Yorumlarınızı bekliyorum...
Medya: Ahenk
Ahenk...
Ne yapacağımı bilmiyorum, kalbim acıyor, sahi ben kimdim anne?
Ben senin dalına zar zor tutunmaya çalışan bir yapraktım.
Düştüğümde yaralarımı sarmanı bekleyen insandım.
Kafanı darmadağın eden o endişe dolu kaygılarındım.
Geçip giden yıllarımda hep güçlü kal dedim kendime. Oldum mu? Elbette hayır! Bir harabeye dönüşsem bile hep toparladım kendimi. Ya da sadece çalıştım! Ama önemli olan çabalamak değil miydi? İnsanlar hep böyle yapmaz mıydı? Kazanamayacağını bilse bile öyle olacağını umut ederek mücadele etmez miydi?
Acım... Keşfedilmemiş topraklarımdaki ana vatanım.
Gözyaşlarım... Ana vatanımdaki sessiz çığlıklarım.
Kalbim... Sessiz çığlıklarımın mahvettiği yaşama kaynağım.Annem çocukken hep ağlama derdi bana. Bende sözünü dinleyip içime atardım gözyaşlarımı. Ama nereden bilebilirdim, bütün gözyaşlarımın birlik olup beni yerle bir edeceğini, güçsüz bırakacağını?
Her şey bitecekmiş gibi yaşamalıymış insan. Ben zaten öyle yaşamaya alıştım. Ama, bunu istemememi sağlayan tek bir şey var! O da umudum...
Kutunun içindeki diğer şeylere göz gezdirdim. Altta kalmış fotoğrafı alıp baktığımda aileme ne kadar benzettiğimi fark ettim. Vücudum anneme, ruhum babama benziyordu. İkisi de zayıftı.
Kapı birden açıldı ve Cüneyt'le göz göze geldim. Beni böyle görünce bir an anlam veremedi ama elimdeki kutuyu gördüğü zaman anladı ne kadar acınası bir durumda olduğumu.
"Umut, sen biraz dışarıda bekle olur mu? Recep abinle oyna."
Cüneyt'in, Umut'un ağladığımı görmemesi için onu engellemiş olmasına minettardım.
Kapıyı kapatarak yanıma geldiğinde bana bakmaya başladı. Gülümsedim. Ama çok buruk bir gülümsemeydi bu.
"Biliyor musun Cüneyt, gülümse, yalan söyle bana, ne kadar kötü olursa olsun. Beni mutlu edecek yalanlara ihtiyacım var. Çünkü artık gerçekler beni mutlu etmiyor."
"Ben sana yalan söyleyemem biliyorsun değil mi? Çünkü bu hatayı bir kez yaptım."
Ürkek bir ceylan gibi bakan gözlerimi kaldırıp ona baktım. Bakışları koyu, buğuluydu. Pişmanlık duyuyordu. Acaba ne için?
"Pişman mısın?"
Ona bu soruyu yönelttiğim zaman buğulu bakışları birden netleşti.
"Yarın her şey belli olacak. Ona göre pişman olup olmayacağımı belirleyeceğim."
Kulaklarım korkunun feryatlarıyla acı çekerken titreyen ellerimin belli olmaması için ellerimi birbirine bağladım.
"Neden bu kadar takıyorsun kafaya? Yıllar önce reddettiğin, sevmediğin, nefret ettiğin kadının çocuğu neden birden bire ilgilendirmeye başladı seni?"
"Ben senden hiçbir zaman nefret etmedim!"
"Yalancı!"
"Az önce bana yalan söylemene ihtiyacım var diyordun. Şimdi neden yalancı diyorsun? Aslında senin de gerçeklere ihtiyacın var değil mi? Çünkü büyük bir yalanın içinde yaşıyorsun!"
Cüneyt'in söylediği cümleler tüm çıplaklığıyla yüzüme adeta bir tokat gibi çarparken sustum. Belki de sessizlik kurtarırdı beni bu utanç verici andan.
"Neden korkuyorsun bu kadar? Yıllar önce benim oğlum olduğunu söyledin. İlk karşılaştığımızda da oğlum olduğunu söyledin. Doğruyu söyle Ahenk, ne korkutuyor seni bu kadar?"
"O, senin oğlun değil." Allah kahretsin! Kekelemiştim!
"Asıl sen şu an yalan söylemiyor musun? Umut bana ne kadar çok benziyor farkında mısın? Eğer ben babası değilsem kim? Cevap ver!"
"Sana cevap vermek zorunda değilim!"
Birden onu ittirerek koştum ve odadan çıktım. Odadan çıktığımda Umut, Cüneyt'in adamım dediği kişiyle oyun oynuyordu. Beni görünce şaşırsa da hemen onun elinden tuttum ve benim koştuğumu anlayınca o da koşmaya başladı.
"Anne, nereye gidiyoruz?"
"Buradan uzağa!"
Biz koşarken Cüneyt'te arkamızdan koşuyor, bağırıyordu.
"Ahenk! Ahenk buraya gel!"
Gidemezdim. Eğer söz konusu umudumsa hiçbir yere gidemezdim.
Hastane kapısından çıktığımızda koşmaya devam ediyorduk. Umudumun nefesi kesilmeye başladığında onu kucağıma alarak koşmaya devam ettim.
Sokakları geçerek koşmaya devam ediyordum. Kaç sokak geçmiştim, ne kadar uzaklaşmıştım hiçbir fikrim yoktu. Bayağıdır koşuyordum.
Sonunda dayanamayarak Umut'u yere bıraktım. Bir duvara yaslanarak rahat bir nefes almaya çalışırken umudum korku dolu gözlerle bana bakıyordu.
"Bir şey yok annem. Sadece çok koştum ya ondan oldu böyle."
Kafasını salladı. Ama yüzünü yere eğdi birden. Ah, Allah'ım! Umut'un üzerinde hastane kıyafetleri vardı!
Ona derhal kıyafet almam gerekiyordu. Ama üzerimde hiç nakit param yoktu! Ev? Evimizin nerede kaldığı hakkında da hiçbir fikrim yoktu. Sahi, burası neresiydi?
Bir caddedeydik. Bir sürü dükkanlar, mağazalar, yemek yemek için yerler vardı. Umut'un elini tuttum ve birlikte ilerlemeye başladık.
Tabiki de herkes bize bakıyordu. Ben sefil bir halde, umudumda garip gözüküyordu.
İnsanların bakışlarını görmezden gelerek ilerideki banka oturduk.
"Anne, hastaneye amcanın yanına geri dönelim. Ne olur. Ben amcayı çok sevdim."
"Olmaz anneciğim. O amca iyi birisi değil, söylemiştim sana."
Kafasını göğsüme yatırdım ve öptüm.
"Ama anne..."
Birden konuşmayı bıraktığında,
"Evet annem?" diyerek konuşmaya devam etmesini sağladım.
"Sanki bir babam varmış gibi hissettim."
O an, işte çaresizliğimin o anı yıkıp geçti her şeyi.
Sadece tek bir şey vardı.
Koca bir çaresizlik!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umuda Koşarken
أدب نسائي3 ay... Korumaya yeter mi sevdiğin insanı? Ya da gözyaşlarına engel olabilir misin kalbindeki acı dolu anılarla? İsteyebilir misin? Onun her anında yanında olmayı? Güldüğü, ağladığı, acı çektiği zamanlarda? Yetmez! Engel olamazsın! İsteyemezsin! ...