İKİNCİ BÖLÜM

3.1K 169 16
                                    

Yağız, beni duyuyor musun?"
Yağız daldığı derin düşüncelerden Kenan'ın sesiyle sıyrıldığında görmeyen gözlerle baktı ona bir an.
"Dalmışım. Neydi bilmek istediğin?"
"Dalmak mı? Dostum sen kaybolmuştun kelimenin tam anlamıyla."
Yağız'ın yüzünde kederle karışık bir gülümseme dolaştı karanlık gölgeler arasından.
"Düşünüyordum sadece."diye mırıldandı.
"Döndükten sonra sık sık düşünür oldun. Aylar önce buradan iki günlüğüne gittin ve döndüğünde düşünen adamsın. Neler oluyor?"
Yağız, çadırın dışında yaktıkları ateşin alevlerini izledi bir süre sessizce. Aylardır beyninden atamadığı, gözlerinin önünden gitmeyen o kadının hayali belirdi zihninde. Geçen onca güne ve aya rağmen ona dair bir tek şeyi bile unutmamıştı. Unutamamıştı. Unutmak istedikçe daha çok hatırlamıştı. Madene döndükten sonra arada bir gittikleri yakınlardaki şehirde takıldığı kadınlarda hep onun yüzünü görmüştü. Dokunduğu her tende başka bir teni aramıştı parmak uçları. Öptüğü her dudak, baktığı her göz başkasına, başka bir kadına ait olsun istemişti. Onu hayal etmekten, onu istemekten yorgun sabahlara uyanmıştı. Onu düşünerek kan ter içinde uyandığı sayısız gece geçirmişti. Adını seslenmek ve haykırmak istediğinde adına bile sahip olmadığı bir kadının hayaliyle yutmuştu cümlelerini. Bir hastalık gibi kanına girmişti. Ne kurtulabiliyor ne de kendini ondan uzaklaştırabiliyordu. Ajandasının arasındaki birkaç tel saçtan başka bir şey kalmamıştı ondan geriye. Bir de canını acıtacak kadar yakıcı görüntüsü. Şimdi düşündükçe hayıflanıyordu. Uyumasaydı, onun kollarında uykuya yenik düşmeden sabaha kadar onu izleseydi belki de şimdi burada kendi düşüncelerinin çıkmaz sokaklarında sıkışıp kalmayacaktı. Kenan'ın sesiyle yeniden düşüncelerinden sıyrıldı.
Açık arazideydiler günlerdir. Ana kamptan uzak olduğu günler boyunca işler bittikten sonra saplanıp kaldığı tek düşünce, isimsizliğinin gizleriyle bir hastalık gibi damarlarında dolaşan kadın olmuştu.
"Kenan, hiç aşık oldun mu?"
"Aşık olmak mı? Nereden çıktı bu şimdi? Dağ başında iki erkek oturmuş aşk mı konuşcağız? Yapma dostum."
"Sadece soruma cevap ver. Aşık oldun mu olmadın mı? Gerçek bir aşktan bahsediyorum."
Kenan bir süre ateşe baktı düşünceli gözlerle. Anlaşılan Yağız'ın aşkla ilgili bir sorunu vardı ve anlamaya çalışıyordu. Özlemle içini çekti.
"Oldum tabi. Olmaz mıyım? Hepimizin yolu bir kez olsun gerçek aşktan geçmiyor mu?"
"Ne oldu peki? Yani aşkın sonu?"
"Evlendim. Evlenene kadar ise zordu. Bir insanı baştan tanıyorsun, hayatına alıyorsun ve hayatına giriyorsun. Öfkeyi, sevgiyi, sabrı, beklemeyi, acı çekmeyi bile yeniden öğreniyorsun. Yeniden anlamlandırıyorsun. Kaybetme korkusu yaşadığında dostum inan bana acının türlü şekilleriyle sınanıyorsun. Peki neden bunları konuşuyoruz şimdi?"
"Peki ama sen aylardır buradasın. Bu ayrılık etkilemiyor mu sizi? Gittiğinde kullandığın kısıtlı süre yetiyor mu?"
"Birini gerçekten seviyorsan beklemeye de alışıyorsun bir süre sonra, özlemeye de. Sonuçta biri beklendiğini diğeri de özlendiğini biliyor ama ne olursa olsun aşk tüm beklemelere değiyor eğer gerçek bir aşka sahipsen."
"Gerçek aşk olduğuna nasıl karar verdin peki?"
Kenan gülerek baktı.
"Sen karar vermiyorsun ki. Aşk kendi kararlarını uyguluyor, üzerindeki hakimiyetini inkar edemiyorsun. Kaçamazsın aşktan, gelir ve tam orta yerinden delip geçer. Yediğin merminin nerene saplandığını bile anlamazsın. Garip, esrarengiz bir duygu bu."
Yağız'ın yüzünden garip, dalgın bir gülümseme geçti. Eliyle yüzünü sıvazlarken dört günlük sakalının sert sesi gecenin sessizliğinde ateşin sesine karıştı. Kenan önleyemediği bir merakla baktı arkadaşına.
"Bu Tanrı'nın bile unuttuğu dağın tepesinde, gecenin bir yarısı aşk neden Yağız? Neden aşkı konuşuyoruz, neden sorguluyorsun?"
Yanan ateşin alevleri arkasında çatık kaşları, düşünceli bakışları ve iyice koyulaşan gözlerinde dalgalanıp duran alevlerin gölgeleriyle garip bir suskunluğa bürünmüştü genç adam. Cevap vermeden önce bir süre daha düşünceli gözlerini alevlerden ayırmadı.
"Aşık oldum Kenan. Tam da az önce söylediğin gibi. Merminin neremde saplanıp kaldığını bile bilmiyorum."diye mırıldandığında bile yüzündeki ifadede en ufak bir değişiklik olmamıştı.
Kenan gülümsedi. Ateşe bir odun daha atarak onun yanına yerleşti. Uzun bir gece olacağı daha ilk kelimelerinden beli olmuştu Yağız'ın. Anlayışla onunla sessizliği paylaştı.
"Ve..."diyerek onun konuşmasını bekledi.
"İlk görüşte aşk dedikleri cinsten. Yani inanmadığım türü aşkın. Gördüğüm, gözüme iliştiği ilk an adımlarının zarafetiyle, solgun ama unutulmayacak güzelliğiyle dikkatimi çekmişti. Yürümüyor diye düşünmüştüm. Sanki kayıyor gibiydi. Çok kalabalıktı, çok hem de ve benim gözlerim sürekli onun olduğu dolaştığı her noktadaydı. Nasıl yaptım bilmiyorum ama gitmeye hazırlandığını hissettiğim ilk an kararımı vermiştim sanırım. Ona dokunduğum an yakalandığımı hissettiğim elektrik akımı bedenimden geçerken onu biraz da zorlayarak benimle dans etmeye ikna ettim. Benim onda yarattığım ilk etki korkuydu. Ona sarıldığım ilk an gözlerinde gördüm bunu. Titreyen bedeninde, terleyen ve buz gibi kesilen ellerinde. Ama ben, ben kesinlikle çarpılmıştım."
Bir süre sustu Yağız. Alevlere daldı gözleri yeniden.
"Sonra ne yaptın? Tanışabildin mi, konuştun mu kızla?"
Yağız kalın ve boğuk bir sesle güldü hafifçe.
"İlk yaptığım şey sonun başlangıcıydı  zaten. Onda yarattığım korkuyla kollarımdan sıyrılıp uzaklaştığını gördüğümde onu bırakamayacağımı da biliyordum. O kız gerçekti ve ben onunla ilgili hiçbir şey öğrenemeden kaybolup gitmesine izin veremezdim. Peşinden gittim tabii ki. En azından kim olduğunu öğrenmek istedim."
"Yetiştin mi ona, yakalayabildin mi? Kaçırdım deme sakın."
"Ona yetiştiğimde karların içinde yatan bir kelebek gibiydi. Ölü bir kelebek gibi hareketsiz, kıpırtısız öylece baygındı. Başını çarpmıştı, buna neden olan şey benden kaynaklanan korkusuydu. Ne yapacağımı bilemedim. Adını bile bilmiyordum ki. Yanında çantasını aradı gözlerim ama yoktu bir şey. Sanırım telaşla uzaklaşırken onu içerde unutmuştu. Zaman kaybetmek istemediğim için onu aldım kaldığım otele getirdim. Amcama götüremezdim, ona haber veremezdim. Bir şekilde sorumluluk duyuyordum, belki de suçluluk... Bilmiyorum, bilmiyorum Kenan..."
"Peki sonra ne yaptın? Kendine geldiğinde konuşmadın mı kızla?"
Yağız ürpererek montuna daha sıkı sarındı. Gözlerindeki duygu yoğunluğu onun çaresizliğini gösterir gibi dolup taşıyordu sanki.
"Konuşmak... Bunu yapabilmiş olduğumu söylemek için neler vermezdim."
Derin bir nefes alıp soluğunu bıraktı sesli bir şekilde.
"Onu otele getirdiğimde baygındı. Uyanması neden o kadar uzun sürdü düşünememiştim. Düşünmedim demek daha doğru olur sanırım. Hiç sesi çıkmadan öylece uyuyordu, elbisesini çıkardım ve uyumak için yanına uzandım. Yorgundum, şehre yeni inmiştim ve iner inmez de Selim'in katılmaktan son anda vazgeçtiği bir davete katılmaya mecbur kalmıştım. Yorgundum Kenan ve bir de bunun üzerine o an yanımda uyuyan kadına karşı hissettiğim duygularla bitap düşmüştüm. Sadece yanıbaşında uyumak istedim. yüzündeki her çizgiyi hafızama kazırcasına izledim bir süre onu. Uyandığında nasılsa ona açıklayacaktım olanları. Çok, çok güzeldi. Ona bakarken uyuyup kaldım. Bir süre sonra uyandırıldığımda -ki her anlamda uyanmaktan bahsediyorum- şaşkınlıktan hatta neredeyse sevinçten ölecek kadar çok heyecanlanmıştım."
"Nasıl yani? Uyandı ve çığlıkları odayı yırtmadı mı? Korktuğunu söylemiştin."
"O tür bir uyanış değil bahsettiğim. O bana dokunuyordu, elleri göğsümdeydi ve inanılmaz derecede tutkuluydu. Elini tutup durdurmak istedim ve gerçekten durmasını diledim içimden. O durmadı, gözlerini hafifçe aralayarak beni istediğini söyledi. Daha çok sokuldu kollarıma. Bir süre sanki cennette gibi hissettim kendimi. Tüm itirazlarımı elinin bir tek dokunuşuyla tuzla buz ediyordu. Aklım başımdan gitti, kendimi kaybettim. Hayatımda ilk kez Kenan ilk kez kendimi kaybetmek istedim. Ona bıraktım her şeyi. İstediği bendim ve ben de onu istiyordum. İnanılmazdı, kelimenin tam anlamıyla inanılmaz bir gece geçiriyordum. O bir hediyeydi sanki. Benim için bekleyen bir hediye gibiydi ve benim o andan itibaren kesinlikle aklım başımda değildi. Böyle bir şey yaşamamıştım hiç. Bu, eşsizdi. Onun eşi yoktu. Kollarımda uyuyup kaldığında ikimizde yaşadığımız tutkuyla nefes nefese kalmıştık. Uyudu. Öyle derin, huzurlu bir uykuya daldı ki ben de onunla aynı uykuya bıraktım kendimi."
Kenan şaşkınlık ve merakla dinlediği Yağız susunca o ana kadar farkında olmadan tuttuğu nefesini bıraktı.
"İnanılmaz bir hikaye bu. Peki sonra? Sabah konuşmadın mı, sana nasıl davrandı?"
Yağız yüzündeki tüm ifadeleri silercesine donuk bir şekilde baktı ateşe bir süre. Gözlerini kaldırıp Kenan'a baktığında acının ve kaybın izlerini gördü Kenan bu gözlerde.
"Sabah o yoktu yanımda. Uçup gitmişti öylece. Ne adını bırakmıştı geride ne de kendine dair bir iz. Sadece kokusu kalmıştı odada. Bir de yanımdaki yastıkta o güzel başının izi. Ne düşündüğünü, ne hissettiğini hiç bilemeyeceğim belki de. Adını seslenmek istedim, yoktu bende bir adı. Birinin kadını mıydı yoksa herhangi bir kadın mıydı bunu öğrenmeme fırsat vermemişti. Hayatıma girdiği gibi aniden uçup gitmişti. Onun ne durumda olduğunu bilmiyorum ama bende bıraktığı boşlukta sanki rüzgarlar esiyordu içimde bir yerlerde. Ben o gece kollarımdaki kadına aşık oldum. Adını bilmediğim, bir türlü aklımdan çıkaramadığım kadına aşık oldum. Kime dokunduysam, kiminle birlikte olduysam onun yüzünü görmek istedim döndükten sonra. Her defasında o kadınların benim kadınım olmadığını görerek heyecanlarımdan soğudum. O yataklardan yarım yamalak kalkıp kendimi dışarıya attım. Aklımı kaçırıyorum sanırım. Hastalık gibi. Başka bir şey düşünemiyorum aylardır."
Yağız sustu... Kenan sustu... Gece sustu... Sessizlik hepsini sardığında ortada kalan sadece adı olmayan o kadından geriye kalan duygulardı.
Kenan konuşmaya başladığında Yağız kendi düşüncelerinde neredeyse kaybolmuştu.
"Bütün bu yaşadıkların için sana ne söyleyebilirim bilmiyorum Yağız. Keşke sana umut verecek bir şey söyleyebilseydim. Aşkın türlü yolları vardır, biliyorum. Geçtim çünkü o yollardan ama senin yaşadığın belirsizlik, kör bir kuyuda hapsolmak gibi dostum. Onu bulabileceğini bilsem hemen şimdi seni zorla da olsa gönderirdim ama sen bile buna inanmazken benim sana 'İnanıyorum, bulacaksın' demem gerçek dışı kaçardı. Bilmiyorum dostum, bilmiyorum. Keşke ona dair bildiğin bir şey olsaydı."
"Bildiğim bir şey var."diye mırıldandı Yağız yarım ağız gülümseyerek.
"Bildiğim tek şey,o gece birkaç kadının ona buzlar kraliçesi deyişiydi. Sözleri kıskançlık kokuyordu besbelli ama asıl kötü olan bunu onun da duymasıydı. Gözlerindeki kederi tarif edemem. Omuzlarının çöküşünü, tutunacak yer arayan ellerinin beyazlığını, kırgınlığını. Yine de öyle mağrur bir havası vardı ki ona buz kraliçesi demişlerdi belli ki kıskançlıkla ve  gece ben o buzun içinde yanan ateşe sahip oldum. O ateşe attım kendimi yanacağımı bile bile. Onu sarsarak uyandırmalıydım belki de ama yapamadım. Ona dokunduğum an, onun bana dokunduğu an bütün düşünme yetilerim uçup gitti. Tanrı'm... Tanrı'm bu nasıl bir duygu? Kalbimin tam ortasında koca bir dağ oturuyor sanki. Bu duyguyla lanetlenmiş gibi hissediyorum kendimi Kenan. Bir an için aklımdan çıkmıyor. Her gece ona uyumak, her sabah olmayacağını bilerek uyanmak... Ya evliyse, ya başka bir erkeğin kadınıysa? Ona dokunan ellerden, bu düşünceden nefret ediyorum."
Kenan onun geçtiği dar sokakları, çıkmazları, arayış dolu kalp çarpıntılarını gözlerinde görüyordu ama onun için yapabileceği tek şeyin sadece yanında olmak olduğunun gerçekliğinin farkındaydı.
Yağız için üzülüyordu o dostuydu, arkadaşıydı. Güçlü bir erkekti. İhtiraslı, tutkulu bir adamdı ama bu yolu tek başına yürümek zorundaydı. Yağız farkında olmasa da hayatında yaşanmış olan o tek gece ona bilmediği bir dünyanın kapısını açmıştı. Zamanla hafifleyecekti. Zamanla alışacaktı o da bu duyguya.
"Yağız, pişmanlık duyduğun, suçluluk duyduğun oldu mu ondan sonra?"
"Pişmanlık değil ama suçluluk evet. Onu bir başka yere ya da bir hastaneye götürseydim kim bilir belki de bugün bunları konuşuyor olmayacaktık. Pişman değilim. Onunla geçirdiğim o gece için asla pişman olmayacağımdan eminim üstelik. Buna değerdi, her şeye değerdi. Bir delilik, bir çılgınlıktı belki ama buna inan bana değerdi."
Yağız sonraki günler boyunca bir daha Kenanla bu konuda konuşmadı. Kenan onun kendini dağın yamaçlarında işine verişini izledi. Yorulana kadar çalışmasını, düşüncelerinden uzaklaşmak için verdiği çabayı seyretti. Uzun saatler boyunca ortadan kayboluşlarına, döndüğünde yorgunluktan devrilip kendini kaybedercesine uyumasına tanıklık etti. Kaçmaya çalışıyordu düşüncelerinden ama onlara daha çok saplanıyordu.
Günlerdir bu dağda ikisi vardı sadece. Artık yıpranmış olan soluk kot pantolunu ve terden neredeyse tuz bağlamış tişörtüyle ateşin başında huzursuz kıpırdanışlarla uyuyan arkadaşına baktı. Sıkıp durduğu dişlerinin altında köşeli çenesinin kasılışından rahat uyumadığını anlamak zor değildi. Uzanıp ateşe birkaç odun parçası daha attı. Ayaz vardı bu gece. Keskin, soğuk bir ayaz... Yağız'ın üzerine bir battaniye örterken genç adamın uykusunda bile kaşlarını çattığını görerek derin bir nefes aldı.
"Umarım dostum, o kadın kaderinde varsa yeniden karşılaşırsın. İyi bir kadını hak ediyorsun."


...Günlük...

Mert'e, sevgilime...

Sen gittikten sonra kendimi görmüyor gözlerim. Sen gittikten sonra sen beni görmedin hiç. Görsen tanır mıydın acaba diye soruyor şimdi yüreğim.
Yokluğun dipsiz kuyularında çırpınışıma şahit olmadın. Utancıma tanıklık etmedi gözlerin. Ben kendime bakmayı unuttukça senin yokluğun da büyüdü göz bebeklerimde. Sensiz çay içiyorum, sensiz kitaplar okuyorum, sensiz nefes alıyorum. Yemek yiyorum, nefes alıp uyuyorum. Kapım çalmıyor ansızın gece yarıları. Elinde yeşil çantasıyla gülümseyen yüze bakmıyor artık gözetleme deliğinden gözlerim.
İçtiğim sular sanki denizlerden geliyor. Tuzlu... Yaralarım acıyor...
Sensiz ne çok gözyaşları biriktirdim içimde. Senli sensizliklerde ne çok kayboluyorum her geçen gün biraz daha. Meleklere duyuramıyorum sesimi. Keşkelerimi, pişmanlıklarımı fısıldayamıyorum ne sana ne de onlara. Kurtulamıyorum günahımdan.
Başka bir erkek Mert. Tanımadığım başka bir erkek bedeni altında seni yok edişimi fısıldayamıyorum kimseye. Kalbimdeki fısıltılara karanlıklar ekliyorum. Her geçen gün biraz daha siliniyorsun hafızamdan. Sanki tamamen terk ediyorsun beni.
Ellerimi uzatıyorum boşluk. Yoksun... Sana gelemiyorum. Dayanılmaz bir esaret bu. Nefes almak istiyorum...
Dünya sen varken anlamlıymış da sanki seni kaybedince tüm anlamlarını da yitirmiş gibi şimdi. Geceler, gündüzler anlamlarını yitirmiş sanki senin gidişinle. Yokluğun yokluğum olmuş meğerse her geçen gün, bunu öğreniyorum.
Hiç ummadığım köşelerde aklıma düşüyor hayalin. Herkes senmiş gibi geliyor bazen, deliriyorum. Ama hiç kimse sen değil, kalbim biliyor. Bir tek o biliyor.
Melekler duymuyor sesimi Mert, sen duymuyorsun. Artık biliyorum. Gelmeyeceksin, hiç olmayacaksın.
Yalnızlığın limanlarındayım şimdi, dünyaya karışmak için cesaretim yok. Bu çırpınışlar nereye götürecek beni. Ruhum bir gün huzur bulabilecek mi, ben unutabilecek miyim bir gecelik günahımı?
Kayra...


Kayra erken kalktığı o sabah güne günlüğü ile başlayarak hazırlanmıştı. Saçlarını her zamanki gibi topuz yapıyordu, işe giderken bir gün bile açık bırakmamıştı. Mert'in cenazesinden sonra bir daha hiç açık bırakmamış, kestirmemişti. Bu yüzden çok uzadığından toplarken sıkıntı çekiyordu bir süredir. Bu gün işe gitmeden Kemal Bey'in evine uğramaya karar vermişti. İşe biraz geç kalacağı bilindiğinden rahatça hazırlanıyordu. Esin Hanım sonunda zor geçen bir gebelikten kurtulmuş, bir kızı olmuştu.
Kemal Bey iki gündür işe gelmiyordu ve tüm her şeyle o ilgilenmek zorunda kaldığı için bu ziyaret ertelenmişti sürekli. Bu fırsatı Kemal Bey özellikle yarattığında o da değerlendirmişti. Daha önceden aldığı bebek paketini unutmamak için göz önüne koydu. Bir süre sonra taksiden inerken uzun zamandır ilk kez iş dışında bir şey yaptığını düşünerek gülümsedi hafifçe. Esin Hanım'ın onu karşılayan gülen yüzünü görünce hayretle açıldı gözleri.
"Sizi yatakta, kırmızı bir kurdelayla yatarken bulacağımı sanıyordum. Çok erken ayağa kalkmışsınız Esin Hanım."
"Aman Allah aşkına Kayra. O nedir öyle açılmayı bekleyen paketler gibi kurdelalar falan. Dayanamam o tür şeylere. Ben paketi açtım güzelim, bak ne çıkardım. Bayılacaksın."
"Sabırsızlanıyorum. Görmemizde sakınca yok değil mi?"
"Saçmalama, ne sakıncası olacakmış."
Kayra bir dakika sonra kucağına uzatılan pespembe minik surata bakarken yüreğindeki titremelere engel olamayarak gözlerinin dolduğunu hissetti. Minicik, sürekli açılıp kapanan pembe dudaklar, mis gibi bebek kokusu, buruşuk pembe suratıyla ve tepesinde bir tutam siyah saçıyla minik kız kalbindeki tüm karanlık odacıkları aydınlatmıştı. Esin Hanım' bakan gözlerinde yaşlar parlıyordu.
"Bu çok güzel, çok tatlı bir kız. İnanılmaz bir mucize gibi varlığı. Çok şanslısınız Esin Hanım, çok..."
"Daha çok gençsin, ağlama bakalım. Kızarım... Senin de çocukların olacak, sen de bu mucizeyi yaşayacaksın Kayra."
Kayra acıyla yutkundu minik bebeğin parmaklarını tutarken. Başını eğip kokladı derin derin nefesler alarak. İçine hapsetti bu meleksi, saf kokuyu.
"Bir adı var mı?"
"Olmaz mı? Onun adı Gökçe Sezen."
"Çok güzel. Neden iki isim, zor olmayacak mı sizin için?"
"Gökçe benim Sezen Kemal'in istediği isimdi. Biz de ikisini birlikte kullanmaya karar verdik. Nasıl ama Gökçe Sezenimiz? Pespembe bir yumak gibi değil mi? Gel bakalım sen anneye."
Kayra bebeği annesine uzatırken içindeki bilmediği, yeni keşfettiği bu sıcacık duyguyla titrediğini hissetti. İnsan nasıl bir mucizevi yaratıktı ki kendi bedeninden yeni canlara, yeni hayatlara, konuşan, gülen, acı çeken insanlara yeni halkalar ekliyordu. Bu muhteşem bir duygu olmalıydı. Mert yaşasa belki birlikte tadacakları bir duygu, bir mucize olabilecekken şimdi sadece hissettiği, bir şekilde özleyeceğini bildiği duygu halinde kalacaktı.
Bebeği yatırdıktan sonra bir süre Esin Hanımla sohbet ettiler. Kayra bebeğin hediyesini uzattı ve yanında anne için aldığı zarif ince kolyeyi de üzerine bıraktı. Kadının mutluluğunu gördüğünde kalbi sıkışıp kaldı. Onun yerinde olmak istediğini hissederek kasıldı. Gülmeyi unutmuş gözleri doldu yeniden. Esin Hanım ellerini tutarak gözlerine baktığında istemsiz bir gözyaşı kafesinden kurtulmuşçasına yanaklarından süzüldü.
"Öyle hüzünlüsün ki, öyle bir hüzün yayıyorsun ki etrafına senin içini görmek istiyor insan Kayra. Lütfen üzülme. Kemal de ben de sana değer veriyoruz, iyi olman bizi gerçekten sevindirir. Seni konuşmak ve anlatman  için zorlamayacağım ama bilmeni isterim ki arkadaşın olmak beni çok mutlu eder. Ne zaman istersen konuşabileceğini unutma. Omuzlarım güçlüdür inan bana seni taşıyabilir."
Kayra kadının bu sıcak ve samimi sevgisi karşısında gülümsemeye çalıştı.
"Çok, çok iyi insanlarsınız... Bu yüzden belki de çok şanslıyım. Uzun zamandır kimseyi bu kadar yakın hissetmemiştim kendime. Teşekkür ederim."
"Ailenden kimse yok mu yanında ya da yakınlarda Kayra? Neden bu yalnızlığı tercih ettiğini söyler misin en azından?"
"Ailem yok. Teyzemle birlikte büyüdüm ben. Onu kaybettikten sonra okula devam ettim ve ... ve... Her neyse... Benim artık işe gitmem lazım. Zamanınızı aldım. Bebeği benim için öpün."
Kayra aceleyle kurduğu bu cümlelerin ardından telaşlı hareketlerle ve sarsılmış bir biçimde kapıya yöneldi. Esin Hanım da onun bu telaşına kapılmış kapıya ilerlerken üzgün bir sesle mırıldandı.
"Geldiğin için teşekkür ederim ama yine gel. Benim de zaman zaman gerçek bir arkadaşa ihtiyacım oluyor; güvenebileceğim, konuşabileceğim birine. Birbirimize arkadaş oluruz. Seni gerçekten üzmek istemediğimi biliyorsun değil mi?"
"Beni üzmediniz, böyle düşünmenize neden olduğum için  gerçekten üzgünüm. Ben... Benim için de yeni duygular bunlar. Yine görüşmek benim için de mutluluk olacak Esin Hanım."
Vedalaşarak kendini dışarıya atıp bir taksi çevirdi. İşe gidene kadar geçen zaman boyunca bebeğin parmaklarındaki ipeksi dokunuşu düşünerek içi sızladı. Esin Hanım ve Kemal Bey'in samimiyetlerinin içinde nasıl çırpınışlar uyandırdığını düşündü. İçindeki gölgeler arasından sızan bu duyguların sarsıntılı düşünceleri arasında şirkete girdiğinde kendi güvenli kalkanlarında çatlaklar oluşmaya başladığını düşünüyordu. İstemek ve aynı anda reddetmek ruhunda zaten mevcut olan karmaşaya yeni bir şekil verircesine acıtıyordu canını. Odasının kapısını kapadığında deli gibi çarpan kalbinin üzerine koydu elini.
"Bir bebek, sadece bir bebek mi bu kadar karıştıran seni?"diye mırıldandı kendi kendine. Titreyen parmaklarıyla telefona uzandı.
"Filiz, bir kahve yollar mısın lütfen? Bir de Kemal Bey sordu mu beni?"
"Kemal Bey'in misafiri var efendim. Bülent Bey ve oğlu buradalar. Geldiğinizi haber vereyim."
"Hemen değil. Kahvemi içecek zaman ver bana."
Birkaç dakika sonra gelen kahvesini yudumlarken ajandasından günlük programına göz attı. Kahvesini bitirdikten sonra kendine çeki düzen verip dosyalarını da alarak Kemal Bey'in odasına yöneldi. İçeriye girdiğinde üç erkeğin hararetli bir tartışma içinde olduklarını görerek sessizce yerini aldı masada. Selim Bey'in bakışlarını hissedince görmezlikten gelerek dikkatini önündeki dosyalara verdi.
"Kayra Hanım'ın bize önereceği bir şey var mı merak ettim. Asistanınız oldukça donanımlı bu konuda gördüğüm kadarıyla Kemal Bey."
Selim'in bu çıkışıyla öfkelenen Kayra konuşmak için ağzını açamadan Kemal Bey söz girdi.
"Kayra bir çok konuda donanım sahibidir, kendini yetiştirmeyi çok iyi başardı. Bu yüzden fikirleri benim için değerlidir Selim. Ama o nerede ve ne zaman konuşması gerektiğini de çok iyi bilen bir asistandır aynı zamanda."
Selim'in alaycı ve flört havasındaki bakışlarından iyice huzursuz olan Kayra oturduğu yerde dikleşti. Bülent Bey Kayra'ya bakarak gülümsedi. Babasının sıcaklığı ile Selim Bey'in yapışkanlığı arasında bocaladı bir an. Gülümsemesine karşılık verdi yaşlı adamın.
Bülent Bey,
"Madene kimi yolluyoruz önce buna bir netlik kazandıralım. Yağız haber bekliyor benden. Çocuk günlerdir dağda ölçümler yapıyor, ona bu gün bir cevap vermek zorundayım."
"Ben gidemeyeceğimi söyledim baba. Bu iş için başka birine bakın."
"Bir süre için bu itirazın geçerli değil Selim. Biz uygun elemanı bulana ve karar verene kadar sen madene gidiyorsun. Bu konuda kesinlikle itiraz kabul etmiyorum. 15 gün içerisinde biz de her şeyi tamamlayacağız."
Kemal Bey düşünceli gözlerle baba-oğul arasında geçen bu soğuk konuşmayı dinliyordu.
Selim'in kendini bu işten uzak tutma çabasını şımarıklık olarak görüyordu ama onların arasına girmemeye karar vererek sessiz kalmayı tercih etti.
Selim,
"Bu fikri Yağız soktu senin kafana değil mi? Her zamanki gibi sevgili yeğeninin arkasını toplamaya beni yollayacaksın yine."
Bülent Bey gülerek soğuk gözlerle baktı oğluna.
"Yağız'ın arkasını toplamak mı? Saçmalama istersen. Sen Yağız kadar bu işi sahiplenseydin belki o zaman hak verebilirdim sana. O, işini asla şansa bırakmadığı ve benimsediği için başarılı. Sen sahip olduklarının kıymetini ne zaman öğreneceksin?"
"Burada yapacak işlerim var."
"Buradaki işlerle ben ilgilenirim. Bu çok önemli bir maden ve Yağız neye ihtiyaç duyuyorsa sağlanacak. Yeterli elemanı bulana kadar madene gidiyorsun. Yarın yola çıkman için gerekli hazırlıkları başlat Selim. Şimdi Yağız'ı arayarak bunu bildireceğim. İstersen sen konuş."
"Ben sonra konuşurum onunla, acelesi yok. Benimle başka işin yoksa dışarıdayım biraz. Belki Kayra Hanım bana bir kahve ikram eder."
Kemal Bey Kayra'ya bakarak onunla çıkmasını işaret ettiğinde Kayra bu durumdan hoşnut olmayan tavrıyla ayağa kalktı. Birlikte dışarı çıktılar. Bülent Bey Kemal Bey'e dönerek gülümsedi.
"Her zaman bir rekabet söz konusudur. Selim ve Yağız birbirlerini ne kadar çok sevseler de bu rekabet hep devam etti. Yağız işlerine karışılmasını sevmez. Yalnız çalışır ama işinde gerçekten iyidir. Gözü karadır, riskleri sever ama Selim rahatına düşkündür. Modern ofislerde, ışıltılı bir dünyada yaşamaktan memnun. Onu bu kadar şımartan da benim aslında ve ne büyük hata olduğunu çok sonra anlıyor insan. Madenlere gitmesini istiyorum çünkü işin mutfağı orası. Ellerinin kirlenme zamanı geldi de geçiyor bile."
Kemal Bey ona bakarak anlayışla başını salladı.
"Yeğeniniz gerçekten işinde iyi bir genç. Sağlam bir duruşu var ve sizi olduğu kadar bu işi de çok seviyor. Umarım Selim Beyle aralarında bir soruna neden olmayız. Bu, üzücü olur."
"Onlar bir yolunu bulurlar anlaşmanın. Ben Yağız'ın olgunluğuna ve disiplinine güveniyorum. Aslında biraz da bu yüzden Selim konusunda ısrarım. Yağız onu disipline edecektir. O işinde hata affetmez. Selim'e göz açtırmayacaktır. Aslında düşününce eğlenceli bile olabilir."
İki adam gülerek işlerine döndüler.

Kayra Selim'in kahvesini bitirip bir an evvel gitmesi için dua ediyordu içinden. Bu adamda onu rahatsız eden bir şey vardı ve huzursuz oluyordu. Onun sesini duyunca bakışlarını kaldırdı.
"Evli misin Kayra?"
"Neden soruyorsunuz?"
"Merak, sadece merak. Bu nedenle mi teklifimi geri çevirdin?"
"Değilim ve teklifinizi şimdi de geri çeviriyorum Selim Bey. Size söylemiştim. İş sadece iştir. Özel hayatımda yer almasını istemiyorum."
"O zaman bir erkek arkadaşın var, yanılıyor muyum?"
Kayra bıkkınlık ve öfke dolu bakışlarını onun yüzüne dikti.
"Selim Bey, yapacak önemli işlerim var ve benim hayatım sizi ilgilendirmez. Lütfen rica etsem yalnız bırakır mısınız beni?"
"Ben senin patronun sayılırım. Bence daha nazik davranmalısın bana."
Kayra bu kez hissettiği şeyin tiksinti olduğundan emindi. Daha sert bir şekilde söze başlamadan kapıya yöneldi ve sonuna kadar açıp Selim'e baktı.
"Benim patronum siz değilsiniz. Siz şirket ortağısınız Selim Bey. Bu ikisi farklı şeyler. Bu konudaki şikayetlerinizi Kemal Bey'e iletirsiniz. İyi günler."
Selim günün tüm gerginliği ile geniş adımlarla ona yaklaştı. Neredeyse burun burunaydılar ve Kayra çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu.
"Yine görüşeceğiz Kayra, en kısa zamanda."
Kayra cevap vermedi. Kapıyı onun arkasından gürültüyle kapayarak titreyen bacaklarıyla masasının başına döndü. Bu adam kendini ne sanıyordu böyle? Nasıl cüret edebilirdi? Hırsla ve öfkeyle sıklaşan soluklarını düzenlemek için rahatlamaya çalıştı. Madene onun gönderilmesine neredeyse sevinmişti bile. Buralarda olmadığını görmek ona iyi gelecekti. Adamın ısrarı artık tahammül edilmez boyuttaydı. Ona böyle bir ümit vermediği gibi asla vermeyeceğini de biliyordu.
Aynı anda gözünün önünde beliren bir yatak ve uyuyan erkek yüzü ile kasıldı olduğu yerde. Büyük hatası, en ölümcül günahı olmadık zamanlarda yokluyordu kendini. Gözlerini sımsıkı yumarak derin bir nefes aldı. Unutmaya çalıştıkça canını yakıyordu bu sisli puslu görüntüler. Ona kendini hatırlatmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Üzerinden aylar geçmişti.
"Dört ay..."diye fısıldadı Kayra güçlükle.
Unutmak için direndiği dört ay. Arınmak için neredeyse derisini yüzmek isteyerek geçirdiği dört ay. Telefonun çalan sesiyle yerinde sıçradığında Kemal Bey'in sesiyle kendine geldi.
"Odama gel Kayra."
Kayra telefonu kapar kapamaz hızla Kemal Bey'in odasına geçti.
"Buyurun efendim."
"Otur Kayra. Bebeği ziyaret etmişsin. Esin çok mutlu olmuş, teşekkür ederim."
"Evet. Çok güzel bir kızınız var, çok..."
"Seninkini de görürüz umarım. Her neyse... Bu Selim Beyle aranızda ne var sizin? Neydi o iğnelemeler, o tavırlar adamdaki Tanrı aşkına?"
"Önemli bir şey değil efendim. Selim Bey istediklerine hemen sahip olabileceğini düşünen, reddedilmeyi fazla kaldıramayan bir tip. Bunun etkisi olmuştur."
Kemal Bey kahkahalar atarak güldü ve karşısına geçip oturdu.
"Sana asıldı ve sen de haddini bildirince saldırganlaştı öyle mi? Sert kayaya çarptığını anladı mı bari?"
"O başka bir şekilde tanımladı aslında. Sanırım çetin cevizsiniz gibi bir cümle kurmuştu ama inşallah anlamıştır, çünkü ilgilenmiyorum."
Kemal Bey gülümseyerek şefkatle onu süzdü.
"Sen çok özel bir kızsın biliyor musun? Başkası olsaydı sadece serveti için bile iki kez söyletmezdi bunu Selim gibi bir adama. Bu tarafını seviyorum senin. Hazmetmişsin bir çok şeyi. Ego kaygısı taşımıyorsun."
"Teşekkür ederim efendim."
"Her neyse senin neden çağırdığıma gelelim. Bülent Bey, Selim'in madene gitmesini istese de aslında ciddi bir tedirginlik yaşıyoruz Kayra. Yeğeni Yağız Beyle ben de konuştum. Adam işine aşık, iyi bir madenci ve Selim Bey'in madende sadece ayak bağı olacağına inanıyor. Bunu açıkça Selim'e de söyledi buraya geldiğinde yemekte geçen bir konuşmada. Ve bizim Selim'den çok Yağız Bey'in çalışmasına ihtiyacımız var. 15 günlüğüne gönderiliyor ama babası onun üç günden fazla kalabileceğine inanmıyor. Bu konuda bir şeyler yapmamız lazım. Orada bizi temsil edecek biri gerekli bize."
"Aklınızda kimse var mı?"
"Maalesef hiç kimse.Ya senin?"
"Benim de yok ama yeniden düşünelim, gözden geçirelim her şeyi. Mutlaka gözümüzden kaçan biri vardır bu pozisyon için."
"Olmalı Kayra. Bu benim için de şirket için de çok önemli çünkü."
Kayra günün sonunda evine giderken hala personel isimlerini kafasında tartıyordu. Yoğun, gergin, yüksek tempolu bir gün geçirmişlerdi. Yorgunluktan bacaklarının sızladığını hissetti. Eve girdiğinde sıcak ve nemden neredeyse nefes alamıyordu. Üzerindekileri çıkartıp kendini banyoya attı.
Bir süre sonra bornozuyla evin mutfağına geçtiğinde tüm gün sıkmaktan kasılan vücudu gevşemişti. Elinde kahve fincanıyla bir süre öylece uzaklara daldı. Masanın üzerindeki deftere ilişti gözleri. Yutkunarak bir süre baktı ona. Kahvesini yudumlamaya başlarken içindeki karanlıklardan bir dünya yarattığının, kendini engizisyon mahkemelerinde gibi yargılayışının nedeni olan o geceden uzak tutmaya çalıştı.
Aylardır gördüğü kabuslar, atamadığı çığlıklarla doluydu içi. Odada gözlerini dolaştırırken içinden yükselen ağlama isteğini engelleyemedi. Mert'in fotoğraflarının durduğu köşelerdeki boşluk iç yaralayıcıydı. O boşluklar şimdi ruhundaki kara delikler gibi büyüyordu. Onunla geçirdikleri iki yıl boyunca hayatının en mutlu anlarını yaşadığını ancak onu kaybettikten sonra anlamak acı veriyordu.
Yüzünü silerek fincanı sehpaya bıraktı. Baharın esintisi terasın açık kapısı arasından kendine ulaştığında tenindeki ürpermeyle irkildi. Gözleri kapanmak üzereydi yorgunluktan. Uyumamaya ne kadar dirense de kabuslar dolu uykulara teslim oluyordu her defasında. Bugün tüm haftanın son günüydü ve tüm haftayı yoğun bir tempo içinde geçirmişlerdi. Yerinden doğrularak odasına çekildiğinde yatmak için hazırlık yapmaya başladı. Yatağına uzandığında kısa ve kesik bir hıçkırık takılıydı boğazında. Gecenin ve kabuslarının vakti başlıyordu. Kaçamayacağını anladığı o günlerden sonra onlara teslim olmuştu artık.
Gözlerini kapadı. Mert'i düşünerek uykuya dalmaya çalıştı. O günah gecesi dışında her şeye razıydı. O gecenin anıları zihninde puslar arasından belirmeye başladığında onları geri püskürtmek için harcadığı çabadan sabahları dövülmüş gibi yorgun kalkıyordu.
En büyük düşmanı hafızası olmuştu. Bir türlü unutmaya yanaşmayan hafızası.
Duasını ederek uyumaya çalıştı Kayra. Tüm dualarında sakladığı Mert'i, dualarının arasında anarak kabuslarından uzaklaşmaya çalıştı. Yatağında bir süre sonra her zamanki pozisyonunu aldı yine farkında olmadan. Bir cenin gibi kıvrıldı yastığına sarılarak. Uzun saçları yastığın üzerinde yayılmış, dudakları yarı aralık uykuya dalmıştı kısa bir süre sonra. Yüz hatları gevşediğinde hafif ıslak saçları arasından yüzü bir çocuğun masumiyetiyle aydınlanmıştı. Huzurlu görünüyordu ama beyni hala uyanık biçimde inatla yaşamın içindeki bir tek geceden kaçıyordu.

Ertesi sabah uyandığında gözlerini güçlükle araladı. Kıpırdamadan açtığı gözleri çocuksu bir şekilde odanın içinde dolaştı. Uyumak için direndiği her sabaha daha yorgun uyanıyordu, yatağından doğrulmak için fazladan enerji harcıyordu.
Güçlükle doğruldu. Dağınık saçlarının iyice kabararak yüzünü tamamen sakladığını görünce eliyle onları düzeltmeye çalıştı. Ayağa kalkarak banyoya gitti, dişlerini fırçaladı,yüzünü yıkadı. Elinde havlusuyla terasa çıktığında sabahın taze kokusunu çekti ciğerlerine. Bir tatil sabahının sakin dakikalarıydı bunlar.
Bir süre orada durarak şehri izledi kuşbakışı. Kahvaltı yapmak istemiyordu canı. Bu yüzden büyük bir bardak portakal suyu aldı eline. Salona geçtiğinde televizyonda bir şey bulamayınca bir kitap alarak yeniden uzandı kanepeye. Kitabın sayfalarını açmadan daldığı düşünceler yüzünden gözleri doldu yeniden. Televizyonu kapadı haberlerin başladığını görerek. Televizyon haberlerini izlemeye dayanamıyordu çünkü her haber arasına giren cenaze ve çatışma görüntüleri onu dipsiz karanlıklara itiyordu. Ağlayan, acı dolu çığlıklar atan insanları görmekten korkuyordu. O kendi çığlıklarının döngüsü içinde hayatta kalmaya çalışıyordu. Gidenden haber yoktu ama kalan da küskündü aydınlık ve güneşli günlere.
Mert'i toprağa verdikleri gün herkesten sonra tek başına kalmıştı mezarı başında. O toprağın altında yatan sen misin diye inlemişti dakikalarca. Sevdiği, sarıldığı doyamadığı teninin sıcaklığı toprağa akıp gitmişti fütursuzca.
Oysaki bir tek mermiydi onu kendisinden alan. Kalbine sıkılan tek bir mermi. O mermi sadece Mert'e saplanıp kalmamıştı. O mermi kendi kalbinin ortasını yırtarak yer açmış, yuvalanmıştı içine. Bir tek merminin yakıcı sıcaklığı ile uçuvermişti mutluluğu elinden.
Hiç yaşanmamış gibi, hiç yaşamamışlar gibi masalsı bir tatla kabusa dönen aylar boyunca onun acı çekip çekmediğini, toprağın altında üşüyüp üşümediğini düşünerek deli günler yaşamıştı bilinçsizce. O mermiyi sıkan silahı tutan eller bilseydi geride kalan karanlık ruhları yinede sıkarlar mıydı diye düşünmüştü gözyaşları içinde. Onların da sevdikleri olduğunu düşünerek içinden çıkamadığı karanlık, belirsiz yolculuklar yapmıştı beynindeki hengamede.
Cenazeden sonra Mert'in ailesi onunla ilgilenmek istediğinde onları görmeye bile dayanamamıştı. Kiminin dudakları, kiminin gözleri anımsatıyordu Mert'i ona acıyla. Kiminin sesinde, kiminin bir bakışında Mert'i arıyordu. Bu acısını katlanarak büyüten duygularla baş edemeyerek onlardan uzaklaşmış, kendini kendine hapsetmişti. Sadece ikisine ait anılarla kalmayı tercih etmişti. Ondan kedisine kalan tek tük eşyalarla ve binlerce anıyla ısıtmıştı ruhunda üşüyen yerlerini. Ta ki o geceye kadar...
O gece bütün bunların güzelliğini ve temizliğini bozmuş, kirletmişti. O geceye ait görüntülerle Mertle dolu olan rüyalarının yerini karanlık, puslu kabuslar almıştı. Bedeni, ruhu günahkar sularda çırpındıkça o batmıştı daha derinlere. Farkında olmadan döktüğü gözyaşları dudaklarından diline uzanan tuzlu tatlar bırakarak çoğalıyordu. Başını koltuğun küçük kırlentine gömdü ve fısıldadı....
"Tanrı'm, bana yardım et. Unutmam için yardım et Tanrı'm..."

Yağız amcasından aldığı telefondan sonra kaşlarını çatarak hızlı adımlarla çadırlara doğru yöneldi. Kenan onun öfkeli ve hızlı adımlarla kendine doğru geldiğini gördüğünde ters bir şeyler olduğunu anlayarak hemen ona doğru yöneldi.
"Ne oldu? Ters giden bir şey mi var?"
"Var."diye öfkeyle homurdanarak yerdeki bir taşa tekme savurdu Yağız hırsla.
"Neler oluyor, ters giden ne?"
"Selim, burayı denetlemeye Selim geliyor. Düşünebiliyor musun?"
"Denetlemek mi? Aman Tanrı'm! O, madenlerden nefret eder. Nasıl denetleyecekmiş?"
"Ben de aynen bunu söyledim ama birini bulana kadar o geliyor. Ayrıca neyi denetleyecekler Tanrı aşkına bunlar? Ölçümler, proje ve madene ait ilk açılış yeri belli ve ellerinde. İnanamıyorum... Selim ve maden."
"Ne zaman geliyormuş?"
"Yarın akşama ana kampta olacak. Bu yüzden bizim de hemen yola çıkmamız gerekiyor. Orada olmazsak kendini bir maden ocağında öldürebilecek yeteneği var biliyorsun."
"Bilmez miyim? Bu kötü oldu. Uzun süre kalmayacağını umalım o zaman."
"Bunun için dua ediyorum dostum ama o zaten kendisi burada olmaktan nefret eder. Ütülü pantolonları kirlenmesin şehzadenin. Kalk hadi kamyonete kadar uzun bir yolumuz var."
Kenan ve Yağız gülerek çadırları toplamaya başladılar. Yağız bu işten hiç memnun olmamıştı ve bunu saklama gereği bile duymuyordu. Söz konusu madenler olduğunda kimseyi gözü görmezdi ve Selim madenleri hiçbir zaman sevmemişti. Onun gibi görmemişti bu bakir toprakları ve doğayı.
Açtığı her maden ocağı onun çocuğu gibi olmuştu. Bulduğu her damar onun yeniden canlanmasına neden olmuştu her zaman. Burada maden işçileriyle birlikte kazmak, onlarla toz toprak içinde gün ışığı görene kadar yürümek, aynı suyu paylaşmak, aynı ekmeği bölüşmek onun sevdiği şeylerdi Selim'in değil.
Toz toprak içinde kalmış, kir pas içinde aynı sevinci paylaşmışlar, geceleri yaktıkları ateş başında söylenen türkülere eşlik etmişlerdi onlar. Selim ise bunlardan uzak şık partiler ve modern ofislerde burada olup biteni anlamaktan uzak sadece dinlemişti. Şimdi burada olup her şeye burnunu sokmasını engellemek zorundaydı.
Yanında oturan Kenanı süzdü. Onun güldüğünü görerek kaşlarını çattı. Bu durumun nesini eğlenceli bulduğunu anlamak istercesine sordu.
"Çok eğlenceli geldi galiba sana bu durum? Ne gülüyorsun öyle?"
"Gülünmeyecek gibi değil ki, o kadar zıtsınız ki. Selim'i nerede yatıracağız? Karavanları sevmiyor. Her gün şehirden gelip gidemez de. Ne yapacağız?"
Yağız gülümsedi.
"Karavanlara razı olacak. Zaten fazla kalabileceğini de sanmıyorum. Fazladan masraf çıkaramam, bütçe sadece yeni maden için kullanılacak. Bu konuda asla tartışmaya girmem, o da girmese iyi olur. Burası tatil köyü değil."
"Ama yine de ona borçlusun bence."
Yağız ona baktı ne diyorsun der gibisinden.
"Yani o gece... Yılbaşı partisine o da gidebilirdi değil mi ama gitmedi."
"Bunun için ona borçlu değilim. Sakın bunu onun yanında da söylemeye kalkma, seni o madene gömerim. Duydun mu beni? Sana söylüyorum..."
Kenan kahkahaları arasında başını salladı.
"Peki, tamam. Unuttum bile ama en azından sana bir faydası dokunmuş kabul et."
Yağız'ın dudakları, uzamış sakalları arasından kıvrıldı. Direksiyonu tutan elleri kasıldı. Bu, kaderin oyunu muydu bilmiyordu ama Selim'in o partiye gitmemiş olması hayatının akışını değiştirmişti. Duygularını, ruhunu alt üst eden o gece hayatına anlam kazandırmıştı bir anda. Yaşam şimdi başka bir farklılıkla uzanıyordu önünde. Belki de onu bir daha asla göremeyecekti. Kim olduğunu bilemeyecekti. Sadece bir yerlerde aynı gökyüzünün altında, aynı geceyi ve gündüzü paylaştıklarını bilerek hayatlarına devam edeceklerdi.
Ona bir isimle bile hitap edemeyecek olması kadar canını yakmıyordu başka hiçbir şey. Kafasında isimler bulmuştu ona. Hiçbir isim yakışmamıştı, eğreti durmuştu.
Onu isimlendirememişti hayalinde bile. Hiçbir isim yakışmamıştı o güzelliğe. Hep eksik kalmıştı bir şekilde, sinmemişti.
Dikkatini engebeli yola vermeye çalışarak gözlerini kıstı. Güneşten sertleşmiş ve yanmış cildi, kısık gözlerinin etrafında oluşan çizgilerle tam bir uyum halindeydi. Derin, zor bir hayatın izleriydi onlar.
Uzun bir süre sessizce yol aldılar. Saatler sonra kampa giren kamyonu gören birkaç işçi seslenerek onları selamladığında yüzünde oluşan gülümseme gözlerine kadar ulaştı. Elini pencereden çıkararak selamladı onları. İndiklerinde yanlarına gelen işçilerle şakalaşarak sohbet ettiler bir süre. Onlarla içilen çay ve yapılan sohbetleri hep sevmişti.
"Eee... Akşama ne yiyoruz bakalım?"
"Senin için özel bir şeyimiz var patron."
"Hadi ya... Neymiş o özel şey?"
"Büyük ateşi bekleyeceksin. Biz seni bekledik, sen de ateşi bekleyeceksin."
"Büyük ateş mi? Ben yokken siz fazla rahat etmişsiniz anlaşılan. Ocakları bir görelim, sonra ateşi düşünürüz."diye gülümsedi.
Hava kararmak üzereydi. Etrafındaki kirli suratlar altında ışıldayan her rengin geçişini izledi bir süre onlara bakarak. Büyük ateş, her iki haftada bir akşam kamp yerinin ortasına yakılan, başında uzun saatler geçirerek eğlendikleri, sohbet ettikleri, bir arada oldukları, tartıştıkları, toprağın her tür renginin sindiği yüzlerde sıcaklık ve dostluğun esas alındığı buluşma noktasıydı. Aralarında evliler ve bekar olan insanlar vardı. Hepsinin burada olabilmek adına geride bıraktığı özlediği insanları vardı. O kirli eller, kirli tırnaklar birilerine daha iyi bir hayat sunabilmek için bu dağları kazıyorlardı. Buradaki sohbetler erkek sohbetleriydi. Sert, güçlü, bazen fazlasıyla duygusal, kimi zaman da özlemler kokarak.
Zaman zaman kaba ve sert bir şekilde şakalaştıkları, keyifle sohbet ettikleri bir dünyaydı. Akşam üzerlerine çöktüğünde maden ocaklarından yorgun argın çıkan herkesin özlediği biri vardı. Şimdi onun da olduğu gibi.
Onların her birinin gözlerinde olan o akşam özlemlerini büyük ve gizli bir kederle taşıyordu artık.
Karavanına gidip üzerindeki tişörtü çıkardı. Yakındaki nehre gidip yüzmeyi çok istese de burada bir duş alıp işe koyulmalıydı. Karavanın dar ve küçük banyosuna girdiğinde aklı hala Selim'deydi. Buraya gelmesi hiç iyi olmayacaktı. Her şeye karışmak isteyecek ve aralarındaki uzaklığın verdiği sıcaklık da uçup gidecekti. Anlaşamayacakları kesindi. Maden ve buradaki yaşam konusunda hiçbir zaman anlaşamamışlardı.
Selim'in kendi kendiyle girdiği yarışın bir parçası olmaya niyeti yoktu, onun kimseyle bir yarışı olmamıştı çünkü. O, bu dağlarda ve maden ocaklarında mutluydu. Buraların bir parçasıydı artık. Dağları delip bir uçtan bir uca gitmeyi seviyordu. Kazmayı ,aramayı, bulmayı... Kir pas içinde, ağzında toprak tadı gün ışığına ulaşmayı seviyordu. Şampanyalı partilerden çok daha değerliydi burada içtiği bir bardak çay.
Bir süre sonra havlusunu beline dolayarak vücudundan damlayan sulara aldırmadan karavanın penceresinden dışarıya bir göz attı. Havalar artık ısınıyordu iyiden iyiye. Ocaklardaki havalandırmaların bakımlarını yaptırmayı geciktirmemesi gerektiğini hatırlattı kendine.
Islak saçlarını parmaklarıyla tarayarak geriye doğru aldı. Dönüp aynaya baktığında bir haftadır uzayan siyah sakallarının yüzünde oluşturduğu gölgelere baktı. Hafifçe uzamış saçları ve sakallarıyla Selim'in dediği o dağ adamlarına benzediğini düşündü. Hafifçe, yarımağız gülümsedi. Bir süre daha kesmemeye karar verdi saçını ve sakalını. Şimdi bundan daha önemli işleri vardı.
Bacağından geçirdiği soluk kotlarından birini düğmelerken eline aldığı tişörtle üstü çıplak bir şekilde karavanın kapısından dışarıya atladı. Kenan'ın karavanının kapısına vurup yoluna devam etti ona seslenerek.
"Fazla oyalanma, yemeğe gidiyorum ben. Konuşacaklarımız var."
"Birazdan yanındayım."diye seslenen Kenan'ın sesini gülümseyerek karşıladı ve işçilerin arasına karıştı.
Tahtadan yapılan masaların yanına yaklaşıp yemeğe bir göz attı tişörtünü başından geçirirken. Oturup sigara içen bir işçiye gülümsedi. Elindeki yarısı içilmiş sigarayı işaret ederek "O elindeki seni bir gün öldürecek."diye şakalaştı işçinin uzattığı sigarayı alırken. Sohbet ederek içtiler sigaralarını.
Bir süre sonra temizlenmiş, temiz kıyafetler giymiş, sabun kokan bir sürü erkekten oluşan bir aile gibi büyük kütüklerden yapılma masaların başında toplanmış yemek yiyorlardı. Uzun saatler boyunca sohbet ettiler. Yeni madenin giriş noktası konusunda fikirler yürüttüler. Hepsi aynı heyecanı paylaşırken gözlerinde aynı ışıltılarla baktılar birbirlerine. Yeni maden yeni heyecanlar demekti onlar için. Onlar bu heyecanı paylaşmayı seviyorlardı.

Selim, virajlı ve asfaltı henüz dökülmemiş tali yolda sarsıntılarla ilerlerken aracın camlarını kapattı. Dışarıdan giren toz dişlerine yapışmıştı sanki. Hoşnutsuzlukla yüzünü buruşturarak küfür edercesine mırıldandı.
"Ne işim var benim burada?"
Yağız'ın onu alması için yolladığı adam dikiz aynasından bakarak sordu saygıyla.
"Bir şey mi dediniz efendim?"
"Hayır, sen önüne bak."
Adam gözlerini yola dikerken Selim, Yağız'ı aramak için telefonunu çıkardı.
"Yoldayım, birazdan orada olurum."
"Sevindim. Hoş geldin, seni bekliyorum."
"Buralara nasıl dayanıyorsun Tanrı aşkına? Hiçbir şey yok."
"Geldiğinde konuşuruz. Sızlanmayı bırak artık. Manzaranın tadını çıkar."
"Aman ne manzara! Neyse konuşuruz."
Telefonu kapattığında umursamaz bir şekilde bakındı etrafına. Bu manzaraya asla uymadığının farkındaydı, daha doğrusu manzara da ona uymuyordu açıkçası.
Bir saat kadar süren sessizlik içindeki yolculuktan sonra kampa girdi. Yağız'ın işçiler arasından, kafasında bareti ve elinde eldivenleriyle kendine yaklaştığını görerek el salladı ona. Yağız, elindeki eldivenin birini çıkararak ona elini uzattığında Selim iki elini havaya kaldırıp gülümsedi.
"Çok pis görünüyorsun."
Yağız onun bu sözlerini umursamadan bir koluyla onu kendine çekti ve sarıldı.
"Her zamanki züppe hergelenin tekisin. Elim pis olabilir ama kalbim temizdir."diyerek güldü.
"Tam bir dağ kaçkınına benzemişsin bu sakallarla. Yüzün, gözün görünmüyor."
"Dinlendiriyorum yüzümü. Ayrıca burada kendimi beğendirmek zorunda olduğum kimse de yok."
"Yine de daha insani bir görüntün olmasını tercih ederim. Sana kuzenim derken yüzünü görsün insanlar bari."
"Burada buna kafa yoracak kimse yok. Korkma, fazla utanmazsın bu halimden."
Yağız, ayaküstü yapılan bu sohbetten hoşlanmadığını gösterircesine onu, Kenan ve işçilerin olduğu tarafa yönlendirdi. Elindeki eldiveni pantolonunun arka cebine sıkıştırdı.
Kenan ve diğerleri de ona sadece hoş geldin diyerek yer gösterdiler.
"Yollar berbat, toz toprak içinde kaldım.Üzerimi değişip bir duş alabileceğim yer var mı buralarda?"
"Benim karavanda kalacaksın. Orada ihtiyacın olacak her şeyi bulabilirsin."
"Nasıl zaman geçiriyorsun burada Yağız? İnsan bir süre sonra sıkıntıdan ölür."
"Çalışarak zaman geçirmek sıkılmana izin vermiyor. Sen de alışırsın bir süre sonra. Neden buradasın? Buralardan hoşlanmadığını düşünürdüm hep."
"Mecburiyet diyelim. Babam başka seçenek bırakmadı ama umarım fazla kalmam. Yerime birini yollamaları uzun sürmez. Eee anlat bakalım, ne aşamada yeni maden?"
"Her şey hazır, sen işin en eğlenceli kısmına geldin. İki gün sonra ilk giriş için dinamitleri yerleştireceğiz."
Bir süre daha sohbet ettikten sonra Selim yerleşmek için yanlarından ayrıldı. Kenan ve Yağız göz göze geldiler, Yağız sıkıntıyla nefes alarak bir elinden çıkardığı eldiveni diğer eline vurup durmaya başladı.
"Karavanda ikiniz mi kalacaksınız?"
"Hayır, ben çadırda kalacağım. Böylesi daha uygun."
"Ahşap evlerden birine geçsene."
"Daha sonra."
Kenan onun endişelerini anlıyordu. Bu aşamalarda her zaman, her konuda fazladan dikkat sarf ettiği için gergin oluyordu genç adam. Selim'in burada olması, onun dikkatini daha da arttırması ve ona göz kulak olması demekti. Bu da Yağız'ın en nefret ettiği şeydi. O, aklının ve dikkatinin sadece madende ve işçilerde olmasını tercih etmişti her zaman.
Yağız'ın işçilerle gülerek yeni bir çadır kurmasını izliyordu oturduğu yerden. Kalacak yer konusunda asla sıkıntı çekmezlerdi, toprak kuru olduğu sürece onlar için en iyi yatağı aratmazdı. Sık sık onun daldığını görüyordu ve nerelerde olduğunu biliyordu aslında. Onu ilk kez biraz önce bir işçiyle sigara içerken görmüştü. Uzun zaman önce bıraktığı sigarayı elinde gördüğünde onun derin nefeslerle çıkardığı dumanlar kadar belirsiz düşünceler içinde dolaştığını tahmin etmek zor değildi. Bu Yağız'ın ciddi anlamda o kadına olan düşüncelerinin yoğunluğundan kaynaklanıyordu. Genç adam bu duyguya alışmaya, bu duygunun ağırlığı altından kalkmaya çalışırken kendine türlü yollar yaratmanın derdindeydi. Alışıyordu, alışacaktı. Aşk, onun ruhuna her geçen gün daha çok sızdıkça buna alışacak, bununla yaşayacaktı. Yeni maden açıldığında o yoğunluktan fazla düşünecek zamanı olmayacaktı. Bu da onun adına sevineceği bir durum yaratıyordu.
Yağız, geç saatte çadırında uzandığında yorgunluktan bütün kemiklerinin sızladığını hissetti. Ayaktayken bu kadar hissetmiyordu ama yattığında ağrıyan yerleri kendini hatırlatıyordu ona.
Ajandasını alarak küçük notlar aldı bir süre. Defterin arasında duran o saç tellerini gördüğünde parmaklarını dolaştırdı üzerinde. Beynine hücum eden anılar, gözlerinin önündeki o görüntü ve her şey kalbinin fazladan bir hızla çarpmasına neden oluyordu. Uyuyamayacağını anlayarak dışarıya çıktı. Kampta derin bir sessizlik hakimdi, içinde bulundukları ormanda dolaşan rüzgarın fısıltıları dışında tek bir ses çıkmıyordu. Burası onun hayatıydı. Buralarda yaşamayı seviyordu. O kadını bulsa bile bir kadının gelmek isteyeceği en son yer olurdu bu dağlar. Özellikle şehir hayatını benimsemiş, özümsemiş bir kadın buralarda yaşamayı istemezdi.
"Sen daha en baştan kaybettin."diye mırıldanarak arka cebinden çıkardığı paketten bir sigara aldı. Uzun zamandır içmemişti, şimdi eski bir dostla karşılaşmış gibi tutuyordu elindeki sigarayı. Başını gökyüzüne kaldırarak dumanı üfledi. Yıldızı bol bir gecede, adını bilmediği bir kadına olan duyguları yüzünden uykuları kaçan yeni yetme bir delikanlı gibi hissettiğini düşündü.
O aklına gelince onun aklından neler geçiyor olabileceğini düşünerek gözleri daldı. O da hatırlıyor muydu o gece yaşananları? Onun da özlemleri, hayalleri olmuş muydu? O da merak etmiş miydi kendini? Bunlar cevaplarını asla bilemeyeceği sorulardı.
Sigarasını bitirip yavaşça çadırına yollandı. Onu düşündükçe vücudunda bir sızı halini alıyordu düşünceleri. O bir hayaldi. Bir serap görmüştü ve bitmişti. Bunu kabul etmekten başka bir seçeneği olmadığını artık kabul etmeliydi.


Kayra, hafta sonu tatilini evinin içerisinde bazı değişiklikler ve temizlik yaparak geçirmeye karar vermişti. Eşyaların yerlerini değiştiriyor, fazlalıklarını ayırıyor, yeni bir oturma şekli yaratmaya çalışıyordu. Bir gece önce gördüğü rüyalardan sonra kendini bir şeylerle oyalayarak düşünmemeye çalışıyordu.
Bir çift yeşil gözden başka bir şey görmüyordu ama o bir çift koyu yeşil gözün Mert'e ait olmadığını bilmek canını yakıyordu. Onun yeşillerinden sonra hayatına başka bir rengin sızmasına izin vermekle Mert'ten biraz daha kopuyor olma düşüncesi paniklemesine neden olmuştu. O gözlerin sahibi aynı zamanda en büyük utancının da kaynağı değil miydi? Mert'in yerini almasına nasıl izin verebilirdi ki? Bu yüzden işi bittiğinde kaldırdığı tüm fotoğrafları  yerine koyacaktı. Onun hayatından tamamen uçup kaybolmasına izin vermeyecekti. Koltuğu iterken çalan telefonun sesini duyunca nefes nefese uzanıp açtı.
"Efendim."
"Kayra, merhaba."
"Merhaba Kemal Bey."
"Seninle konuşmam gereken bir şey var. Daha doğrusu bir düşünce bu."
"Konu nedir?"
"Maden. Akşamüzeri bize kadar gelebilir misin? Birlikte yemek yer, konuşuruz. Esin de çok istiyor bunu."
"Tamam. Evde işlerim var, bitirip gelirim."
Telefonu kapatarak koltuğu itmeye devam etti. Birkaç küçük detaydan sonra işi bitmiş olacaktı. Bir süre sonra evin yeni düzenine bakarak memnun bir şekilde gülümsedi. Bu değişiklik ona iyi gelmişti.
Yatak odasına geçip üzerini çıkardı. Banyoya giderken önünden geçtiği tuvalet aynasından kaçırdı gözlerini. Aynalara bakamıyordu. Aynalara baktığı, bedenini gördüğü her an bu bedeni bir başka erkeğin de gördüğü, ona dokunduğu, okşadığı düşüncesine dayanamıyordu.
Banyodan çıktıktan sonra hızla saçlarını kurutmaya başladı. Saçlarını topladı. Üzerine geçirdiği rahat bir pantolon ve tişörtle artık çıkmaya hazırdı.
Bir süre sonra Kemal Bey'in evinin kapısını çalarken küçük kızı yeniden göreceği için mutluluk hissetti. Esin Hanım ve kucağında bebekle birlikte Kemal Bey açtılar kapıyı ona neşeyle. Hep birlikte salona geçerlerken bebeğe olan sevgisi gözlerinden akan Kemal Bey'e bakıp gülümsedi.
"Şefkat bu adama ne kadar yakışıyor?" diye düşünmeden edemedi.
Bir süre Gökçe Sezen'i severek vakit geçirdiler, bebeğin uyumasından sonra ise hep birlikte sohbet etmeye başladılar.
"Kayra, dün Esinle konuşurken bir fikir geldi aklımıza. Esin'in annesi yarın burada olacak bebeğin bakımına yardımcı olmak için. Esin, o buradayken neden bizim madenleri gidip görmediğimizi sorduğunda karımın aslında ne kadar zeki bir kadın olduğunu yeniden anımsadım."
"Ne demek şimdi o Kemal? Doğurmadan önce geri zekalı mıydım ben? Doğurunca zihnim mi açıldı?"diye sitem eden Esin Hanım'a sarılan Kemal Bey'in kahkahaları doldurdu odayı. Kayra bu güzel çifti içinde hafif bir sızıyla gülümseyerek izledi.
"Bu güzel bir düşünce bence de. Hem neye sahip olduğumuzu yakından görmüş oluruz. Sen ne dersin Kayra?"
"Bence de iyi olur. Peki Selim Bey orada kalmaya devam edecek mi yoksa yerine yine de birini ayarlayacak mıyız?"
"Selim orada fazla kalmaz, buna babası bile inanmıyor. Yerine birini mutlaka ayarlamak zorundayız. Aslında..."diye duraksadı Kemal Bey.
Kayra merakla ona baktı sözlerinin sonunu duymak  istercesine.
"Aslında Kayra, orayı inceledikten sonra senin bizi temsil etmek isteyip istemeyeceğini soracaktım sana."
"Nasıl yani, ben mi? Ben ne yapabilirim ki Kemal Bey. Orası bir maden, ben bir kadın olarak o kadar erkeği idare edemem ki."
"İdare etmeyeceksin. Yetkili olarak orada bulunacak ve bizim işimizi koruyacaksın. Senin kadın olman ise dezavantajı yanında avanta jda sağlayacak birçok açıdan. Sadece bunu yapmak ister misin diye soruyorum sana. Hayır dersen anlarım."
"Bilmiyorum Kemal Bey. O kadar erkeğin içinde tek kadın olmak fikri ürpertti beni açıkçası ama siz güveniyor ve istiyorsanız hayır diyemem."
"Bunun açıkçası senin için de iyi bir değişiklik olacağını düşünüyorum. Farklı bir ortam, farklı bir iş. Zor olacak kabul ediyorum ama senin disiplinin ve sana olan güvenim senden başkasını düşünmeme izin vermiyor açıkçası."
"Peki Selim Bey? Orada olacak mı yine de?"
"Hayır, senin göreve başlamanla onu geri çekeceğiz."
"Bülent Bey'in bundan haberi var mı peki?"
"Evet, dün onunla da konuştuk. O da benimle aynı fikirde. Senin Selim'den daha çok iş yapabileceğine inanıyoruz ikimiz de. Ne dersin, mümkün mü bu?"
"Peki diğer adam? Yağız Bey... Adamın tizliğini sizlerden duydum, madeninde bir kadın görmekten hoşlanacak mı?"
"Yağızla henüz konuşmadım ama şimdi onu da senin yanından arayacağım. Önce biz bir konuşalım diye düşündüm."
"Ne kadar zaman sonra gitmeyi düşünüyorsunuz peki?"
"Yağızla da konuşup senin hem ev hem de ofis olarak kullanabileceğin bir yer ayarlanmasını sağlamak istiyorum. Ayrıca o genç adamı da tanımak istiyorum. Başarıları, çalışma şekli ve maden konusundaki fikirleri hayranlığımı kazandı bile."
"Siz benim bunu başaracağıma inanıyorsunuz öyle mi?"
"Kayra bak... Başarıdan çok senin için de istiyorum bunu. Burada benim elim kolumsun ama orada daha çok şey ifade edeceksin şirket için. Buradan bir süre uzak olmak sana da iyi gelecek. Yeni başlangıçlar için belki de biraz eskilerden uzaklaşman gerekiyordur. Sana değer veriyoruz, ikimiz de. Biraz olsun farklı bir şeyler yaşamanda ne zarar olabilir ki? Sonuçta yine işini yapacaksın orada da."
Kayra titreyen ellerini birleştirerek kucağında kenetledi.
"Başlangıçlar eskiyi değiştirmiyor Kemal Bey ama siz istiyorsanız kabul ediyorum."
"Bir yerden başlamadan neyi değiştireceğini bilemezsin Kayra. Gözlerindeki ölgün pırıltılar yerine ben senin yaşıtların gibi canlı bir kadın olmanı istiyorum. Bir hayatın, sana ait insanlar olmalı. Bu iş sana farklı bakış açıları da yaratacak, başka bir gözle görmeni de sağlayacaktır her şeyi."
"Peki, hazırlanmam için ne kadar zamanım var? Şirkette size teslim etmem gereken şeyler de olacak çünkü."
"Bir hafta, bir hafta sonra yola çıkmaya hazırlan."
"Ben yine de Yağız Bey'in bunu olumlu karşılayacağını sanmıyorum. Adam kuzenini istemiyor, bir kadının orada olması onun için de kötü olacaktır."
"Başka seçeneğimiz yok Kayra."
"Anladım efendim."
Kemal Bey kalkarak telefonunu eline aldı ve Yağız'ı aradı.
"Yağız nasılsın?"
"Sağ olun Kemal Bey. Giriş dinamitleri için yer belirliyorum. Yarın açmak istiyorum madeni."
"Sevindim, çok hızlısın."
"Öyle olmak zorunda. Maden orada dururken ben burada bekleyemem."
"Haklısın. Selim nasıl, her şey yolunda mı?"
Telefonun diğer ucundan genç adamın homurdanışını duyunca kahkahalarını tutamadı Kemal Bey.
"Sürekli ve her şeyden şikayetçi. Buraya gelmesi bile hataydı. Herkesi geriyor, herkesi delirtiyor öncelikle de beni tabii. Fazla dayanabileceğini sanmıyorum açıkçası."
"Yağız önümüzdeki hafta içinde oraya gelmeyi düşünüyorum asistanımla. Yaptıklarını hayranlıkla takip ediyorum, yakından görmek isterim ve Selim'den boşalacak yer için birini getireceğim yanımda."
"Bu illaki şart mı Kemal Bey? Yani illaki biri olmalı mı?"
"Maalesef olmalı Yağız. Sana yük olmayacak bir ortam sağlamaya çalışacağıma söz veriyorum merak etme."
"Pekala. Sizi burada görmekten mutlu olurum. Gelmeden önce haberim olsun hazırlık yapalım sizin için."
"Yanımda başka malzemeler de getireceğim Yağız. Büyük birkaç araç ve bir karavan olacak. İhtiyacın olabilir."
"Bu çok iyi olur, teşekkür ederim. Eşinize sevgiler... Beni bekliyorlar, gidip dinamitlerle ilgilenmem lazım. Yakında görüşürüz o zaman."
"Kolay gelsin, görüşürüz."
Kayra bu konuşmadan anladığı kadarı ile adam zaten fazladan birine karşıydı. Onun varlığı ile daha da huzursuz olacağı kesindi. Yine de düşününce bu değişikliğin ona iyi gelebileceğine inanmaya başlamıştı. Doğa ona da iyi gelebilirdi. Şehirden ve her köşe başında saklı duran anılardan uzaklaşmak nefes almasına yardım edebilirdi.
Akşam yemeğinden sonra evine döndüğünde bu düşüncenin zor kısımlarını da görmeye başlamıştı. Sayısını bilmediği bir erkek dünyasında yalnız olacaktı. Garip bir şekilde gülümsedi. O erkeklerden uzak kalmaya çalıştıkça daha çok giriyordu farkında olmadan erkek dünyasına. Bir süre oyalandıktan sonra yatmaya hazırlanırken günlüğünü de yanına alarak yatağının üzerine oturdu.

...Günlük...

Mert'e, sevgilime...

Yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyorum. Birlikte paylaştığımız her şeyi bu evin içinde ve bu şehrin sokaklarında bırakarak gitmeye hazırlanıyorum Mert... Kendi içimde yaptığım onca yolculuktan sonra bende bana dair ne kaldıysa onu götüreceğim yanımda. Tıpkı utanç ve pişmanlığımı götürdüğüm gibi seni de alıyorum yanıma.
Tüm bunlar hala bendeyken, benimleyken neyi değiştirebilirim bilmiyorum ama bildiğim şey yanımda götürdüklerimin de bana ait olanlar olduğu.
Yıldızlardan beni görebiliyor musun? Bana kızıyor ya da beni özlüyor musun? Sana olan özlemimi hissediyor musun? Sana yazdığım satırlardan sonra her sayfanın kenarından tutuştuğunu biliyor musun?
Tutuşan o sayfalara geri dönüp okuyamıyorum. İçimde biriktirdiklerimle yüzleşecek gücüm yok. Onlar oldukları yerde duruyorlar alev alev.
Sana yazılıyor her cümle, seni anlatıyor her satır. Bir de benim sensiz yoksulluğumu, fakirliğimi...
Senin varlığınla zengin olduğum günler ne kadar uzak şimdi bana. Yokluğun yokluğum olmuş bilmeden.
Eskiden aynalarda sana bakardım, şimdi aynalar içimi gösterecek korkusuyla aynalara bakmıyorum. Seni hayal ediyorum. Seni hayal etmediğim günler ellerim, kollarım karanlığın kuytularında tutuklu kalıyor.
Gözlerinin başka gözlere karışmasına dayanamıyorum şimdilerde. Bilmediğim,yabancı bir göz arasında senin gözlerin aradığım.
Her şey anlamsız bir boşlukta asılı kalıyor içimdeki bu kavga arasında. Döndüğümde sadece senin gözlerin kalsın istiyorum aklımda. Başka gözlere değmeden... İçimdeki her şey terk edilsin istiyorum gittiğim uzak yerlerde. Bir sen kalana kadar...
Kayra...


Yağız aynı akşam ilk açılan girişten sonra kampa indiğinde Selim'in maden işçilerinden biriyle tartıştığını görerek hızla onlara doğru yürüdü.
"Neler oluyor burada, nedir bu tantana?"
"Emirlerimi dinlemekte ve anlamakta zorlanıyor bu adamlar."diye öfkeyle bağırdı Selim.
"Onlar emir vereceğin köleler değiller, belki de ondandır."
"Senin de onlara benzediğini nasıl da unuttum. Böyle mi çalışıyorsunuz siz burada?"
"Bak Selim! Bir şey istiyorsan sadece iste, sadece söyle ama adamlarıma emirler yağdırıp burada sağladığımız huzuru bozma. Onların yeterince zor bir hayatları var ve sen de bunu burada olduğun sürece zorlaştırma daha fazla."
"Ben buranın sahibiyim. Bunu hatırlatmama gerek var mı?"
İyiden iyiye öfkelenen Yağız bu sözler üzerine hırsla ona döndü.
"Neyin sahibisin? Madenin mi, insanların mı, dağın mı? Burada her gün canımıza okuyana kadar çalışıyoruz biz. Eline ne zaman bir kazma aldın sen en son peki? Neyin sahibisin sen Selim? Bu maden ne benim ne de senin. Bu dağlar ve insanlar da öyle."diye bağırdı.
İki adam öfkeyle birbirlerine bakarken Kenan onlara doğru yaklaştı ve sakin olmalarını söyledi.
"Herkes size bakıyor. İşçilerin arasında bu yaptığınız yanlış, sakin olun biraz."
"Ben gidiyorum, yarın ilk fırsatta gidiyorum. Buna daha fazla tahammül edemem."
"Çok bile kaldın. Babanı ara ve bunu ona bildir. İşin sahibi o, ben değilim."
"Sen söylersin."
"Hayır Selim, sen söyleyeceksin çünkü bu senin kararın ve senin baban. Benim işim değil ve ben senin işini yapmayacağım."
Selim öfkeyle karavanın kapısını çarparak gözden kayboldu.
Yağız sinirle Kenan'a bakıp yürümeye başladığında Kenan koşarak yetişip kolunu tuttu.
"Sakin ol dostum, yavaş ol biraz. Yetişemiyorum sana."
"Lanet olsun! Neden burada olduğunu anlamıyorum hala, neden burada?"
Öfkesini çıkarabileceği bir şeyler arıyordu gözleri etrafta. Yakınındaki ağaca hızla yumruğunu vurduğunda acıyla inledi. Kenan ona yaklaşarak sakinleştirmek için kollarına yapıştı. Genç adamın elinin üzerinde kan izleri görünce kızgınlıkla söylendi.
"Sen deli misin be adam? Elinin haline bak, şişmeye başladı bile."
Yağız onun bu haline gülerek baktı. Sakinleşmişti.
"Senin bu telaşında beni öldürecek."diye küçük bir kahkaha attı.
Kenan ona baktı dik dik.
"Kalk gidip şu elini saralım. Salak herif, madem güleceksin sonunda ne diye sağa sola saldırıyorsun, beni geriyorsun?"
Genç adam yeniden gülüp onun sırtına vurdu.
"Sen olmasan neye gülerdim ben?"
"Ha ha haa... Çok komik. Yürü gidip şu eline bakalım."
Birlikte akşam kızıllığı altında çadırlara doğru ilerlediler. Birkaç işçi onun elini görerek koşup yanlarına geldi. Onlara önemli bir şey olmadığını söyleyerek işlerine baktılar.
"Bu arada Kemal eBy ve asistanı geliyorlar önümüzdeki hafta."
"Bu aralar ziyaretçi trafiğimiz süper. Hayrola, onlar nedenAdam iyi biri merak etme. Neye ortak olduğunu görmek hakkı, gelmesi iyi bile olabilir. En azından Selim yerine başka birinin gönderileceğini bilmek bile iyi haber."
"Orası da doğru ya. Selim birkaç gün daha burada kalacak olursa inan işçilerden birisinin boğazına sarılması an meselesi. Seni seviyor bu adamlar. Sana duydukları saygıdan kendilerini tutuyorlar ama sen uzakta olduğunda burası öfkeden geçilmiyor bilesin."
"Farkındayım. Dua et de fazla uzun sürmesin ya da fikrini değiştirmesin."
"Etmez miyim?"
Bir süre daha sohbet edip biraz dinlenmek için ayrıldılar. Bir süre sonra çadırın dışında Selim'in sesini duyarak dışarıya çıktı Yağız. İfadesiz bir yüzle baktı kuzenine.
"Yağız öyle söylemek istemedim. Özür dilerim, gerçekten..."
"Önemli değil. Seni anlıyorum, burada olmak istemiyorsun ama senin de anlamanı istediğim bir şey var. Burada olma nedenin ben veya adamlarım değil. Biz işimizi sen ol ya da olma zaten yapıyoruz. Gitmek istiyorsan git ama sıkıntını adamlarımdan çıkarma. Buna tahammül edip sabır gösteremem kuzenim bile olsan."
"Anlıyorum. Sana sadece ayak bağı oluyorum burada ben."
"Bak Selim. insanların tepkisini üzerine toplamadan da bir şeyler yapabilirsin. Ayak bağı değilsin ama sorun yaratıyorsun kendine. Gerçi uzun sürmeyecek sanırım. Kemal Bey geliyor önümüzdeki hafta buraya."
"Ciddi misin? Birini bulmuşlar mı? Buna çok sevindim. O zaman ben artık dönebilirim."
"Dediğim gibi amcamla konuş bu konuyu. Ben sana git veya kal diyemem."
"Kemal Bey babamla gelmiyor mu?"
"Hayır, asistanıyla geliyormuş."
Selim gülmeye başlayınca dikkatle ona baktı Yağız.
"Demek o yaban çiçeğini de yanında getiriyor. Aralarında ne olduğunu merak ediyorum. Kızı görmedin sen. Buz gibi. İnsan güzelliğinden etkileniyor ama ona yaklaşınca buz kesiliyorsun."
Yağız "buz" sözcüğünü duyunca istemeden aylar öncesinde kalmış bir geceye gitti.
"Buzlar kraliçesi" diye geçirdi içinden kederle.
"Asistanının cinsiyetini soracak vaktim yoktu Selim. Benim için fark etmez. Burada düşünmem gereken daha önemli şeyler var. Onların gelmesini mi bekleyeceksin yoksa daha önce mi ayrılacaksın bilmem gerek."
"Beklemeyi tercih ederim, en azından dayanırım. Belki de yaban çiçeği ile burada bir kez daha denerim şansımı. E azından etrafı dolaştırırım."diye sırıttı Selim.
Yağız ona baktı uzun uzun gecenin karanlığı arasında.
"Hiç değişmeyeceksin sen. Aklın sürekli belden aşağı çalıştığı sürece de değişeceğini sanmıyorum."
"Ne var bunda? Bu da bir ihtiyaç. Sen hiç kadına gereksinim duymuyor musun? Bir rahip gibi yaşamıyorsun herhalde."
"En azından hayatımın merkezi değiller. Her neyse geç oldu ve erken kalkmam gerek yarın. Sana iyi geceler..."
"Eline ne oldu?"
"Önemli bir şey değil, hadi git yat sen de."
Yağız uzaklaşan Selim'in arkasından bakarken bir süredir alışkanlık haline getirdiği gece sigaralarından birini alarak kütüklerden birinin üzerine oturdu. Bir sigara içimi zamanda düşündüğü tek şey kollarından bir hayal gibi süzülerek kaybolan isimsiz sevgilisiydi. O sevgilisiydi rüyalarında, onun sevgilisiydi.
Sigarasını söndürüp çadırına girdi. Uykuya dalarken hiç bitmeyen bir serabın kollarına çoktan teslim olmuştu.

Aradan geçen bir hafta hem eski madende hem de yeni madende çalışmaktan dolayı herkesi yorgunluktan bitap düşürmüştü. Yağız, iki günü herkesin dinlenmesi için ayırdı. Tüm işçiler bunu coşkuyla karşıladı. Birçoğu şehirdeki evlerine giderek değerlendirdi bu durumu, kalanlar ise kampta vakit geçirip dinlenerek....
Yağız ve Kenan ise boş durmayıp ellerinde ölçüm cihazlarıyla dağ yamaçlarında dolaştılar uzun uzun. İki günlük tatilden sonra büyük ateşi yakacaklar ve misafirlerini karşılayacaklardı. Bunun için Kenan şehre gidecek, Yağız işçilerle madendeki son işleri tamamlayacaktı.
Kamp, gidenlerden sonra sakinleşmişti sanki. Selim, sıkıntısını sık sık şehre giderek gideriyordu ama araçlardan birinin uzun süre olmayışı, işlerde zaman zaman aksamaya neden olduğunda Yağız yumruklayacak yeni yerler arıyordu. Bu yüzden elindeki yaralar bir türlü iyileşmiyordu. Bu durum Kenan'ı hem üzüyor hem de eğlendiriyordu ve sürekli Yağız'a takılıyordu genç adam.
"Yağız bak bir dahaki sefere çam ağaçlarını dene. Tam eline, kemiğine uygun."
"Serserilik yapmasana sen. Yapacak başka bir şeyin yok mu senin?"
"Hayır yani sizin Selimle bu halleriniz devam edecek gibi görünüyor da. Daha bir süre buralarda ya."
Yağız ona ters ters bakıp homurdandı.
"Senin de diline düşmeye görsün insan. Kapa çeneni de işimizi bitirip yola koyulalım. Herkes toplanmıştır. Şehirden bugün dönüyor gidenler."
"Onlar her şeyi hazırlamıştır şimdi. Bu izin hepsine iyi gelecek, çok iyi düşündün."
"Arada bir insan gibi bir şeyler yaşamak onların da hakkı. Herkes için iyi oldu."
"Bu gelen Kemal Bey, yeni ortak... Amcan ile iyi anlaştılar sanırım."
"İyi bir adam, bir kez bir araya geldik ama insana güven veren bir tarafı var."
"Sen öyle diyorsan..."
"Öyle. Kuruntuyu bırak, beni de huzuruz ediyorsun. Bungalovlardan birini hazırladın değil mi?"
"Off hazır diye kaç defa söyleyeceğim sana. Yalnız Selim feci bozuldu buna. Senin karavandan memnun kalmadı sanırım."
"O buradaki hiçbir şeyden memnun değil ki. Ha bak bu arada Kemal Bey'in asistanı bir bayan biliyorsun, adamlara söyle biraz çeki düzen versinler kendilerine."
"Sen önce kendi haline bak."
Yağız gülümsedi ve söylenerek kamyonete doğru ilerledi. Kampa geldiklerinde misafirleri henüz gelmemişti. Yağız bunu görünce birkaç işçiyle birlikte açık madendeki malzemeleri kontrol etmeye gittiğini söylediğinde Kenan karşı çıktı.
"Yorgunluktan gebermek üzeresin ve hala madene gidiyorsun."
Yağız ona el sallayarak uzaklaşırken seslendi.
"Fazla gecikmem, hemen döneceğim. Selim'i bul, yemeğe yetişirim."
Kenan onun arkasından bakarken söyleniyordu hala.
"Aşk senin neyine be adam? Senin aşkın o karanlık mağaralarken aşk senin neyine?"
Kendi karavanına doğru ilerlerken yemeği kontrol etti, birkaç işçiyle şakalaştı.
Güneş batıyordu. Akşam kızıllığı kızıl gölgeler bırakmaya başlamıştı ağaçlar üzerinde. Günün en sevdikleri zamanları başlıyordu onlar için. Tüm gün mağaralarda gün ışığının olmadığı, soğuk ve rutubetli tünellerde dolaşıyorlardı. Gün ışığı ancak bu vakitler, kendini dünyadan çekmek üzereyken karşılıyordu onları hüzünlü vedasıyla.
Aklı Yağız'da kalarak hazırlanmaya başladı. Selim de yoktu ortalıkta. Onu telefonla aradı.
"Selim Kenan ben, neredesin?"
"Yoldayım. Çok mu özledi kuzenim beni sana aratıyor?"
"Yağız madende birkaç işçiyle bir şey kontrol edecek. Burada olsan iyi olur. Konuklarımız gelmek üzere."
"Emredersin. Yoldayım, geliyorum."
Kenan kapattığı telefona baktı bir süre sinirle.
"Yağıza yardım mı etsem acaba şunun boynunu kırarken."diye mırıldandı.
Kendi düşüncesine gülerek işinin başına döndü.

Kayra, Kemal Beyle bir yandan sohbet ederken hayranlıkla etrafına bakıyordu. Geçtiği yoların manzarasına bir de gün batımı ekleniyordu ve bu hayatında gördüğü en güzel görüntüydü. İlerledikleri yolun hemen altından bir nehir akıyordu ve ormanla birleştiği yerlerin kuytuları, nehrin sürüklediği beyaz taşlarla ışıl ışıl parlıyordu.
Sık ağaçların örtüsü altındaki dağlar gizemli ve vakur duruşuyla keşfedilmeyi bekler gibiydi.
Kayra çok sevmişti gördüklerini. Dağların ve ormanın huzur veren görüntüsü, gün batımı ve sessizlik, nefes aldıkça ciğerlerine dolan temiz hava ona da huzur vermiş gibiydi.
Kemal Bey onu süzerken aynen bunu düşünmüştü. Gözlerine canlılık gelmişti Kayra'nın. Mutlulukla çevresine bakarken yakalandığını anladığında kızaran yanakları sanki utanç duyulacak bir şey yapmış gibi al al olmuştu.
Uzanarak elini sıktı. Kayra bu kez tepki vermeyerek tebessüm edince onu buraya sürüklemekle içinde gizliden gizliye sakladığı endişeleri de biraz hafifledi. Burada kalacağı süre ona iyi gelecekti, bu şimdiden görülüyordu. Şoförleri olan genç maden işçisine sordu:
"Çok var mı delikanlı kampa ulaşmamıza?"
"Hayır efendim, geldik sayılır. 15 dakika sonra oradayız. Bugün büyük ateş günü. Herkes çoktan toplanmıştır. Birçoğu izindeydi iki gün boyunca. Sizin geleceğiniz bilindiği için herkes erkenden geldi. Yağız Bey de büyük ateş günü olduğu için oradadır."
"Yağız kampta kalmıyor mu?"
"Kalıyor ama birkaç haftadır yeni madenin giriş noktasında dağda kalıyordu. Dönmüştür ama."
"Nasıl, iyi bir patron mudur?"
"Yağız Bey mi? Patrondan çok ağabeyimiz gibidir çoğumuz için ama patron olarak en iyisidir."
Kemal Bey gülerek baktı dikiz aynasından adamın gözlerine. Kayra öne doğru eğilerek sordu.
"Burada, madende çalışırken güvenliğiniz konusunda sorun yaşanıyor mu peki?"
"Şu ana kadar bir sorunumuz olmadı. Yağız Bey güvenlik konusunda çok dikkatlidir."
"Anladım."
Kayra işveren olarak bu adamın işçilerini önemsediğini düşünerek gülümsedi. Kemal Bey'e dönerek:
"Sanırım doğru adamla çalışıyoruz, ne dersiniz?"
"Kesinlikle. Onun hakkında bazı araştırmalar yaptım ve öğrendiklerimden sonra aynı şeyi düşündüm ve şimdi duyduklarımla bu adamı daha çok tutmaya başladım. Onu bir de iş ortamında görmek iyi fikirmiş."
Bir süre sonra uzaktan ışıklar görünmeye başladığında ikisi de heyecanla doğruldular yerlerinde. Araba kamp alanının ortasında durduğunda inerlerken etraflarını işçiler sarmaya başlamıştı bile. Hepsi neredeyse esmer tenli adamlardı. Nasırlı elleriyle onlara hoş geldiniz derlerken hepsinin de gözlerinden saygı okunuyordu.
Kayra nazik bir tebessümle sessizce onları izlemeye devam etti bir süre daha. Yanlarına yaklaşan temiz giyimli bir adama takıldı gözü.
"Ben şantiye şefi Kenan efendim. Kampa hoş geldiniz."diyerek Kemal Bey'in ve kendisinin elini sıktı. Onlara oturacak yer gösterirken eşyalarının araçtan indirilmesi için talimat verdi.
Kayra hiç beklemediği ve kendinden ummadığı bir şekilde sevmişti burayı. Karanlığı yaran kocaman bir ateş aydınlatıyordu boş alanı ve etrafında kocaman kütüklerden oturacak yerler yapmışlardı. Kara gözlü, esmer tenli, toz toprak içindeki bu adamların etrafa yaydığı elektrik garip bir enerji veriyordu.
"Yolculuğunuz nasıl geçti, rahat gelebildiniz mi?"diyen Kenan'ın sesiyle gözlerini ateşten ayırdı.
"Güzel bir yolculuk oldu, manzara muhteşemdi yol boyunca."
"Dinlenmek isterseniz yeriniz hazır. Bu arada sizinle tanışmadık. Ben Kenan."
"Ben de Kayra. Memnun oldum Kenan Bey."
Kenan, Kemal Bey'e döndüğü sırada Kayra tanıdık bir sesle buz gibi kaskatı olduğunu hissederek az önceki keyfi yerini huzursuzluğa bıraktı. Sırtını dikleştirerek oturdu.
"Sonunda gelebildiniz. Kemal Bey sizi burada görmek ne kadar güzel oldu böyle ve Kayra. tabii ki seni görmek de büyük zevk."
Kayra hiç sesini çıkarmadan hafif bir baş selamı verdi. Kemal Bey ayağa kalkarak Selim'in elini sıktığında bile yerinden kıpırdamadı. Gözlerini ateşe çevirdi yeniden. Selim'in varlığını neredeyse unutmuştu, burada olduğu sürece aynı yapışkanlığı göstereceği ise çok belliydi. Bu adam hayır kelimesinin anlamını bir türlü kabul etmiyordu. Onun bakışlarını sık sık üzerinde hissetmek tüylerinin ürpermesine neden oluyordu. Her zamanki ifadesiz yüzünü takındı ona bakarken. Kemal Bey'in sesiyle toparlandı.
"Yağız yok mu? Onu göremedim."diye soruyordu patronu.
"Maden ocağında. Birkaç işçiyle havalandırmaları kontrol ediyorlar, kazıya sabah erken çıkılacağı için hazırlık bu. Gelmek üzeredir."diye cevapladı Kenan onu.
"Bu saatte hala madende demek?"
"Öyle efendim."
Kayra, Selim'in yanına oturduğunu hissedince gayri ihtiyari olarak kendini çekti.
"Sen nasılsın Kayra?"
"Teşekkürler Selim Bey."
"Ben de iyiyim Kayra, sorduğun için ben de sana teşekkür ederim."
Kayra ona dönerek sert bir şekilde baktı.
"Nasıl olduğunuzu sorduğumu sanmıyorum Selim Bey. Gayet iyi göründüğünüzü siz de biliyor olmalısınız ve açık söylemek gerekirse sizden hoşlanmıyorum. Bu yüzden ısrarlarınız yersiz kaçıyor."
"Herkesin bir zayıf tarafı vardır Kayra..."
"Benim yok Selim Bey. Lütfen bu ısrarınızdan vazgeçin. Yoksa..."
"Yoksa ne Kayra, yoksa ne olur?"
O sırada işçiler arasındaki hareketlenmeyle Kayra cevap vermekten vazgeçerek onlara doğru döndü.Kenan yerinden kalkarak:
"Yağız çıkıyor, işçiler bu yüzden ayaklandılar."
Kemal Bey de gülümseyerek ayağa kalktı. Adamlarının saygısını bu derece kazanan bu genç adamı ayakta karşılamak istediğini hissetmişti.
Çok zor bir şeyi başarıyordu bu genç adam ve elinde olmadan ona saygı duyduğunu düşündü. Selim'e baktı göz ucuyla. Ne kadar farklıydı. Buraya ait olmadığı, üzerindeki lekesiz pantolonundan, tertemiz ellerinden belliydi ve Kayra onun varlığından oldukça tedirgin görünüyordu. Bu durumla bir ara ilgilenmeliydi.
O sırada karanlık gölgeler arasından gülerek gelen erkek sesleri duydular. Dört erkek, yüzleri ve üzerleri toz toprak içinde onlara doğru geliyordu. Aralarında şakalaştıkları belliydi neşeli seslerden.
"O şalteri indirirken bir daha dikkatli ol. Eline kazma alamayacaksın bir dahaki sefere."
"Sen de kafanı eğmeyi dene. Kalaslarda kafanın izleri o kadar belli ki oradan senin geçtiğini anlamak zor olmuyor."
Bu konuşmalara kahkahalar karışıyordu. Birkaç adam onlara doğru yürüyerek ellerindeki eşyaları aldılar. Adamlar kendilerine doğru gelirken içlerinden uzun boylu yapılı bir erkek öne çıkarak Kemal Bey'e doğru yöneldi. Karanlığın arkasından adamın gülümsediğini fark etmesini sağlayan bembeyaz dişleri oldu önce. Elindeki eldiveni çıkarıp arka cebine koyuşunu izledi Kayra adamın. İçinde, çok derinlerde garip, tanıdık bir duygu hissederek şaşırdı. Kemal Bey'e uzanan güçlü eller ve kısa kollu tişörtünün altında görülen teni toz içindeydi. Kemal Bey uzatılan bu eli büyük bir samimiyetle sıktı.
"Kemal Bey hoş geldiniz. Sizi karşılayamadığım için özür dilerim."
"Seni iyi gördüm Yağız. Hiç önemli değil. Çok rahat geldik, çok hoş bir yolculuktu."
"Buna sevindim. Halimin kusuruna bakmayın, temizlenip hemen yanınıza döneceğim."
"Seni asistanımla tanıştırayım. Kayra, buraya gelir misin?"
Kayra, adamın sesini duyduğu anda o tanıdık duyguyu yeniden hissetmiş olmanın şaşkınlığı ile öylece oturuyordu. Kemal Bey'in ikinci kez seslenmesiyle doğruldu yeniden. Onlara yaklaştı birkaç adımda. Elini karanlıktaki adama uzattığında adamın kendine bakan yüzündeki ifade değişimini an be an izledi.
Karşısında duran, yüzü gözü toprak içinde kalmış, koyu renk saçlı adamın yüzünden kanının çekilişini  izliyordu sanki. Renginin neredeyse beyaza kesilmesi, yüzündeki toz ve çamur altından bile o kadar belliydi ki. Genç adamın gözlerindeki şaşkınlık, uzattığı elinin havada kalmasına neden olmuştu.
"Kayra bu sürekli övgüyle konuştuğumuz Yağız Selçuk. Yağız bu da benim en değerli çalışanım, sağ kolum diyebileceğim Kayra."
Adam hala öylece şaşkın gözlerle bakıyordu ona. Şaşkınlıktan çok daha fazlası vardı isimlendiremediği. Kemal Bey'in sesiyle kendine gelen Yağız elini uzatarak kızın elini sıktı. Kayra, o anda vücudundan geçen elektrik akımıyla sarsıldığını hissetti. Adamın o güçlü görüntüsüyle ters düşecek biçimde titrediğini hissetti elinden. Ama başka bir şey vardı. Kendinde hissettiği, karnına kramplar girdirecek kadar güçlü bir şey. Bu duyguyu tanıyordu. Bir kez daha benzer bir şeyi mutlaka yaşadığını biliyordu. Hızla elini geri çekti adamın elinden. "Yağız Selçuk..."diye geçirdi içinden. Daha önce adını duyduğu ama şimdi karşısında olan bu adamda, onu için için huzursuz eden şeyin ne olduğunu anlayamamanın verdiği şaşkınlıkla karanlıkta kalan yüzüne bakmaya çalıştı.
Titremeye başlamıştı. Bu neydi, ne oluyordu kendine bilmiyordu ama gittikçe yayılan bir panik duygusu kaplamıştı tüm benliğini. Midesinin bulandığını hissettiğinde korkuyla bu duyguyu en son yaşadığı günü uzaklaştırmaya çalıştı kafasından.
Gözleri, karşısındaki adamın gözlerini aradı bilinçsizce. Karanlıkta ve toz içindeki yüzünden bir şey anlaşılmıyordu ama o gözlerde tanıdık bir şey gördüğüne yemin edebilirdi. Bu adamda onu huzursuz eden, onu sarsan, onu etkileyen, adını bir türlü koyamadığı bir şey vardı. Yüzündeki sarsıntı geçirmiş ifadesinde gizliydi sanki her şey.
Terleyen avuçlarını pantolonunun kenarına sürterek mırıldandı.
"Memnun oldum Yağız Bey."
Adam hala gözlerini kırpmadan ona bakıyordu. Taş kesilmişti sanki, tek kelime çıkmıyordu ağzından. Gözlerinin önünde sadece tek bir görüntü vardı o andan itibaren Yağız'ın. Kollarının arasında dağılmış saçlarıyla uyuyan, şimdi adının Kayra olduğunu öğrendiği, günlerdir hayaliyle uyuduğu kadın.
Kenan olanları izlerken Yağız'ın verdiği tepkiyi anlamaya çalışıyordu. Durumu kurtarmak için seslendi ortaya.
"Yemek hazır olmak üzere. Temizlenmek isterseniz karavanlarda sıcak su var."
Kemal Bey ve Kayra ona doğru döndüler ve peşinden gitmek için Kenan'a doğru ilerlediler birlikte. Yağız olduğu yerde çakılmış kalmış, onların arkasından bakarken Selim yanına yaklaştı.
"Sana söylemiştim. Güzel ve buz gibi bir kadın. Onu ısıtmak eğlenceli bile olabilir."
Selim hala konuşmasına devam ediyordu.
"Birkaç teşebbüsümde başarısız oldum ama burada yeniden denememek için bir sebep göremiyorum. O buz gibi görüntünün altından nasıl bir kadın çıkacağını merak ediyorum."
Yağız başını ağır bir şekilde ona çevirdi. Öldürecek gibi bakıyordu şimdi çatılı kaşları altından kuzenine.
"Bir kez daha bu şekilde konuşursan ağzını burnunu dağıtırım Selim."
"Ne oldu şimdi sadece şaka yaptım."
"Sakın bir daha benimle bu tür şakalar yapma. İstemediğim bir şeyi yapmak zorunda bırakma beni."
Öfkeyle karavanına doğru giderken ateşin arkasında kalan Kayra'yı aradı gözleri. Kalbi yerinden çıkacaktı neredeyse, kafasını toplayamıyordu. Bu zihninin bir yanılsaması mıydı yoksa kaderin bir oyunu muydu anlayamamıştı ama yaşadığı şu duygu gerçekti.
O biliyordu. O buz gibi görüntüsünün altında ne olduğunu, nasıl bir kadın olduğunu yalnızca kendisi biliyordu. Yumruklarını sıktı, derin bir nefes alırken parmaklarını açıp kapadı gevşeyebilmek için bir süre. Şok geçiriyordu. Beyni, gözlerinin gördüğü şeyi onaylarcasına uğuldamaya başlamıştı. Sert bir şekilde karavanın kapısını açarak kendini içeriye attı. İki eliyle içerdeki küçük masaya dayanarak derin derin nefes aldı.
Bu, oydu. Bu, aylardır kalbini sadece hayaliyle bir burgu gibi oyup duran kadındı. Hayatının en güzel gecesini ona veren, adı olmayan, sürekli rüyalarında gördüğü, içten içe sevgilim diye inlediği, sonra da belirsiz bir boşlukla kaybolup giden kadındı. Kan ter içinde uyanmalarının nedeniydi o. Buradaydı ve az önce elini sıkarken onu tanımamıştı bile. Perdeyi aralayarak dışarıya baktı. Ateşin başında oturuyorlardı şimdi diğerleriyle birlikte. Üzerindeki tişörtü başının üzerinden sıyırıp çıkarırken kalbindeki bu çarpıntıların nedeni olan kadına dikti gözlerini.
"Kayra... Demek adın buydu. O yüzden hiçbir isim sana uymadı."diye mırıldandı.
Sesi boğuk bir fısıltı halindeydi. Onu ilk gördüğü anki şaşkınlığı hala dağılmamıştı. Pantolonunu bir köşeye fırlatıp kendini sıcak suyun altına bıraktığında derin derin nefes alıyor, kendine gelmeye çalışıyordu. Bedenindeki kasılmalar şiddetlendikçe o daha derin nefes alma ihtiyacı duyuyordu.
Selim'in buz gibi derken onu kastettiğini düşünememişti bile. Nasıl düşünebilirdi ki Selim gibi bir adamdan. Binlerce kadından birini tanımlıyor diye düşünmüştü sadece. Onun rüyalarının kadınından bahsettiğini anlayabilmesi nasıl mümkündü ki...
"Benim, benim kadınım."diye mırıldandı.
O geceden itibaren erkekçe bir sahiplenişle onu kendinin ilan etmişti farkında olmadan. Onun "buz kraliçesi"ydi bu kadın. İçindeki yangının, gizliden gizliye çaresiz gönüllü yanışlarının nedeniydi o.
Duştan çıktığında hala olanlara inanamıyor bir halde havluya uzanarak havluyu bedenine sardı ve bir süre yatağın üzerinde oturdu.
"Tanımadı, sadece öylece baktı. Sadece bir anlık bir bakış geçti gözlerinden. Hatırlamıyor bile seni, sen kendi kendine gelin güvey oldun."diye öfkeyle soludu.
Böyle hayal etmemişti, böyle düşünmemişti. Onun için de bir önemi olmalı diye düşünüyordu o gecenin. Sadece kendinde bu etkiyi bırakmış olamazdı, o gece sadece bedenleri birleşmemişti onların.
Ruhuna kazınan hatıralarla ürperdi. Onun çıplak göğsü üzerinde dolaşan parmaklarını tutmuştu az önce ve o sanki yanmışçasına elini geriye çekmişti avucundan. Hatırladığına dair tek bir tepki vermemişti. O gece hiç yaşanmamış, o tutku hiç olmamış gibi davranmıştı genç kadın. Onun aylardır unutamadığı gece, onun için hiç yaşanmamış gibiydi sanki.
"Ya da böyle düşünen sadece sendin ahmak."diye fısıldadı.
Yerinden kalkıp temiz bir pantolon ve tişört çıkardı öfkeyle. Pantolonu giyip üzeri çıplak bir halde gözüne takılan ajandayı alıp yeniden yatağa oturdu. Arasındaki saç tellerine dokundu usulca. O saçların vücudu üzerinde ipekten bir örtü gibi dağıldığı, onları okşadığı, kokladığı anıları hala tazeydi, canlıydı.
Ajandayı kapattı. Hala ıslak olan bedenine tişörtünü geçirerek toparlanmaya çalıştı. Yeniden yüz yüze geleceklerdi ve yeniden ona bakacaktı birazdan. Gözlerinde o geceye dair bir şeyler arayacaktı ister istemez. Kendini kontrol edebilecek miydi emin değildi ama onu gördüğü ilk dakikadan sonra o geceki tutkunun ateşi içinde kor alevlere dönmüştü. Ona yeniden bu kadar yakın olmak hem de burada onu sarsmıştı.
Bir türlü dışarıya çıkmak için adım atamıyordu düşünmekten. Nasıl davranacağını bilememenin verdiği karasızlıkla daha bir saat öncesine kadar adını bile bilmediği hayallerinin kadınıyla ansızın karşılaşmasıyla kaybettiği tüm soğukkanlılığını toparlamaya çalışıyordu. Bir de Selim vardı tabii ki. Onun yanında duruyor olmasına, onu tanıyor olmasına bile tahammül edemediği kuzeni Selim... Kayra için sarf ettiği cümlelerden sonra neredeyse öldürmek istediği Selim...
Daha fazla içeride kalamayacağını kendine yeniden hatırlatarak dışarıya çıktı. Sakin adımlarla elleri cebinde heyecanını bastırmaya çalışarak kalabalığa doğru yürüdü. Onun Selim'in yanında oturduğunu gördüğünde kalbini sıkan bilmediği bir acıyla kasıldı.
"Tanrı'm yardım et, yardım et ki ben bundan sonraki günlerde de bu duyguyla baş edebileyim. Dayanmama yardım et."diye yakardı içinden.
Dişlerini sıkarak yavaşça Kemal Bey'in yanına oturdu.
"Geciktiğim için yeniden özür dilerim. Yemeğe başlamadınız mı siz? Lütfen başlayalım. "diye gülümsemeye çalıştı.
Büyük masanın etrafında herkes yemeğe başladığında Yağız aç olmasına rağmen bir tek lokmanın bile boğazından geçmeyeceğini biliyordu. Gözleri sık sık karşısında sakince yemeğini yiyen, konuşmaları dudaklarının kenarında yarım bir gülümsemeye dinleyen kadından ayırmakta güçlük çekiyordu. Dudaklarına takılıyordu sürekli gözleri. Yudum yudum içtiği dudakların kıvrılışını, biçimli ağzının hareketlerini izliyordu göz ucuyla.
Yanında oturan Kenan'ın kulağına fısıldadığı sözlerle irkildi.
"İyi misin?"
Ona dönerek garip bir şekilde gülümsedi Yağız.
"İyiyim..."
"Vurgun yemiş gibisin Yağız, neler oluyor?"
Yağız bir anlık bir suskunlukla belli belirsiz bir şekilde mırıldandı.
"Çünkü vurgun yedim. Lanet olsun... Neyse sonra konuşuruz, yemeğine dön."
"Sen neden yemiyorsun?"
"İştahım kaçtı Kenan, daha sonra..."
O sırada Selim bardağını kaldırarak yüksek sesle:
"Yeni madenimize ve misafirlerimize içiyorum."
Herkes ona eşlik etti. Yağız, zoraki bir şekilde bardağını kaldırdı. Gözleri Kayra'nın gözleriyle karşılaştı. Genç kadın garip bir ifadeyle bakıyordu şimdi ona. Yağız gözlerini bir an bile kırpmadan tanıdık bir şeyler aradı o gözlerde. Kayra başını çevirerek yemeğine döndüğünde genç adam hayal kırıklığına uğradığını hissetti. İçinde kocaman bir camın kırıldığını hissederek kasıldı.
"Neden, nasıl hatırlamaz?"diye inledi içinden.
Bir süre sonra sohbet etmeye başladıklarında Kemal Bey'in övgü dolu sözleri karşısında başını eğerek cevapladı onu.
"Ben sadece işimi yapıyorum, sevdiğim bir işi yapıyorum. Bunları düşünmenize neden olduğum için mutluluk duydum."
"Her zaman dağlarda olmayı, rahat ve lükse tercih etmişsindir zaten."diye alaycı bir şekilde konuşmaya giren Selim'e baktı sert sert.
Selim Kayra'ya eğilerek bir şeyler fısıldadığında genç adam masanın altındaki ellerini sıktı öfkeyle. İçindeki beliren duyguların şiddetine şaşırsa da kontrolünü kaybetmemek adına dişlerini sıktı. Gözleri Selim'in üzerine kilitlendi öfkeyle.
Genç kadının ondan uzaklaşmak için biraz kaydığını görünce biraz olsun rahatladı. Kayra, kesinlikle Selim'den hoşlanmıyordu. En azından bunu anlamış olmak içini rahatlattı.
Bu ikisinin bir geçmişi var mıydı bilmiyordu ama nasılsa Selim'den öğreneceği için üzerinde durmamaya çalıştı.
Gözleri sık sık Kayra üzerinde dolaşarak konuşulanlara katılmaya çalıştı. Hala olan bitene inanamıyordu. Buradaydı, tam karşısında oturuyordu ve o geceyi hatırladığına dair tek bir açık vermiyordu. Saçları o geceki gibi ensesinde topuz halinde duruyordu. Yanlardan düşen birkaç tutamı eliyle düzeltmesini izlerken o ellerin kendi üzerinde yarattığı etkileri düşünmeden edemedi. O eller kendi ellerine kenetlenen ellerdi. Bir an bile unutmadığı o gecenin izlerini, bedenine ve ruhuna kazıyan ellerdi. Şimdi ne kadar yabancı duruyorlardı öyle...
Saatler sonra herkes çekildiğinde Yağız ve Kenan yerlerinden kalkarak onlara kalacakları yerleri göstermek istediklerini söylediler. Kayra için ayrılan bölmeye doğru ilerlerken Kenan Kemal Bey'i kendi karavanına doğru yönlendirdi. Onların uzaklaşmasını izleyen Yağız Kayra'ya dönerek eliyle yolu gösterdi.
"Sizin için ahşap evlerden birini hazırladı arkadaşlar. Umarım memnun kalırsınız. Oldukça rahattır ve kimse tarafından da rahatsız edilmezsiniz."
"Teşekkür ederim..."
Yağız onun sesinin güzelliğiyle neredeyse kendinde değil gibi baktı kıza. Bir tarafı ona sımsıkı sarılıp onu sarsmak, hatırlatmak, kendini hatırlamasını sağlamak isterken başka bir tarafı beklemesini söylüyordu. İçindeki duygular birbirine karışmış, sağlıklı düşünemez hale gelmişti. Kıza her baktığında gözünün önüne gelen düşüncelerden dolayı küçük kasılmalarla titremeler geçiyordu bedeninden ama ondan hiçbir tanıdık tepki alamıyordu.
Tedirgin ve kaçamak bakışları karşılaştıkça kızın bir adım daha geriye çekilmesi, hiçbir şekilde tepki vermemesini anlayamamak karanlık bir dehlizde yolunu kaybetmiş hissi veriyordu. Gözleri cam gibiydi. Boş, anlamsız, ifadesiz...
Kafası karışmıştı, az önce yaşadığı şokla kendine gelememiş olmasına vermek istiyordu her şeyi. Bilmediği yabancı bir denizde tek başına kalmıştı sanki. Nefes almakta zorluk çektikçe geniş göğsü inip kalkıyor, kalbi kafesini zorluyordu. Güçlükle kendini toparlamaya çalışarak boğazını temizledi.
"İyi geceler... Bir şeye ihtiyacınız olursa seslenmeniz yeterli,dışarıdaki çadırda olacağım."
"Size de iyi geceler Yağız Bey..."
Yağız, onun arkasından bakarken taş kesilmiş gibiydi. Yaşadığı bu duyguları hiçbir şeyle kıyaslayamıyordu. Bütün vücudu, beyni uyuşmuştu. Ağır ve düşünceli adımlarla göğsünü neredeyse döven kalp çarpıntısıyla çadırına girdi.

Kayra hissettiği duygularında etkisiyle yanındaki adamdan uzaklaşmış olmanın verdiği bir rahatlamayla nefesini bırakıp gördüğü ilk yere attı kendini. Ellerini kalbinin üzerine bastırıp sakinleşmeye çalıştı. Bu neydi böyle? Kalbine bu kadar hız veren,midesinin ağzına çıkmasına neden olacak kadar panikleten bu duygu neydi? Korku tüm vücuduna yayılırken kendisine sürekli telkinlerde bulunmaya çalışıyordu.
Bu adamı ilk kez görüyordu ve daha birbirlerine dokundukları andan itibaren aralarındaki elektrikten başı dönmüştü. Karanlıkta gözlerini aramıştı çaresizce bir anlam vermek için ama bir türlü görememişti gölgeler arasında saklı kalmıştı gözleri. Neden ille de gözlerini görmek istediğine dair bir fikrinin olmaması ise korkusunu daha çok körüklüyordu.
Yağız Selçuk gizemli bir kaya gibiydi şimdi gözünde. Sesinin boğuk tınısı arasında her cümlesinde beyninde alarm zilleri çaldıracak kadar onu etkilemesini anlayamamıştı ve bu daha da çok titremesine neden oluyordu şimdi.
Hissettiği en gerçek duygu panikti. Kaçıp gitme, saklanma, sakınma duygusuydu. Buna neden olan saçı sakalı birbirine karışmış, boğuk sesli bu adamsa eğer kaçması gerektiğini hatırlatıyordu tepkileri ona.
Şaşkınlık ve garip bir aceleyle eşyaları arasından giyebileceği şeyler aradı. Üzerini değiştirmeden önce bir duş alabileceği banyo aradı etrafta. Bulduğunda kendini suyun altına bırakıverdi yorgunca. Bütün bedeni sanki kaskatı kesilmiş gibiydi.
Daha ilk günden pişmanlık mı duymaya başlamıştı anlayamıyordu ama Kemal Bey'e bir söz vermişti, onun güvenini boşa çıkaramazdı.
"Evimden hiç çıkmamalıydım."diye mırıldandı ağzına gelen suları püskürterek.
Orada güvende olduğunu bilmek, kendini her şeyden dilediği zaman soyutlayacağını bilmek farklı bir güven veriyordu ona ama şimdi açıktaydı. Tüm tenhaları göz önündeydi artık.
Bir parça gevşemiş olan vücudunu havluya sararak içeriye geçti ve yanında getirdiği eşofmanlarını giydi. Islak ve neredeyse beline kadar uzanan saçlarını kıvırarak yere saçılan suları izledi bir süre dalgınca. Havluyla kuruttuğu saçlarını serbest bırakarak valizinden günlüğünü çıkardı. Sanki çok değerli bir şeyi tutar gibi okşadı yıpranan yüzeyini.
Onu göğsüne bastırarak pencere kenarına konmuş, rahat ve yüksek koltuğa oturdu ayaklarını altına çekerek. Dışarıya baktığında hala yanan ateşi görünce gözleri ateşe takılı kaldı bir süre.
"Ne kadar sessiz ve ne kadar huzurlu..."diye mırıldandı.
Ateşin biraz uzağındaki çadırdan çıkan adamı gördüğünde fark edilememek için kendini biraz geriye çekerek onu izlemeye başladı. Karanlığın arasından sıyrılışı, güçlü ve geniş adımlarla ağır ağır yürüyüşünü izledi. Ağaç kütüklerden birine oturarak başını gökyüzüne kaldıran adamın profiline baktı. Hareketlerinde garip bir şey vardı anlayamadığı. Adamın cebinden çıkardığı bir sigarayı yakmak için ateşe doğru yürüdüğünü görerek biraz daha saklandı olduğu yerde.
Yağız eğilerek bir kor parçası yardımıyla yaktığı sigarasından derin bir nefes çekip dumanı boşluğa bırakmış, gözlerini onun bulunduğu noktaya dikmişti. Sanki orada olduğunu biliyor gibi bakıyordu. Aynı panik duygusuyla sarsıldı Kayra. Kalbinin hızlandığını hissederek tuttuğu nefesini bıraktı yavaşça.
Genç adam bir süre öylece baktıktan sonra yeniden kütüğün üzerine oturarak dalgın düşünceli gözlerle eline aldığı bir tahtayla ateşi karıştırıyordu şimdi. Mutsuz görünüyordu. Kendisine kadar gelen bir huzursuzluk yayıyordu olduğu yerden.
İçindeki sıkıntının giderek büyüdüğünü hisseden Kayra oturduğu yerden kalkarak kuruyan boğazına iyi gelecek bir bardak su aldı. Pencerenin önüne yeniden geldiğinde genç adamın ellerini cebine sokmuş, başı önünde ağır ağır çadıra doğru yürüdüğünü gördü. Çadırın içinde kaybolana dek izledi onu Kayra. Neden bu adam içindeki tüm kötü ve unutmaya çalıştığı duyguları ayaklandırmıştı buna bir anlam vermeye çalışarak günlüğünü eline alıp yatağına uzandı.

...Günlük...

Mert'e, sevgilime...

Bilmediğim bir dünyadayım şimdi. Bugün yeni bir kapı araladım. Sanki yuvasından düşmüş bir serçe gibi çarpıyor kalbim.
Neden buradayım bilmiyorum Mert? Neden olmam gereken yerden bu kadar uzaktayım? Neden hala içimde senli ve sensiz korkularla yüzleşemiyorum? Neden hala parçası olmak istemediğimi bildiğim bir hayatın içindeyim?
En gerçek duygum şimdi bu gece hissettiğim korku. Nedensiz, anlamsız, yakıcı... Değdiği yeri dağlayan acıma bir de korku bulaştı şimdi.
Yokluğunda seni unutmamaya çalışıyorum. Yüzünü, sesini hatırlamaya çalıştıkça uzaklaşıyorsun sanki benden. Sesini duyamıyorum, yüzün yok denecek kadar belirsiz şimdi. Buna dayanamam ben, benden tamamen uzaklaşıp yok olmana dayanamam.
Sensiz geçen zaman, seni benden tekrar tekrar çalarken bu çaresiz çırpınışlarım nafile.
En çok kanadığım yerlerde suskun şimdi dilim. Aşka, zamana, ayrılığa suskun kaldım şimdi. Senin adın aşk. Kalbime yazdığım her şey sana dairken, anlamlıyken bu suskunluk neden?
Ah Mert... Bilsen yokluğunun nasıl soğuk rüzgarlar estirdiğini.
"Üşüme."diyen sesini özledim buralarda.
En karanlık yerlerinde düşlerimin çıkıp gelmeni bekliyor yüreğim. Kınalı baharlar gibi umut vermeni istiyorum yeniden. Burada olsan, başımı yine omzuna yaslasam... Kokun dolsa ciğerlerime, saklasam onları yeniden ve defalarca yaptığım gibi.
Aramızdaki bütün yollar kapalı, biliyorum. Sensizim... Yokluğuna gözyaşlarım.
Bir el olsan, dokunsan saçlarıma. Bir göz olsan çekip alsan içimdeki kederi ve hüznü. Dudaklarımdaki gelincikler karşılasa seni yeniden.
Sustum Mert. Artık kendime sustum ben. Geldiğim bu diyarlarda sesim içimde yankılanacak yine. Sensizliğin çığlıkları kulaklarımı yırtacak.
Sadece bir dilek tut benim için o yıldızlar arasından. En çok sevdiğin olsun...
Kayra...

Defteri kapattı. Gözlerinden süzülen yaşları sildi iki eliyle. Bir süre o şekilde hareketsiz kaldı Kayra. İçinde büyüyen huzursuzluğa ve kedere aldırmadan ellerini yüzüne kapatıp hıçkırıklarla sarsılarak ağlamaya başladı. Gecenin sessizliğinde, odanın içinde yankılanan hıçkırıkları kulaklarına çarptıkça daha çok ağladı. İçindeki tüm acıyı, kederi, suçluluğu, mutsuzluğu söküp çıkarmak istercesine ağladı. Yatağa kıvrıldı. Bir cenin gibi güvensiz korkuyla sardı bedenini kolları. Ağlamaktan yorgun düşüp uyku onu teslim alana kadar ağladı Kayra.

Yağız hıçkırıkları duyduğunda huzursuzca yatağında dönüyordu. Duyduğu sesin önce doğanın sesi sanmıştı ama bu kesik, boğuk, insanın içine dokunan hıçkırıklar doğaya ait değildi. Yatağından doğrulup pantolonunu çekti üzerine. Üzerine bir şey almadan dışarıya çıkıp sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Hıçkırık seslerini takip ederek geldiği yerin Kayra'nın kaldığı ev olduğunu anladığında kalbi sıkıştı bir an. Öylesine acıyla yankılanıyordu ki ses gecenin sessizliğinde, yutkunmaya çalıştı. İçeriye girip ona sarılmak, her neyse üzüntüsü hafifletene kadar onun saçlarını okşamak, gözyaşlarını dudaklarıyla yok etmek isteğini bastırmaya çalıştı. Ellerini iki yumruk halinde sıkarak bir süre daha dinledi bu içine işleyen sesi. Nihayet ses artık duyulmaz olduğunda yeniden çadırına dönmeden uzun uzun evi izledi.
"Tanrı'm, neler oluyor bana? Neler düşünüyorum ben?"diye mırıldandı çaresizce.
Çadırına girmeden son bir kez daha baktı eve. Orada uyuyordu. Orada ağlayan, geceyi hıçkırıklarıyla yırtan kadın, onun hayallerini çalan, onu kan ter içinde delibozuk uykulara hapseden varlığını ilk kez aşkla andığı kadındı. Şimdi bir hayal olmaktan çıkan ve hayatına bir dinamit gibi düşen yabancı gözlerle kendine bakan kadın, aşık olduğu kadındı.
"Bunu sen düşünüyorsun, kadının umurunda bile olmamışsın."diyerek kendini yatağına attı. Huzursuz bir şekilde kapadı gözlerini.
Beyninde yankılanan hıçkırıklara onun "iyi geceler" diyen sesi karışıyordu. Onu ağlatan neydi bilmiyordu, bunu kendi sınırlarını zorlayarak öğrenmek niyetinde de değildi.
"Öğrenmek için ölüyor bile olsam..."diye inleyerek yüzünü yastığa gömdü.
İçinde kendisinin de gözlerini dolduracak kadar keskin bir duygu olduğunu bilmekten dolayı nasıl davranması gerektiğini kestiremiyordu. Gece, huzursuz bir şekilde güne kavuşmak için devinimlerini tamamlarken Yağız yarı uyur yarı uyanık kalmaktan bitap düşmüştü. Dışarıdan gelen seslerle kolundaki saatine baktı. Sonunda sabah olmuştu. Doğrulup oturdu yerinde, eliyle yüzünü sıvazladı. Sakallarının sert hışırtısıyla yüzünü buruşturdu. Artık bunların icabına bakmalıydı, üstelik artık kampta açan bir çiçek varken böyle dolaşması uygun olmayacaktı.
Dışarıdan erken kalkan birkaç işçinin sessiz olmaya çalışarak yaptıkları işlerin sesleri geliyordu. Yerinden doğrularak eline aldığı bir havluyla dışarı çıktı. Gözüne gelen gün ışığı ile sersemleyince yüzünü buruşturdu.
"Hay lanet..."diye mırıldanarak suya doğru ilerledi.
"Günaydın patron, uykusuz görünüyorsun."
Yağız gülümseyerek baktı kendinden oldukça genç olan bu çocuğa.
"İyi bir gece geçirmedim doğru ama oyalanmadan diğerlerini de kaldırsanız iyi olacak."
"Herkes kalktı, ses yapmamak için içeride oturuyorlar. Biz hazırız."
"Hayrola, neden bu özen?"
"Misafirler patron. Bayanı korkutmak istemedik. Kenan Bey de geceden söylemişti dikkatli olun diye."
Yağız garip bir duygunun geçtiğini hissetti içinden. Buradaki varlığı hemen etkisini göstermişti, bu kadar erkeği bile sessizliğe gömecek kadar narindi varlığı.
Hiçbir şey söylemeden eğildi. Akan suyla yüzünü yıkadıktan sonra adamlardan sıcak su istedi. Tıraş olup bir an evvel kahvaltılarını yapıp işe koyulmalıydılar. Daha sonra geri dönüp Kemal Bey ve Kayra ile yeniden görüşecekti.
Kütüğün üzerine konan sıcak su ve sabun köpüğünün de yardımıyla tıraş olmaya başladı dalgın bir şekilde. Gözlerinin Kayra'nın kaldığı eve doğru kaymasına engel olamıyordu.
Güneş sırtında parlak izler bırakarak yükselirken doğa harekete geçmiş, sesler sabahın sessizliğini neşelendirmeye başlamıştı bile.
İşini bitirdiğinde çadırına giderek üzerini değişti. Baretini eline alarak dışarı çıktığında kahvaltının hazır olduğunu görerek adamlarına doğru yürüdü. Kendi aralarında şakalaşıp gülüyorlardı.
"Dikkatli konuşmaya çalışacağız, uluorta yerde küfür etmemeye çalışın."
"Yürürken de bale adımları olmalı. Güm güm, kaba saba yürümemek lazım. Acaba kaysak mı yürümek yerine?"
Yağız onlara bakarak oturdu.
"Neler oluyor böyle, neye gülüyorsunuz?"
"Kamptaki hareketlerimizi konuşuyoruz patron. Artık bir bayan olunca burada dilediğimiz gibi davranamayacağız."
Yağız düşünceli bir şekilde adamların yüzüne baktı.
"Bu sizi rahatsız mı etti?"
"Bizi rahatsız etmekten ziyade biz rahatsız eder miyiz tedirginliği. Yani sonuçta hepimizin karısı ya da bekleyeni var buralarda. Biz kontrolsüz şakalar yaparız, böyle bir kısıtlama olmadığı için rahattı bu güne kadar ama şimdi dikkat etmek gerekiyor. Bayan huzursuz olabilir, biz de bu durum da utanmak istemeyiz."
Yağız anladım dercesine başını salladı. Bir süre sonra sohbete katılmıştı. Bir ara başını çevirip az ilerdeki eve dikti gözünü. Anlamsız, garip bir ağırlıkla iç geçirdi. Kenan'ın yanlarına yaklaştığını görerek ona yer açtı. İşçiler toparlanana kadar sohbet edecek zamanları vardı.
"Günaydın. Seni neredeyse tanıyamayacaktım, yüzün gözün açılmış."
"Israrına dayanamadım diyelim."
"İyi olmuş. Bay kabasakal olarak aramızda dolaşmandansa böyle parlak parlak bakman daha sevindirici."
Yağız onun omzuna vurdu gülümseyerek.
"Karımmış gibi davranmayı bıraksana sen."
"Olur mu, nasıl bırakayım? İşçi sağlığını önemsiyorum arkadaşım ben. Neyse geyiği bırak da anlat, dün geceki halin neydi senin öyle?"
"O kadar kötü müydü?"
"E ne söylesem boş kalacak. Hadi neler oluyor?"
Genç adam bir süre hiç sesini çıkarmadan dalgın dalgın çayını yudumladı.
"O kadın. Kayra..."
"Evet, çok hoş bir genç hanım."
"O kadın, o..."
"Hangi kadın o? Tanrı aşkına sabah sabah bana beyin jimnastiği yaptırmadan direkt konuya girsene."
"O kadın, benim birlikte olduğum isimsiz kadın. Kayra, o geceki kadın."
Kenan bir süre ağzı açık bir şekilde baktı ona. Sonra güçlükle yutkunarak yanına biraz daha yaklaştı.
"Emin misin, benzetmiş olamaz mısın? Yani hiç o tür bir davranışta bulunacak birine benzemiyor da."
"Ben şimdi seni benzeteceğim ama. Ben de her gün her önüme gelenle düşüp kalkmıyorum. Onunla ilgili düşüncelerimi sana söyledim, duygularımı da. Dün akşam onu gördüğüm an neredeyse ölüyorum sandım. Gözlerime inanmakta güçlük çektim ama o hiçbir şekilde tanıdık bir tepki vermedi. "
Kenan derin bir nefes alıp kendisine uzatılan çayı aldı ve bir yudum içtikten sonra yanında oturan adama baktı.
"Demek bu yüzdendi o garip tavırların? Bir ara Selim'i boğazlayacaksın sandım."
"Selim..."diye dişlerinin arasından neredeyse tıslarcasına soludu Yağız.
Başka bir şey söylemedi, yerinden kalkıp kafasına bareti geçirdi. Yerde duran çantaya uzanmadan pantolonunun yan ceplerini kontrol etti. Kenan'a dönüp baktığında arkadaşının endişe dolu bakışlarını görerek gülümsedi.
"Bakma öyle. İyiyim, korkma. Bu şey beni öldürmez."
"O zaman seni öldürmeyen şeyin seni daha güçlü kılmasını dileyelim."
"Öyle olsun. Ben içeriye giriyorum adamlarla birlikte. Bir saate kadar dönerim, o zaman herkes uyanmış olur. Kemal Bey'i de alıp yeni madene çıkarız, sen kamyoneti hazırla."
Kenan arkasını dönüp giden adamın arkasından bakarken kaşlarını çattı.
"Bakalım daha neler göreceğiz?"diye mırıldandı.
Misafirleri hala uyuyorlardı ve tabii ki Selim de. Bir an evvel gitmesi için içinden dua etti Kenan. Yoksa Yağız ile aralarının daha fazla gerileceği ve bunun da herkese yansıyacağı kesindi. Yerinden kalkarak kamyoneti kontrol etmek için işçilerden biriyle hareketlendi. Herkes için baret ve yiyecek bir şeyler ayarlamalarını istedi. Termosları kontrol etti.
O sırada saat çok erken olmasına rağmen Kayra'nın evden çıktığını gördü. Üzerinde yeşil bir pantolon ve ona uygun kısa kollu bir tişört vardı genç kızın. Gülümseyerek ona yaklaştı.
"Günaydın Kayra. İyi uyudun mu, rahat mıydın?"
"Teşekkür ederim, gayet rahat uyudum. Umarım geç kalmamışımdır."
Kenan gülümsedi.
"Hayır herkes uyuyor. Biz de hazırlık yapıyoruz. Yağız madene gitti, birkaç işçiyle bir saate kadar dönecek."
"Bu kadar erken bir saatte mi?"
"Öyle, erken başlıyor burada hayat. Sana bir fincan çay ikram edebilir miyim?"
"Sevinirim, peki siz neden gitmediniz?"
"O burada yokken ben de diğer hazırlıklarla ilgileniyorum çünkü. Patron böyle uygun gördü."
Kayra gülümsedi ürkekçe. Bu Kenan Bey samimi, dostça bir elektrik yayıyordu etrafa. Ama Yağız... Ondan yayılan elektrik bilmediği bir şekilde onu ürkütüyordu. Adamın yüzünü seçememişti bile doğru düzgün. Nedensizce gözlerini aramıştı kaçamak bakışlarla kendi gözleri. Uzatılan çayı alıp teşekkür etti. Kenan'ın sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı.
"Kayra, kusura bakmazsan bir şey sormak istiyorum sana."
"Tabii ki, dinliyorum."
"Senin gibi genç bir hanım için zor olmayacak mı buralarda olmak? Sonuçta buradaki herkes erkek. Konuşacağın, arkadaş edineceğin kadınlar yok. Bunun için de en yakın mesafe 3 saatten fazla."
Kayra gülümsedi ve adama baktı.
"Konuşmayı fazla sevmem. Daha çok işimle ilgilenmeyi tercih ederim. Şık bir ofisten sonra neden burası diye soruyorsan başka bir seçeneğimiz yoktu. Selim bBey dönmek istiyordu ve yerine yollayabileceğimiz kimse de ayarlanamadı. Açıkçası benim için de zor olacak ama bilmiyorum."
Kayra hayretle ilk kez biriyle bu kadar uzun cümleler kurduğunu düşünerek şaşkınlık yaşadı. Tereddütsüz, tedirgin olmadan ve rahat hissetmiş hatta gülümsemişti. Gözlerini etrafına çevirdiğinde yanından geçen adamların ona saygıyla verdikleri selamlara karşılık verdi.
Kenan:
"Aramızda olman bizi mutlu eder. Sana her konuda yardımcı olmaktan mutluluk duyarız. Burada güvendesin, tedirgin olma. Bu adamlar Yağız'a olan saygı ve sevgilerinden dolayı senin rahat edebilmen için çaba sarf edeceklerdir."
"Yağız... Yağız Bey... Her zaman böyle midir?"
"Nasıl?"
"Az konuşuyor. İşçiler ve kendisi arasında ilginç bir köprü kurmuş sanki, gözleriyle anlaşıyorlar. Buranın idaresi onda olmasına rağmen çadırda kalıyor. Mütevaziliği etkileyici."
"Yağız farklı bir adamdır. Bütün hayatı madenlerde geçti ve hayatı madenler. Doğanın parçası oldu biraz sanki. İyi bir adamdır. İyi anlaşacaksınız."
Kayra sıkıntıyla nefes aldı.
"Umarım."diye geçirdi içinden. Çünkü adam onda inanılmaz bir panik duygusu yaratıyordu. Ne korkuydu bu ne de dehşet. Sadece onda bir şey vardı ki bu iliklerine kadar ürpermesine, kasılmasına ve mide bulantılarına neden oluyordu..
"Siz daha önce görüşmediniz mi Yağızla?"diye soran Kenan'ın sesiyle irkilerek ona baktı.
"Hayır, karşılaşmadık. Tanıdık gelen bir tarafı var ama insan insana benzer, belki de gördüğüm yüzlerden biridir, bilemiyorum."diye cevapladı onu Kayra.
Kenan'ın şaşkınlıkla bakan gözlerini görünce tedirgin oldu.
"Yanlış bir şey mi söyledim?"diye sordu neredeyse mırıldanarak.
"Yoo, hayır. Ben sadece aklıma bir şey geldi de ona takıldım. Seninle bir ilgisi yok."
Bunları söyleyen Kenan içinden geçenleri bastırmak için derin bir nefes aldı. Yağız'a şimdi hak veriyordu. Kendini onun yerine koydu ve hissettikleriyle ürperdi.
"Berbat bir şey. Tanrı yardımcın olsun dostum, bu kez gerçekten yardıma ihtiyacın olacak."diye mırıldandı kamyonete doğru giderken.
Uzaktan Kayra'ya baktı. Sakin ve ilgili bakışlarla etrafı dolaşıyordu genç kadın. Garip, mutsuz, hüzünlü solgun bir güzelliği vardı bu kızın ve Yağız'ın anlattığı kadar da güzeldi.
Arkadaşının aylardır bu güzellik yüzünden neler düşündüğünü ve yaşadığını bildiği için üzüldüğünü fark etti. Çünkü kız onu hatırlamıyordu. Demek ki o gece sadece Yağız için önemliydi. Bunları düşünürken Selim'in dışarıya çıktığını görerek kaşlarını çattı.
"Bela geliyorum demez, işte böyle orta yere düşer."diye mırıldanarak onun Kayra'ya doğru ilerlemesini izledi uzaktan.

GÜNLÜK ...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin