Birinci Bölüm

7.5K 215 41
                                    

Mert'e...

Senden sonra yeni bir yıla daha giriyorum. Yıkık dökük ve bu kadar yalnız. Resimlerini çıkarıp bakacağım bugün. Bir de kokunun sindiği yeşil kazağını. Seni özledikçe onu koklayacağımı bilseydin kimbilir ne hissederdin, ne kadar gülerdin. O kokuyu bir daha teninden burnuma çekemeyeceğimi düşündükçe hissizleşiyorum.  Sen bir defa öldün, bense bıraktığın yerde her gün ölüyorum şimdi. Tarih yazmıyorum artık hiçbir yere, en son gittiğin gün yazmıştım. Ne saatler ne de tarihler bir şey ifade ediyor artık.  Sadece hayattayım. Öylesine, başıboş... Kalbim ağrıyor, çok ağrıyor kalbim. Bir gün daha bitti. Sonunda.
Kayra...

Genç kız rastgele toplanmış dağınık saçları, kendisine neredeyse bir beden bol gelen eşofmanlarıyla insan tenini bıçak gibi kesen ayaza karşı yüzünde en ufak bir ifade olmadan, küçük çatı dairesinin terasından yeni yıl için ışıklarla bir gelin gibi süslenen caddeyi izliyordu. Hayat, dışarıdaki insanlar için tüm pervasızlığı, cömertliği, neşesi, iyi-güzel her şeyiyle devam ediyordu. Onun içinse sadece boşluk, karanlık. Kalbinde en ufak bir heyecan yoktu uzun zamandır.  Son hasadından sonra yakılmış tarlalar gibiydi her yanı. Soğuk, heyecansız, katı bir kadın olduğunun ve her geçen gün yaşamsal bağlarını biraz daha yitirdiğinin farkındaydı ama yaşıyordu. Bir şekilde görev kabul ettiği bu hayatı yaşıyordu. Ayaz jilet gibi çarpıyordu bedenine. Saçları rüzgardan iyice dağılmış, dudakları sımsıkı birbirine kenetlenmiş halde bir süre daha kaldı öylece. Biraz önce yazdığı günlüğü sıkan parmakları soğuktan ve kasılmaktan bembeyaz kesilmişti. Ürperdi. Ayaz hissedilir derecede şiddetini arttırmıştı.

Donuk ve cansız bakışlarında en ufak bir değişiklik olmadan içeri girdi. Televizyonun karşısına oturup bir süre boş gözlerle izledi ekranı. Her yerde eğlenen, gülen, yeni yıl kutlaması yapan neşeli insan görüntüleri vardı. Daha fazla dayanamayıp kumandanın kapat düğmesine bastı sert bir şekilde. Uyumak için odasına geçtiğinde ilk kez yüzünde yarım bir gülümseme belirdi. En rahat ve mutlu olduğu zamanlardı uykuda geçirdiği saatler. Çünkü uykusunda sevdiği adamla randevusu vardı her gece. Ona en yakın olduğu saatlerdi bunlar.

Başucundaki fotoğrafa baktı bir süre. Artık ağlayamıyordu, göz pınarları kurumuştu geçen aylar boyunca. Mertle birlikte çektirdikleri en sevdiği fotoğraftı bu. İkisinin de mutluluktan gözleri ışıl ışıl, gülümsemeleri sıcacıktı. Göreve gitmeden sadece birkaç ay önceye aitti. Şimdi adı geçmiş olan yitik zamanlardan birine. En son ne zaman güldüğünü bile hatırlamıyordu. O gittiği gün içine çöreklenen ağırlık bir an bile hafiflememişti. Ondan gelecek küçücük bir haberi suya hasret topraklar gibi beklediği günler olmuştu.

Haftalar sonra aldığı haber içine bir kor gibi düştüğünde yandığını hissetmişti Kayra acıdan, alev alev yandığını. O gün Mert yalnız ölmemişti. Kendisi de onunla birlikte ölmüştü. Her gece aynı rüyayı görüyordu son bir yıldır. Gitmeden bir gece önce şehrin biraz çıkışındaki tepeden mücevher gibi parlayan ışıklarını seyretmişlerdi bu kentin, sonra yıldızları... O hep aynı yerde takılı kalmıştı. O tepede, yıldızların gölgesinde. Zamanın bir yerinde asılı kalmıştı. Ne bir adım ileriye ne bir adım geriye gidebiliyordu. Tepedeki o gece fazladan bir hüzünle ağırlaşmıştı nedensizce. Bu veda hiçbirine benzememişti. Gözlerini kapayarak yıldızların altındaki o son geceye doğru bitmek bilmeyen yolculuklarına bir yenisini ekledi. Uykusunda, beyninde yankılanan konuşmalara bıraktı kendini.

"Yıldızlar ne kadar parlak görünüyor buradan."
"Açık havada olduğumuzdandır. Onların parlaklığını körelten aslında şehrin ışıkları."
"Uzansam dokunacak gibiyim ama."
"Ben uzanıp dokunabilecek kadar şanslıyım kendi yıldızıma."
"Ne demek şimdi bu?"
"Benim yıldızım gökyüzünü değil tüm ruhumu ve hayatımı aydınlatıyor. Ben sana dokunduğumda yıldızlar gözlerinde parlıyor. Benim en parlak yıldızım sensin, unutma."
"Ya bir gün unutursan bu sözlerini?"
"Ancak ölümde. Kalbim çarpmayı, dilim konuşmayı, gözlerim bakmayı unuttuğunda. Ama ruhum seni her yerde tanıyacak."
"Gideceğin yer çok uzak değil mi?"
"Uzaklık sadece kalbindeyse vardır. Bir kalp atımı uzağında olacağım. Beni her düşündüğünde, kalbimin senin için çarptığını hatırladığın sürece yanındayım."
"Gitme desem."
"Kalamayacağımı biliyorsun. Beni en iyi sen tanıyorsun. Kalırsam sevdiğin erkek olmaktan çıkacağım. Bununla yaşayamam."
"Döndüğünde bize ne olacak dersin? Birbirimizi şimdiki gibi sevebilecek miyiz yine?"
"Bildiğim tek şey var. Ben seni şimdikinden daha çok seviyor olacağım."
"Ben de, ben de seni."
"Eğer dönmezsem, dönemezsem..."
"Söyleme. Hiçbir şey söyleme. Ben bekleyeceğim."
"Bak, yıldız kaydı. Bir dilek tut."
"Tuttum. Her yıldız kaymasında aynı dileği tutacağım."
"Şimdi bana söz vermeni istiyorum. Dönemezsem kaldığın yerden devam edeceksin hayatına."
"Yapamam. Bunun için söz isteme benden. Yapamam, o kadar güçlü değilim."
"Yapabilirsin ve benim için yapacaksın. Kaldığın yerden devam edeceksin hayatına. Söz ver."
"Bu bir veda mı? Bir şey eksik sözlerinde."
"Ben sana asla veda etmem, sadece iyi olmanı istiyorum."
"Ama..."
"Sus! Bir kitapta okumuştum. Hayata gözlerimizi açtığımız anda bir melek elini uzatıp işaret parmağını tam ağzımızın üstüne koyarmış: 'Sus, olur mu? Hiçbir şey söyleme!'dermiş. İşte her insanın dudağı üzerinde bulunan çukurluğun nedeni buymuş. O yüzden sus. Dudaklarından değil kalbinden geçenleri görmek yetiyor bana. Sana da yetmeli benim kalbimden geçenler."

Yüzbaşı Mert Şahin o yıldızlı gecede kendi yıldızına, sevdiği kıza, Kayra Güney'e veda etmişti. Kayra, onun ölümünden sonra asla o tepeye bir daha gitmemiş, asla yıldızlı gecelerde başını gökyüzüne çevirmemişti. Küskünlüğü yıldızlara ve geceye değildi, küskünlüğü isyan haline dönüştüğü günden bu yana hayata ve aşkaydı.
Üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen o hala Mertle geçirdiği son gecedeydi. Nedenleriyle, niçinleriyle, isyanlarıyla, kendi içinde boğduğu sessiz çığlıklarıyla.

GÜNLÜK ...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin