Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm kişinin Zeynep olmasını beklerken, Savaşın karşımda durması garipti.
Ben evde bayılmamış mıydım? Benim iş yerinde ne işim vardı o zaman? Yeşil gözleri gözlerime dokunuyordu, sanki bakışları Savaşa özdü. Kimse öyle bakamazdı onun gibi. Ayna önünde saatlerce çalışsaydım, yinede onun gibi bakamazdım. Vücudumda ağrı hiss etmiyor gibiydim. Ölmüş müydüm yoksa? Bu muydu ölüm dedikleri? Hissizleşmek miydi? Öyleyse o zaman çoğu insan bu dünyada, canlı bedenlerinde ölü ruhlarını yaşatmaya çalışıyordu. Bunu fark eden neden kimse yoktu o zaman? Herkes inat gözlerini kapatıyor gibi, acı gerçeklere herkes kör olmak ister gibi.Savaş bana yaklaştıkça benim kalbimin atışları yerinden zıplıyordu. Tam karşımda durup bana gülümsüyordu, hemde tüm samimiyetiyle. Üstelik sırıtarak göz kırpınca, işte emindim.
Kesin ölmüştüm! Ciddi bakışlarından eser kalmamıştı adamın. Karşımda ki cidden Savaş mıydı? Yada kafayı mı yiyordum sonunda?"Savaş bey?"
Bana biraz daha yakınlaşıp, ellini yavaşça kaldırdığında, eline odaklanıp ne yapmaya çalıştığını çözmeye çalışıyordum. Kalbimin ritmi duyulmasından endişeliydim.
Bakışları beni hipnotize ederken, yanağımı elliyle okşuyordu. Gözleri yıldız gibi parlıyordu. Geri çekilmedim, çekilemedim. Belkide içten içe çekilmek istemiyordum, bilmiyorum. Donup kalmıştım, ellinin sıcaklığını yanağımda hiss ederek. Bu duyguya, buna huzur mu deniyordu? Daha önce hiç tatmadığım bir hiss di.Dudakları dudaklarıma yakın bir şekilde karşı karşıya dururken, nefesini hiss edebiliyordum. İçimi ısıtıyordu tek bir bakışıyla. Gözlerimi kapattım. Dahada yakınlaştı. Ruhuma nazikçe dokunan sesiyle kulağıma fısıldıyordu.
"Uyan Rüveyda, lütfen ... sana ihtiyacım var."
***
Gözlerimi yavaşça açtığımda ilk gördüğüm kişi hastane odasında, yatağımın yanında duran Zeynep ve Emre olunca kafam tamamen karışmıştı. Demin gördüğüm de neydi öyle? Rüya mı görmüştüm? Eğer rüyaysa tekrar uyumak istiyordum. Gözlerimi ovalarken, uyanık yada uyanık olmadığımı çözmeye çalışıyordum.
Emre "Uyandı!" diye sevinirken Zeynep "Kuzum nasıl hiss ediyorsun kendini?" diye soruyordu endişeyle.
"Yorgun." diyip derin nefes almıştım, tavana bakıyordum öylece."O kadar da olsun cadı." dedi Emre moralimi düzeltmeye çalışarak. Moral denen bir şey açıkcası bende kalmamıştı. Ölmemiştim ve aslında sevinmem gerekiyordu. Bunu düşünürken, aklıma birden söyleyemediklerim gelmişti.
"İkinizi de çok seviyorum, bunu asla unutmayın." dedim dolan gözlerimle.
"Bizde seni çok seviyoruz." diyip biri sag, öbürü de sol yanağıma öpücük kondurmuştu. Onlar baya ailemdi. Doktor bu sefer odaya girince merakla diceklerini dinliyorduk.
"Rüveyda hanım Size kanser semptomlarını yavaşlatan bir iğne yaptık. Durumunuz maalesef çok ciddi. İlaçlarınızı devam kullanmanız gerek, sakın aksatmayınız. Sizi bir süre kontrol altında tutmak istiyoruz. Geçmiş olsun tekrar." diyip teşekkür ettiğimden sonra odadan çıktı.
En azından yaşıyordum degil mi? Başka ne isteye bilirdim ki şuan? Sadece soru şu ki; ne kadar yaşayacaktım? Ölüm anlık gelen bir şey değil miydi? Boşuna ölümlü dünya, kalp kırmayın denmiyor muydu? Düşünüyorum da kalp kıran herkes mutluydu, kalp kırmakla kazandıgım mutluluğum olacağına, ömür boyu mutsuz olmayı tercih ederdim. Kırılan kalp tamir edinemezdi çünkü, bunu bilmiyorlardı oysaki. Bilmeyenler bilselerdi umursarlar mıydı peki? Sanmıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VAZGEÇİLEN AŞK [tamamlandı]
RomanceAşka hiç inancı olmayan birinin, gerçek aşkını bulduğu halde, zorla vazgeçilişini anlatan bir hikaye. Eğer seni heyecanla hayattan koparan bir hikaye arıyorsan, tam yerindesin. Hoşgeldin.