4| öyle güzel bakıyorsun ki, göz pınarlarında boğulup kalıyorum

2.1K 252 125
                                    

bugün çok dolu içim, hızımı alamayıp bir bölüm daha artabilir taslaklarım ve yarın bir bölüm daha yayınlayabilirim

ayrıca lütfen we go up'ı bir kere bile olsa tekrar izleyin <3

keyifli okumalar~

*

O akşam otobüs durağına Donghyuck ile birlikte yürümüştük. Bana çok güzel çaldığımı ve bu tempoyla gidersek hemencecik hazır olabileceğimizi söyledi. Asıl güzel çalan oydu.

On beş dakika kadar yürümüştük, sabahki güneşli havaya inat kar tozumaya başlamıştı. Donghyuck ise bir an önce dolmuşun gelmesi gerektiğini, çünkü kansızlığı olduğunu ve o gün ilaçlarını içmeyi unuttuğunu söyledi. Atkımı çıkarıp ona vermek istesem de ilk günler olduğu için bayağı bir şey yapmaktan kaçınıyordum.

Biraz bekledikten sonra Donghyuck'un otobüsü gelmişti. Vedalaştıktan sonra otobüse bindi ve gitti. Saat sekize geliyordu. Ben de bir otobüse bindikten sonra evimin en yakınındaki durağa kadar inmemiştim.

Eve gelip yemek yedikten sonra odama çekilip Renjun ile mesajlaşmıştım. Ona sadece iyi geçindiğimizi söyledim, fakat arkadaşım bunu da en alakasız yerlere bağlamayı başarmıştı.

Başımın ağrıdığını hissedince telefonu bıraktım ve günü bir kez daha gözden geçirdim. Okulla ilgili bir işim olmadığı için telefonumu kenara koydum ve yatağın içine girdim. Sonra uyumuşum. Bir gün sonra ise muhteşem bir baş ağrısı ve ateş bana günaydın diyenlerin başlarındaydı.

Annem bu berbat halimi görünce evde kalmama müsaade etmişti. Yarışma için provaları pazartesi, çarşamba, cuma ve pazar olarak ayarlamıştık. Bugün çarşambaydı. Önümde dinlenip, bir nebze de olsa kendime gelebilmem için yarım gün kadar vakit vardı.

Biraz pratik yapmak amacıyla burnumu çekerek uzandığım yatağımdan kalktım ve yatağımdaki battaniye ile sırtımı örttükten sonra yavaşça salona gittim. Duvara dayalı piyanonun sehpasına oturdum ve önümde hali hazırda duran notalarda bir kez daha göz gezdirdim. Bir kalın do, ardından fa. Hâlâ aşina olmakta zorlandığım parçayı çalabiliyordum. Parçada üçümüze de ait solo kısımlar vardı. Kendi solomdan sonra Donghyuck'un solosuna eşlik ettiğim kısım vardı.

Donghyuck.

Kulağıma dolan uyumsuz ritim ve seslerle sanki çok sıcak bir şeye dokunmuşum gibi ellerimi çektim siyah beyaz tuşlardan.

Çello çalan Donghyuck'un parmakları, stres olduğu için şakaklarından damlayan ter damlaları, alnını kapatan kahküllerinin altından parlayan ve bakışları çelloya odaklanmış gözleri. Ben ona kaçamak bakışlar atarken göz göze gelmemiz.

Ateşimin çıktığını ve soğuk soğuk terlediğimi hissediyordum. Omuzlarımdaki battaniye yeri boylamıştı. Nefesim hızlanmış, kalbim göğsümü ağrıtmaya başlamıştı.

Sendeleyerek ayağa kalktım ve mutfağa giderek bir bardak su içtim. Bu bir miktar yanan bedenimi rahatlatsa da düşüncelerim için aynısı geçerli değildi. Donghyuck'u ilk gördüğüm an, göz göze gelmemiz, umutla bana bakması, gülümsemesi, sarılması aklımda adeta sürekli izlediğim bir filmmişçesine, eksiksiz, tekrar etmeye başlamıştı.

Güçlü bir şekilde hapşurdum.

"Biraz daha dinlensem iyi olacak." Mırıldandıktan sonra tekrar salona dönmüş ve yere düşmüş olan battaniyemi alarak koltuğa uzanmıştım. Telefonuma bir alarm kurduktan sonra vücudumun her yerini örtmüş ve gözlerimi yummuştum.

wretched // mark.hyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin