yeni yayınladığım jaeyong'a bir göz atın derim~
ve bundan sonra pazar günlerini bölüm yayınlama günü yapmaya karar verdim hehe
Lee Donghyuck'un ne kadar büyüleyici olduğunu kader, bir kez daha hatırlatmıştı. Aynı odada geçirdiğimiz yarım yamalak gecede uykuya dalmak çok zor olmuştu. Çok yorulmuş olacak ki üzerini hızlıca değiştirmiş ve uyuyakalmıştı. Bense iyice kaçan uykumla yarım saat kadar perdenin ucu aralık kısmından içeri giren ışığın yüzünde oluşturduğu gölgeleri izlemiştim. Ek olarak uyku alşıkanlıkları ve yüz ifadelerini aklıma kazımaktan da kaçınmamıştım. Donghyuck her zaman olduğu gibi büyüleciydi ve ben, zavallı kurbanı, her an büyüleniyordum.
Ertesi sabahı birlikte kahvaltı yapmış ve ardından alışverişe çıkmıştık. Zevklerimizin uyuşmadığı konu yoktu. Üstüne tuttuğu koyu-pastel renkli ekose pantolonun bir diğer rengini üstüme giymiş ve aynaya daha iyi bakabilmek için kabinden çıkarken göz göze gelmiştik zira. Koltuğa oturmuş bizi bekleyen Chaeyeong abla ise gülmekten gocunmamıştı. Elmacık kemiklerinin pembeleştiğini ve bakışlarını kaçırdığını gördükten sonra "Yakışmış." diye mırıldanması çokça çikolata yemişim gibi boğazımı yakmaya, heyecandan midemin bulanmasına yol açmıştı. O an benim de ondan farkım yoktu, eminim. Bakışlarımı kaçırmam ve heyecandan kelimelerin ağzımdan bozuk bir şekilde çıkması ve çekinerek teşekkür etmem. Onun karşısında konuştukça batırıyordum her şeyi ve merak ediyorum, acaba aklının içinde benimle dalga geçiyor muydu?
Böyle bir seçeneğin var olması durumu beni oldukça fazla geriyordu ve bir yudum suya muhtaç kalıyordum. Fakat bendeki etkisi oldukça hoşuma gidiyordu.
Derken işlerimizi tamamladıktan sonra Seul'ü altüst etmiş, bacaklarımız yorgunluktan ağrıyorken otele dönmüştük. Chaeyeong ablaya iyi geceler diledikten sonra odamıza çekilmiş ve birer duş almıştık sırayla. Odanın ufak balkonunda oturup kahve içmiş ve midemiz tıka basa dolana kadar abur cubur yerken eğlenceli bir sohbete dalmıştık. Konuşurken ki jest ve mimikleri öylesine ilgi çekici ve doğaldı ki, kendimi bir kez daha ona karşı büyük bir hayranlık duyarken yakalamıştım. Bu çocuk çello çalan Donghyuck'tan daha farklı, daha insansıydı. Çello çalan Donghyuck ise bu dünya için fazla kusursuz, fazla usta ve göz kamaştırıcıydı. Yeri geldiğinde çocuksu ve yeri geldiğinde en olgun insan olan Lee Donghyuck... Etkilenmemek elde değildi ve ben çoktan bu örümcek ağına takılmış bir avdım. Hiçbir kaçış yolu yoktu ve yolun sonundaydım.
Pazar günü Güneş ilk ışıklarını yollarken uyanmış, nehir kenarında yürümüştük. Nehir düşündüğümden daha genişti ve etrafını süsleyen çiçek dolu ağaçlar ortama ayrı bir hoşluk katıyordu. Hava biraz serindi, buna rağmen üşümüyordum. Yanımda türlü çiçek ve manzara fotoğrafları çeken Donghyuck da hiç üşüyor gibi değildi.
Kalan gün boyunca televizyon izlemiş ve bir nebze de olsa gerginliğimizi atmaya çalışmıştık. Şu an ise üstümü değiştirmiş, banyoda üstünü değiştiren Donghyuck'u bekliyordum. Chaeyeong abla henüz gelmemişti, o da hazırlanıyordu belli ki. Heyecandan titreyen ellerimle papyonumu düzelttikten sonra gözüme ulaşan bir tutam saçı geriye atmıştım. Ardından kapı çalmış, Chaeyeong abla içeri girmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
wretched // mark.hyuck
FanfictionSen ısrarla gözlerini kaçırırken ben çoktan onlara tutulmuştum bile. * Lee Minhyung yaşıtları gibi deli dolu bir hayattan ziyade beklemeyi tercih ediyordu. Gerçekler için bekliyordu. Ve bu gerçek, çok ani bir şekilde hayatına dahil olmuştu. Minhyun...