaca baktı. İyi ki çok ilgili değildi... haha.
Derin bir nefes aldı.
Yaklaşık bir saat kadar durdular ve belli etmese bile sarışın sıkılmıştı.
"Gidelim." Ruth annesinin yanından ayrılıp doğruca kapıya ilerledi. Emma hızla toparlanıp peşinden gitti ve içini yiyip bitirse bile konuşma hakkında bir şey sormadı.
Arabaya oturduklarında bir süre ikiside sessizce bekledi.
"Biliyor musun..."
"Neyi?"
"Bir zamanlar tek acı çekenin ben olduğumu düşünürdüm." Güldü. Ruth başını ona çevirdi.
"Nasıl aydınlandın?"
"Clara ile tanıştım."
Ah, Clara.
"Anlıyorum. Ama artık onu geride bırakmalısın." Ruth bozulduğunu belli etmemeye çalışıyordu ama Emma sesinden çoktan onu anlamıştı. Elini üstünkörü buldu, tuttu ve sıktı. O da Ruth'a baktı.
"Aynen." Diye cevapladı kızı. "Nasıl olsa artık seni tanıyorum."