11| dilinden düşürmediğin melodi ve aklımdan çıkmayan sesin

1.5K 208 85
                                    

selamlar 👋 uzun zamandır sınavlarla boğuştuğum için pek aktif olamamıştım :(

umarım hoşunuza gider

Aklım hâlâ birlikte söylediğimiz şarkıdayken evden çıkmak üzere ayaklandık.

"Sizi bırakabilirdim." Chaeyeong abla kapıya yaslanmış bir şekilde, biz ayakkabılarımızı giyerken, konuştu.

"Gerek yok, rahatına bak sen." Donghyuck dikelip konuştu. Ardından gülümsedi. Ben de ayakkabılarımı giydikten sonra ayağa kalktım.

"Teşekkür ederim, çok eğlendim bugün." dedim. Donghyuck beni onayladı. Vedalaştıktan sonra evden çıktık.

Saat neredeyse on birdi. Hava serinlemişti. Bu saatte otobüs gelir mi, emin değildim. Eve yürüyerek gitme ihtimalime karşı nerede olduğumuzdan bile emin değildim.

Seyrekçe arabaların geçtiği ana sokakta yürürken sesimiz çıkmıyordu. Kalbim hâlâ bir büyü altındaydı. Olanların ne derece gerçek olduğunu kestiremiyor, güzelliğine deliriyordum.

Biraz sonra bir ıslık sesi kulağıma çalındı. Donghyuck bir şarkının melodisini üflüyordu sessizce. Birkaç saniye sonra aksanı farklı olan o şarkıyı mırıldanmaya başladı. Dili tam dönmüyor, bazı kelimeler ağzında geveleme olarak kalıyor olsa da hâlâ güzeldi. Beynim bu sahneleri hafızama bir bir kazımaktan çekinmiyordu. Bundan memnundum. Bu sahneleri, bu sesi unutmak istemiyorum.

Onun sesinin eşlik ettiği ve ay ışığının kesik kesik üzerimize düştüğü serin gecede yürüdük bir müddet daha. Daha sonra kendimi şaşırtacak bir şey daha yaptım ve konuşmaya başladım.

"Sesin," Emin olamadan cümleye başlarken sıktığım yumruklarımı ceketimin cebinde gizledim. "...gerçekten çok güzel." diye tamamladım. Yüzünde oluşan mütevazi gülümsemeyi görüyordum.

"Teşekkür ederim, seninki de öyle. Gerçekten." Benim itiraz edeceğimi sezmiş olacak ki, hızlıca birkaç kelime daha sokmuştu araya. Güldüm hafifçe ve bakışlarımı kaçırdım.

"Teşekkür ederim."

"Seninle baş başa kalınca hep sessizleşiyoruz. Oysaki birçok ortak noktamız var, değil mi?" Gerginliğimi fark etmesi iyi değildi. Bir şeyler sezebilirdi.

"Evet." Sanırım konuşmak maksadıyla birkaç şey söylemem gerekiyordu.

"O zaman konuşalım." dedim. Biraz düşünmek isterken kafasıyla onayladığını gördüm. Sağ elinde tuttuğu çello kutusunu biraz havaya kaldırdı. Ardından tekrar kolunu serbest bıraktı.

"En büyük hayalin?" derken benim bir anda konuya girmiş olmama şaşıran Donghyuck'u izliyor ve kendime hayret ediyordum. Ama bir süre sonra benden böylesine bir atak beklemediği için irileşmiş olan gözleri yavaşça küçüldü ve yüzünde yumuşayan bir ifade yer edindi.

"Aslında," diye başlarken bir yandan da vereceği cevabı merakla bekliyordum. Bakışları bir saniyeliğine bana değdi. "...bu sana oldukça absürt, çocuksu veya uçuk gelebilir ama;" Omuz silkti, yüzünde naif bir tebessüm vardı. "... doğrusunu söylemek gerekirse en büyük hayalim yurtdışındaki tarihi yerleri gezmek ve orada düzenlenen müzik festivallerine katılmak, sahne alacak şekilde." Tarihi yerleri gezmekten bahsederken bunun neden çocukça veya absürt olduğunu düşünmüştüm çünkü bu neredeyse herkesin istediği bir şeydi. Ama cümleyi bitirişi tamamen beklenmedikti.

Devam edecek gibi olunca sessizliğimi korumayı sürdürdüm. Hayalinden bahseden Donghyuck'u görmek istiyordum.

"Yanımda sevdiğim bir insan olursa özellikle, çok güzel olur. Küçük, eski model bir araba ile festival olacak yerlere gitmek... Bunun oldukça zor ve maliyetinin pahalı olduğunu biliyorum ama bana çok samimi geliyor, ayrıca epeyce de güzel." Yüzündeki ifadeden hayallerinin ona kucak açtığını ve onu derin ama hoş bir çukura çektiğini görebiliyordum. Montelenmiş gibi bir an olsun dudaklarının kenarı aşağı düşmüyordu. Hep o naif ve zarif gülümsemesi yüzünde saltanat sürdürüyordu. Lee Donghyuck, sadece var olmasıyla bile başlı başına bir sanat eseriydi.

wretched // mark.hyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin