Yeni bir bölümde hepinize tekrar merhaba. Çoğunuzun bildiği üzere geçen hafta sizlere 'yeni kitap' yazma fikrini sunmuştum. Özetlemek gerekirse yazmayı planladığım bu kitap bir kurgu kitabından çok bikgi kitabı olacak. Kısaca NASA, 51. Bölge ve bunun gibi gizemli teşkilatların hepinize söylediği yalanları su yüzüne çıkaracağız. (Umarım bunun için beni gelecekte NASA'dan kovmazlar😐) kitap hakkında genel bir bilgi edinmek için profilimden konuşmalar bölümüne tıklayabilir ve gönderdiğim iletiye bakabilirsiniz. Oy birliyi ile kitaba başlayacağım. Görüş ve düşüncelerinizi bekliyorum.
Teşekkür ederim💙💚💛💜X X X
Acaba Charles şu anda ne yapıyor... öğrenmenin tek bir yolu var.
Açıkçası bu şeyi nasıl kullanacağımı bilmiyorum. İşim tamamen doğaçlamaya kaldı. Bu sık yapmadığım bir şey değil.
Saate odaklandım. Herşey iyi gidiyor. "Bana Charles'ı göster"
Yanarak ölsem daha az canım acırdı. Ve kıyamet koptu...
Sallanıyordum... aslında sallanan saraydı. Kos koca saray lömbür lömbür sallanıyordu. Birsürü iğne vicuduma saplanırken yırtılmak üzere olan ağzımı kapayamıyordum. Kafam ayaklarıma kadar indi ve belimden bir kırılma sesi geldi. Çığlıklarımı ben bile duyamıyordum.
Açıkçası yazarın bunu kağıda nasıl döktüğünü bilmiyorum.
Saatin zinciri beni tavana yapıştırdı. Ben ortadan ikiye ayrılmada önce odaya iki kişi girdi.
İçlerinden sadece Albert'ı seçebildim. Saati yerden aldığı zaman bahsettiyim sahne gerçekleşti... saatin zinciri beni kesti...
Yerdeki herşey üzerime yaklaşınca ağrılarım son buldu. Çünkü düşmüş ve bayılmıştım. Bilmiyorum belkide ölmüşümdür.
Hatırladığım son şey Mia'nın kapıdaki muhafızları ezerek geçip:
"Benimle kal." demesiydi..
X X X
Ne kadar güzel bir oda...
Gözlerimi açtığımda tamamen beyaz bir odadaydım. Vicudumun hiçbir yerinde yara yoktu. Ama ben genede karnıma bakmayı imal etmedim. Üzerimde aynı pijamalarım vardı. Ama artık kanlı değildi.
Odanın etrafı tablolarla doluydu. Bu tablolarda efsane bir resim işçiliğiyle çizilmiş insan resimleri vardı. Bunlar çok güçlü ve çok kararlı gözüken erkeklerdi. Benden önceki saray hükümdarları olmalıydı. Fark ettimde hepsi bende katça büyük ve erkekti. Hiç kız yoktu. Odanın ortasında ve en büyük tabloda ise onun resmi vardı. URANOS'un...
Tablonun altında. "Hepimizin babası" yazıyordu. Fakat bu hiçbir şeyi açıklamazdı.
Sonra gözüme birisi ilişti. Bir kız. Yeni bir tablo yapıyordu. İlk başta içime bir ürperti girdi. Kırmızı beyaz pijamalar giymiş bu kıza arkadan yaklaştım. Henüz tam bitmemiş bir tablo yapsada resimdekini çıkarabildim. Bu bendim! Benim resmimi yapıyordu. Onun omzuna dokunup kendime doğru çekince pijamasındaki kırmızılıkların aslında kan olduğunu ve o resmi yapanın ben olduğumu anladım...
Bu bendim. Benim asıl halim. Karnı bin defa sansürlenmesi gerekecek derecede kesilmiş ve boğazında boğulduğuna dair izler olan ben!
Boynundaki saat hâlâ ordaydı. Eğer saat ondaysa bendede olmalıydı...
Elim acilen boynuma gitti. Ama hayır saat orda deyildi. Derin bir oh çekmeye hazırlanırken saatin büyük versiyonunun karşımda asılı olduğunu fark ettim. Saatin saniyesi her attığında kalbim yerinden çıkmaya hazırlanıyordu. Etrafımızdaki herşey karanlığa karışıyordu. Yaralı bende yok olmadan önce konuşmaya başladı:
"Taht zamanı... prenses"
X X X
"HAYIR... BENDEN UZAK DUR!"
"Diana."
Bu Isabella'ydı. Gözlerimden yaşlar akarken ona sarıldım. Hıçkırırken konuşmak zor oluyordu.
Beni şifahaneye getirmişlerdi.
"Özür dilerim... ben nasıl kullanıldığını bilmiyordum... ben..."
"Önemli değil Diana. Herşeyi biliyoruz. Biz her şeyi biliyoruz... Albert seninle konuşmak istiyor. Açıkçası herkes seninle konuşmak istiyor."
"Kimseyi öldürdüm mü?"
"Hayır. Kimse zarar görmedi."
Yalan söylüyordu. Bana bakarken cadılık sınıfından olan 11 yaşındaki bir kızın enkaz altında kaldığını ve bacaklarının felç olduğunu söylüyordu. Fakat bunları söylerken ağzı bir milim bile oynamamıştı. Sanki zihin yoluyla bağlantı kurmuşuz gibi. Bunu hiç sorgulamadım.
"Yalan söylüyorsun..."
O kadar alçak konuşmuştum ki duyamamıştı.
"Efendim?"
"YALAN SÖYLÜYORSUN. O KIZ FELÇ KALDI. BENİM SUÇUMDU. LANET OLASI NEFSİM YÜZÜNDEN!"
Ekleri titredi. Zorlukla yutkundu.
"Neden bahsettiyini bilmiyorum." Dedi ve ayağa fırladı. O dışarı çıkarken yaralarım ortadan kaybolduğunu ve gövdemle ayaklarımının hâlâ bir bütün olduğunu gördüm.
Odadan çıkarken bana attığı bakış sayesinde bunların onun eseri olduğunu anladım.
Albert içeri girmek üzereyken Isabella onu kolundan tuttu.
"Giderek güçleniyor. Az önce aklımı okudu. Lissa'nın felç kaldığını anladı. Savaşa çok az kaldığı hâlde taç giyme törenine bile katılmadı.
"Bu işi hallettim. Yarın resmi olarak taç giyme töreni yapılacak."
"Sadece merakımdan soruyorum. Onun için hazırladığın kutuda ne var?"
"Büyük babasının eşyaları: rüya tılsımı, uçan süpürgesi, sihirli asası ve bunun gibi şeyler... ona sadece rüya tılsımını vereceğim."
"Daha ne yapıcak?"
"Telekinezi ve telepati güçleri var."
"Tanrı aşkına. Yöneticilerin en küçüğüne en zor güçlermi verilir?"
Albert odaya doğru ilerlerken düşünceliydi.
Kapı açılınca gelenin Albert olduğunu görünce çok mutlu oldum. Ayağı güçlükle kalktım. Ona doğru düşe kalka ilerlemeye başladım. Aklıma bebekliyim geldi. Babama doğru attığım ilk adımlar... tam düşmek üzereyken güçlü kollarıyla beni kurtarışı. Albert beni kollarına sararken göz yaşlarıma engel olamadım.
"Ölmeme izin verme baba!"
X X X
O gece bana herşeyi anlattı. Güçlerimi... başkalarının zihinlerini okuyup zihin gücüyle bir şeyleri hareket ettirdiyimi. Uranos'un bana, ama sadece bana miras bıraktığı o sandığı... İçindekilerini... yarınki taç giyme törenimi... ve başkalarının rüyalarına girmemi sağlayan o tılsımı...
Az evel rüyama giren o kişinin aslında kılık deyiştirmiş REX olduğunu...
Vote ve yorumlarınızı bekliyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökyüzündeki Krallık
Ficção CientíficaHiçbir şeyden habersiz sıradan bir kız, nerden bilicek Uranos'un varisi olduğunu... Asırların en küçük ve ilk kız yöneticisi krallığı ayakta tutabilecek mi? Hadi hep beraber öğrenelim...