Cuma günü okuldan çıkar çıkmaz merkezin yolunu tutmuştum. Şubat ayının son günlerindeydik. Geçen haftaya göre hava ısınmış, karlar erimeye başlamıştı.
Sınav dönemi kapıdaydı. Hem yarışma, hem sınavlar. Nasıl yetiştireceğim konusunda hâlâ sıkıntılarım vardı. Bunun yanı sıra ön eleme videosunu yollamamız için de son günlerdi. Bu da beni oldukça strese sokuyordu.
Düşüncelerim derin bir iç çekmeme sebep olurken merkezin otomatik kapısından içeri girdim. Adımlarım direkt çalıştığımız odaya yönelirken dikkatimi çeken şey bir kitaplıktı. Üzerinde seçkin eserlerin notalarının bulunduğu birkaç kitap vardı. İlerledim ve inceledim. Şu an büyük ihtimalle kimse gelmemişti. Biraz çalışabilirim düşüncesi ile bir tanesini çekip aldım ve odaya ilerledim.
Tahmin ettiğim gibi kimse yoktu. Eşyalarımı bir kenara bıraktıktan sonra piyanonun başına geçtim. Parmaklarımı biraz esnettikten sonra parmaklarımın açılması için sırayla tuşlarda gezdirdim. Kitabı elime aldım. Sayfalara göz gezdirirken bir parçada karar kılmıştım. Aşina olmama rağmen bir kez daha notalara baktım. Ellerim tuşlarda yer edinirken hoş melodi odayı doldurmaya başlamıştı.
Bu parçayı sevmemdeki en büyük etkenlerden birisi ablamdı. Küçükken ablamın katıldığı bir resitale gitmiştim. İlk orada dinlemiştim bu parçayı, ablamın yorumundan. Silik hatıralar aklımda canlanırken parçanın orijinalinden sapmış, ablamın kattığı yorumları tekrarlamıştım. Ablama karşı olan özlemim gün yüzüne çıkmış, gözlerimdeki yaşlarla kendini belli ediyordu.
Bir damlanın beyaz tuşlara düştüğünü gördüm.
Gözyaşlarım yavaşça süzülürken çalmayı bırakmıyordum. Birkaç damladan sonra son notaya sertçe parmağımı vurdum ve ellerimi çektim. Hiç durmadan koşmuşum gibi nefesim düzensiz ve sıktı. Ciğerlerim oksijenle bayram ederken titreyen ellerimle gözlerimi sildim ve ellerimi yüzüme siper edip bir süre yanımdaki duvara yaslanıp dinlendim. Yanaklarımdaki ıslaklık yerini neme bırakırken ellerimi yüzümden çektim ve birkaç kez gözlerimi kırptım. O an açık kapıyı, kapının önünde sessizce beni izleyen Donghyuck'u fark ettim.
Eli kapı kolunda kalmış, gözlerindeki endişe ve hayranlık kırıntıları kendini belli edercesine parlamış, dudakları hafifçe aralanmış.
İkimiz de sessizce birbirimizin gözlerinde boğulduk. Gözlerinin parıltısı kalbimi sıcacık sarmışken kendimi tutamadım. Hızla birkaç damla gözyaşı tekrar firar etti. Bakışlarımı kaçırırken sessizce iç çekiyor, arada hıçkırıyordum.
Bir şeylerin yeni farkına varmış gibi koşarak yanıma geldi. Eşyalarını hızla kenara koydu ve yanıma oturdu.
"Minhyung," Fısıldadı. Yavaşça bakışlarım ona kayarken içten içe birisinin önünde ağladığım için sinirleniyordum. Eli yanağıma gitti. Gözaltımı sildi yavaşça. Ardından hafifçe yanağıma güç uygulayarak başımı omzuna yasladı.
"Ne zamandır oradaydın?" diye sordum sessizce.
"Aslında," diye başladı çekingence. "Gam çalışmaya başladığından beri. Dikkatini dağıtmak istemedim, özür dilerim." diye mırıldandı.
"Sorun yok." dedim ben de. Omzu fena rahattı. Ayrıca parfümü çok güzel kokuyordu. Kalbim heyecanla tir tir titriyordu. Başından beri beni izliyor oluşu beni germek yerine gururumu okşamıştı.
"Çok güzel çaldın." dedi gülümseyerek. Gülümseyen yüzüne en yakından tanıklık etmek soluklarımı bozdu.
"Teşekkür ederim." diye mırıldandım. Dilim birkaç kez kaymıştı. Kıkırdadı. Hareket eden omzundan ötürü kazağı yanağımı gıdıkladı.
"Sakıncası yoksa, neden ağladığını sorabilir miyim?" dedi. Çekingenliği yerli yerindeydi. Titreyen bir nefes bıraktım sıcak atmosfere.
"Bu parçayı, ben küçükken ablam çalmıştı bir resitalde. Senelerdir ablamı görmüyorum. Aklıma o geldi." Gözlerim tekrar dolmuştu. "Bu parça ile piyano çalmaya karar vermiştim. Ablam en büyük destekçimdi." Yanaklarıma süzülmek için can atan bir damlayı sildim yavaşça. "Onu çok özledim." diyebildim sadece. Donghyuck'un bir kolu omzumda yer edinirken nefesim kesildi. Diğer kolu da bana dönmesiyle diğer omzumu kavramış, boynuma sarılmıştı.
"Ablan seninle gurur duyuyor olmalı." dedi yüzündeki tebessümle. Titreyen ellerimle beline sarıldım. Başım tekrar omzuna düşerken gözyaşlarım kazağını ıslatmıştı.
Bir süre öyle kaldık. Ben birkaç damla tuzlu suyu gözlerimden atarken o da omzumu okşadı. Sıcaklığı etrafımı çepeçevre sararken nemli yüzüm kurudu. Yavaşça başımı kaldırdım.
"Teşekkür ederim." diye mırıldandım başımı yana eğerek. Gülümsedi ve ayağa kalktı.
"Haydi şu parçayı bir de ikimiz çalalım. Chaeyeong abla geç gelecekmiş." Eğilip çellosunu çıkarırken burnumu çektim ve onu onayladım. Eşlik notalarının olduğu sayfayı açtım.
"Por Una Cabeza." diye mırıldandı gülümseyerek. Tellerin akorunu kontrol ettikten sonra parmakları tellerde yer edindi. Ardından bana baktı ve kafa salladı. Ses vereceğim an "Bir saniye!" diyerek telefonunu çıkardı ve kamerayı açtı. İkimizi de gören masaya arkasına çello kutusunu koyarak yasladı. Kaydı başlattıktan sonra yerine tekrar oturdu. Gerilmiştim.
Başıyla işaret verdikten sonra ilk sese bastım ve ardından odayı çellonun temiz tiz notaları doldurmaya başladı.
(dinlemelisinizz)
Bir kulağım onda, ellerim tuşlara basmak için hazır. Tiz çello sesine arada karışan piyano sesi. İlk çalışımız olmasına rağmen öylesine uyumluydu ki müziğimiz, hayran kalmıştım. Bunun yanı sıra yüzümde mutlu bir tebessüm vardı. Sırayla birbirimize eşlik ediyorduk. Bazen o susuyor, bazen de ben. Bazen de birlikte çalıyoruz. Sanki sürekli birlikte çalmışız gibi. Hayran olunası bir ahenk dört bir yanımızı sarmış. Kamera her şeyi an ve an kaydediyor. Oysaki ben kayıt edilirken çalamazdım. Bunun da şaşkınlığı vardı biraz.
Piyano susarken Donghyuck'u izliyordum. Çalarken ki mimiklerini tekrar aklıma kazıyordum. Piyano tekrar devreye giriyordu. Hoş melodi odada yankı yapıyor. İkimizin de suratında keyif alan, memnun birer gülümseme vardı.
Notalar duvara çarpıp tekrar bize dönerken parça, yavaşça sonlanıyordu. Son kısmı çaldık aynı anda. İki vuruş bekledik ikimiz de. Ardından yayı yavaşça yere indirdi ve bana döndü.
"Çok güzel oldu!" Heyecanla ellerini çırpınca gülümsedim.
"Bence de." Ayağa kalktı ve telefonu alıp kaydı durdurdu.
"Sana akşam yollasam olur mu? Şarjım bitmek üzere."
"Olur, sorun değil." Oturduğu koltuğa yaslandı ve bana döndü.
"Bizden iyi bir ikili oldu, baksana." Güldü. Ben de güldüm. İyi bir ekip olmuştuk.
O gün, Chaeyeong abla gelene kadar sohbet ettik ve bol bol güldük. Donghyuck gelmeden önceki üzüntüm yok olmuştu. Kendimi iyi hissediyordum.
Ve o gün, bir şeyler kafamda oturmaya başlamıştı.
Donghyuck'a olan duygularım gibi.
tekrar okurken fark ettim de, bölüm boş olmuş biraz. geçiş bölümü deyip kurtulabilir miyim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
wretched // mark.hyuck
FanficSen ısrarla gözlerini kaçırırken ben çoktan onlara tutulmuştum bile. * Lee Minhyung yaşıtları gibi deli dolu bir hayattan ziyade beklemeyi tercih ediyordu. Gerçekler için bekliyordu. Ve bu gerçek, çok ani bir şekilde hayatına dahil olmuştu. Minhyun...