5| beni sarhoş etmenden nefret ediyorum

1.7K 239 45
                                    

Yarım saat kadar çalıştıktan sonra yorulmuş ve odanın sıcaklığı yüzünden terlemiştik. Sırtım ağrımıştı ve aynısı diğerleri için de geçerliydi. Saat altı olmuştu bile.

Odanın boğuculuğundan bir nebze olsa kurtulmak için ayağa kalktım. Kafeteryaya gidip bir şeyler alacağımı söyledim. Chaeyeong abla da benimle gelmek istedi ve birlikte sessizce kafeteryaya indik. Almak istediklerimizi söylemiş, hazırlanmalarını bekliyorken ortaya ilk topu atan Chaeyeong ablaydı.

"Minhyung," dedi ilk olarak dikkatimi çekmek istercesine. Dikkatimi ona verdim. Gülümsedi. "Çok yersiz ama sana tekrar teşekkür etmek istedim." O sırada siparişlerimiz hazırlanmıştı.

"Ne için?"

"Oturalım mı biraz?" Kafamı salladım ve bir masaya oturduk. Oturduktan sonra saçlarını düzeltti ve konuşmaya başladı.

"Bize katıldığın için. Donghyuck nasıl mutlu oldu bilemezsin. Önceki piyanistimiz pılını pırtını toplayıp haber vermeden kaçınca tabii... Pek özverili değilmiş demek." Omuz silkti.

"Nasıl yani?"

"İkimiz de Donghyuck'un iyi bir üniversiteyi kazanması için çabalıyorduk. Ben zaten üniversitede okuyorum, tarih bölümünde. Donghyuck ile de uzun zamandır tanışığım ve çoğu anına tanıklık etmiş olabilirim. Küçüklükten beri hep müzikle ilgili hayallerinden bahsederdi. Dediğine göre bir gün televizyonda çello çalan birini görmüş ve çok etkilenmiş. Belki de bu düşüncelerin temeli buydu, bilmiyorum. Ailesi ise bunu desteklemeyi bırak, bir kursa yollamayı bile reddetmişti. Öyle olunca ben devreye girdim tabii. Ne kadar konuşursam konuşayım bir işe yaramıyordu. Ben de çello kursuna gitmeyi düşündüm. Her dersten sonra o gün öğrendiklerimi Donghyuck'a aktaracaktım. Donghyuck da harçlıklarını biriktiriyordu o sırada, bir çello alabilmek için. Oysaki benden kat kat yetenekli ve araştırmacı bir insandır o. Sanki ben değil, o kursa gidiyormuş da bana öğretiyormuş gibiydi. O zamanlar boylarımız yakındı, öyle olunca çello ikimize de uygundu. Bir sene kadar böyle çalıştıktan sonra ailesi çabamıza karşılık olarak kursa yollamayı onaylamıştı. O senenin yazında, doğum gününde, çelloyu ona hediye ettim ve benim maceram biterken onunki yeni başlamış gibiydi. Çabası takdire şayandı. Derslerinde de başarılı biriydi. Derslerine çalışmasının yanı sıra çelloyu hiç bırakmadı. Ortaokuldaydı o zamanlar. Ben de liseye yeni başlamıştım. Gitara kaymıştı benim ilgim de. Ben de çalmaya başladığım zaman haftada bir kez buluşur birlikte çalardık. Küçükken çok çekingen bir çocuktu. Ama gerek okul olsun, gerek aile ortamı, övgü almaya başladığında özgüveni yerine gelmişti. Beni en çok mutlu eden de buydu." Suyundan bir yudum aldı. Bunun yanı sıra karşımda oturan genç kızın altın gibi olan yüreği ağlamak istememe sebebiyet veriyordu.

"Burada çalardık hep. Burasının da değeri çok yüksek. Her neyse, konumuza dönelim. Eski piyanistimiz. İsmi Dongmin, benimle yaşıt. Burada çalarken bizim çalışımızı görmüş ve bize piyanist olarak katılmak istemiş. Biz de kabul ettik. Çalmaya başladık derken yıllar geçti. Bu yarışmayı duyunca aklıma direkt Donghyuck gelmişti. Bu fikri onlara söylediğimde Donghyuck'un sevincini hâlâ dün gibi hatırlıyorum. Dongmin bu fikre pek yanaşmamıştı. Onu bir köşeye çekip konuştum ve zar zor kabul ettirdim. Ondan birkaç ay önce de Donghyuck çaldığımız kafede garsonluğa başlamıştı. Çalacak birkaç kişi aradıklarını duyunca da çalışma olur diye başvuru yaptık. Sonra kabul oldu derken çalmaya başladık. İki hafta kadar önce de gittiğimizde Dongmin'in istifa ettiğini öğrendik. Aradık ama numarası kullanılmıyordu. Evine gittiğimizdeyse ev tamamen boştu. O gece Donghyuck benim evimde kalmış, saatlerce her şey bitti diye ağlamıştı. Yarışmaya kalan süre yaklaşık beş haftayken birini bulmamız ve çalışmamız imkansızdı, diye düşünürken seninle tanışmış. Sen kabul edince direkt beni aradı." Çok konuştuğu için tekrar susamış olacak ki birkaç yudum daha su içti.

"Kardeşimi mutlu ettiğin için teşekkür ederim Minhyung." dedi ardından elimi tutarak. Gülümsedim.

"Benim için de önemli nedenler taşıyor. Onları sonra konuşsak daha iyi olur galiba." Chaeyeong ablanın titreyen telefonunun ekranında, yanındaki kalplerle süslenmiş Donghyuck yazısını işaret ederek ayağa kalktım. Güldü ve o da ayağa kalktı. Omzumu pat patladı ardından tepsileri alıp yukarı çıktık.

"Bir an asıl buluşma sebebimizi unuttunuz sandım." Donghyuck oynadığı telefonundan başını kaldırıp trip atarcasına konuştu. Chaeyeong abla güldü.

"Sohbete dalmışız, affet." Tepsileri masaya bıraktı. "Acıktım. Haydi yiyelim!" Birer sandalyeye oturduk. Merkezin kapanmasına çok bir süre olmadığı içn hızlıca yemeklerimizi yedik ve tekrar çalışmaya başladık.

Donghyuck'un solosunun yaklaştığı gerçeği bir anda kafama esti. Önceki çalışmalarda olmayan fakat birden aklıma gelmesiyle tekrar hissetmeye başladığım sabahki etkenler beni germişti. Karnıma bir yumruk yemiş gibi hissediyordum. Avuçlarımın terlemesine rağmen parmak uçlarımın soğukluğu beni üşütüyordu. Hızlı hızlı soluklanırken nefesim düzensizleşiyordu. Aklım yerinde değildi ama çalmaya devam ediyordum. Kontrolü kaybetmemem beni oldukça şaşırtıyordu.

Sonra sağ kulağımı gitarın susmasıyla ön plana çıkan çello sesi doldurdu.

Bakışlarımı yavaşça Donghyuck'a çevirdim. O an her şey bitti.

Şakaklarımdan damladığını hissettiğim ter soğudu. Avuçlarım terlemiyordu, yerini soğuğa bırakmış ve ellerimi donmak ile baş başa bırakmıştı. Nabzım hızlanmış, damarlarıma yaptığı baskı artmıştı. Aydınlık gözlerimi ağrıtmaya başlamıştı. Sonra bakışlarımız buluştu. Aydınlık daha çok gözlerimi ağrıtmaya başladı. Kibar bir tebessüm bahşetti.

Tebessümü, parlak gözleri, aydınlık.

Korkakça bakışlarımı kaçırdım. Gözlerimdeki ağrı yavaşça yok olmuştu. Nefesim düzene girmiş, nabzım normale dönmüştü. Kulaklarıma dolmaya başlayan gitar sesi aklımdaki düşünceleri dağıtmıştı.

Dağılan düşüncelerim miydi yoksa ben miydim, bilmiyorum.

*

"Bunu asla kabul etmemeliydim." Kendi kendime söylenirken bile aklımı Chaeyeong ablanın minnettarlığı ve Donghyuck'un sevinç dolu sesi işgal ediyordu. Titrek bir nefes çektim, ağlamış gibiydim. Yorganı daha çok üstüme çektim. Saat neredeyse öğle vaktiydi. Annem bir gün daha evde dinlenmeme razı olunca iyice uyumuştum ve şimdi de yatağımda dönüp duruyordum.

Sessiz odayı kaplayan bildirim sesiyle masamın üzerindeki telefonuma uzandım. Mesaj Renjun'dendi.

→Öğle arasındayız ve bil bakalım kiminle yemek yiyorum?

Ben hoşlandığı kızla yemek yemek yediğini düşünürken oldukça alakasız olduğunu sonraki mesajında anlamıştım.

→Donghyuck ile!

→Ondan bundan konuşurken konu sana kaydı.

→Senden hoşlanmış gibi. Senden bahsedip duruyor. Kedi sahiplendiğinizden de bahsetti.

Kalbim nasıl hızlandı, anlatamam.

Sonra ben de cevap verdim.

→Sakın bir şey yapmaya kalkma.

Yapmam~

→İyi öyleyse.

Telefonu tekrar masama bıraktım ve ayağa kalktım. Benden bahsetmesi gururumu okşamıştı, heyecanlandırmıştı da. Nefesim ciğerlerime yetmiyor gibi hissediyordum. Yüzümü yıkasam da kendime gelmiş gibi değildim.

Sarhoş gibi hissediyordum, oysaki şu yaşıma kadar hiç sarhoş olmamıştım.

Bu his canımı yakıyordu.



biraz tıkanıklık yaşıyorum, elimdeki bölümler azalırsa tutuşarak geçer diye düşünüyorum. umarım

wretched // mark.hyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin