Bir caz parçasının hakim olduğu kafede, sakin müziğe eşlik eden kısık sesli diyalog ve gülüşmeler dikkatimi dağıtıyor, karşımda bakışları arada dışarıya kayarken konuşmaya çalışan Renjun'e odaklanmakta zorlanıyordum. Yine de kahvemden bir yudum aldım ve bakışlarımı tamamen ona odakladım.
"...Sonra kütüphanede çalıştığını öğrendim ve gittim. Bana kitap önermesini rica ettim ve zevklerimiz inanılmaz derecede benziyormuş. Konuşma ilerler diye düşünüyorum." Yüzündeki hayran ve saf tepkiye bakarsam, konuşmanın sonunu kaçırmış olmama rağmen, hoşlandığı kızı anlattığını anladım. Arkadaşımın bu halleri çok sevimliydi ve suratımda bir tebessüm yer almıştı bile.
"Senin adına sevindim. Umarım ona açılırsan seni ters tepmez." İç çekti ve umduğunu söyledi. Ardından bana baktı ve başını yana eğdi.
"Hâlâ yalnızlığı mı tercih ettiğini söylüyorsun?" Omuz silktim ve kahvemden bir yudum daha aldım. Çellonun sesi diğer enstürmanları bastırmaya başlamıştı. Buna rağmen hâlâ oldukça hoş bir parçaydı.
"Doğru kişi bir kere gelir. O zamana kadar da gönül eğlendirmek istemiyorum açıkçası."
"İlk ve son, ha?" Güldü.
"Aynen öyle." Telefonuna gelen bildirimle ekranı açtı ve mesajı okudu.
"Mesaj atmış." Elini kalbine koydu ve telefonu diğer eliyle bana tuttu.
Bu kitabı seveceğini düşünüyorum Renjun-ah! Tarzlarımızın benzediğini söylemiştin ve ben de bu kitabı okur okumaz sana önermek istedim. Eğer okursan veya okumuşsan bana düşüncelerini söylemelisin!
Gözlerini kapatmış, sırıtıyordu. Güldüm ve elini ittim.
"Aklına direkt gelmiş olman çok hoş. Bence sana karşı boş değildir."
"Öyle mi dersin?" Kafa salladım. Diğer entürmanları çalan kişiler pianoya geçtiği an çellonun sesi öncekinden de yüksek çıkmaya ve beni mest etmeye başlamıştı. Bu kadar güzel çalan kişi kimdi, merak ederek çevirdim bakışlarımı çalan üç kişilik gruba.
Loş bir şekilde ışıklandırılmış ve koyu renkli süslemelere sahip olan sahnede göze çarpan ilk şey, kuyruklu bir piyano ve piyanist idi. Onun yanında ise bir sandalyenin üzerinde oturmuş, başını kaldırmadan gitar çalan bir gitarist ve arkalarında ise çelloyu çalan koyu kızıl saçlara sahip bir çocuk vardı. Diğerlerinden oldukça genç görünmesinin yanında, oldukça güzeldi.
Çok güzeldi.
Alnına dökülen kahkülleri, üstten gelen ışık yüzünden yüzünü gölgelendiriyor, fakat tellerde gezinen parmaklarını izleyen gözlerinin parıltısını gizleyemiyordu. Yanakları hafif terli gibiydi. İnce çizgileri olan lacivert, kadife bir gömlek giymiş ve kırmızı kadife renkli bir pantolon ile tamamlamıştı. Zevki hoşuma gitmişti. Bunun yanı sıra yüzünün güzelliği ve çello çalışı beni daha bir etkilemişti.
Uzun süre bakmış olmalıyım ki Renjun tuhafça bana baktı ve ardından başını çevirip sahneye baktı. Benim çello çalan oğlanı izlediğimi anlamış olacak ki hızla önüne döndü ve bana baktı. Ardından boğazını temizleyince ben de ona baktım.
"Bizim okulda." dedi.
"Efendim?"
"Çello çalana bakmıyor musun? Bizim okulda, ismi Donghyuck." dedi. Terlemiştim ve bir yandan da duyabilme ihtimali ile geriliyordum. Sahneye yakındık.
"Sadece," dedim. "Sadece görünüşü ve çalışı hoşuma gitti." Omuz silkti ve bu soğuk kış gününe rağmen ısrarla içtiği buzlu kahvesinin son yudumlarını hüpletti.
"Sen bilirsin. Ama istersen konuşmanıza yardımcı olabilirim." Başımı iki yana salladım.
"Gerek yok." Bir süre sonra ayağa kalktım.
"Ben gidiyorum." Montunu aldı ve o da ayağa kalktı. "Ben de gidiyorum o hâlde." Kasaya gidip ödemeyi yaptıktan sonra çıkışa doğru ilerlemeye başlamıştık. Çıkmadan önce tekrar pezleşen çelloyu çalan oğlana baktım.
Göz göze geldik.
selamlar! ilk kez markhyuck yazıyorum, toyluğumu affedin. keyif alarak yazdığım bir başlangıç oldu, umarım siz de bu keyfi almışsınızdır ve bu keyif tüm hikâyeye yayılır~
sevgiler ✨
ŞİMDİ OKUDUĞUN
wretched // mark.hyuck
FanfictionSen ısrarla gözlerini kaçırırken ben çoktan onlara tutulmuştum bile. * Lee Minhyung yaşıtları gibi deli dolu bir hayattan ziyade beklemeyi tercih ediyordu. Gerçekler için bekliyordu. Ve bu gerçek, çok ani bir şekilde hayatına dahil olmuştu. Minhyun...