Nereye istersem götüreceğim kadar güveniyordu bana. Nereye gideceğimizi bilmeden gözü kapalı geliyordu benimle. Korkmuyordu. O'na zarar vereceğime inanamıyordu.En büyük zararı ben verdim.
Eski kültürlü evlerin önünden geçtiğimizde Ten hayranlığını gizleyemiyordu. Camda gördüğü yaşlı çiftler hoşuna gidiyordu. Bütün evler kutu gibi küçüktü.
Pembe, çiçeklerle süslü evin önünde durdu.
"Üç dediğimde kaçacağız."
Cevap vermemi beklemeden harekete geçti. Zile ritim tutturup alacaklı gibi çaldıktan sonra "Üç" diyerek arkasında şaşkın bir ben bırakarak kaçtı. Geri dönerek beni de yanında çekip kaçmaya devam etti.Bir evin önünde daha durduk. Aynısını yapmam için yüzüme baktı.
"5 dediğimde kaçacağız."Oflayarak gözlerini kaçırdı.
"Uzatmaya ne gerek var?""1... 3... 6... 2... 8..."
5 dememi bekledi. Basamayacağımı anladığında kendisi basıp koşturdu.Soluk soluğa kaldık. Nefeslenmek için herhangi bir yerde durduk. Çocuk bağırışları duyunca kafamı kaldırıp baktım. Futbol oynuyorlardı. Tam ortasında durup bölmüştük. Doğruldum ve bize bağıran çocuğa baktım.
"Atışmaya ne dersiniz? Ama sen hangi takımdaysan karşı takımda olacağım.Ten hyung sizinle, ben ise karşı takımda."
Anında kabul etmişti. Hatta büyüklerle oynayacaklar diye sevinmişlerdi de.Ten çocukların hepsini seviyordu ve muhabbet ediyordu ben o çocukla orada atışırken.
Kimin önce başlayacağını sorduğumda bir yöntem gösterdiler. İsim söylüyor, hecesi kadar adım atıyormuşuz sırayla. İlk diğerinin ayağına basan kazanıyormuş. Şu işe bak, ben Ten'in ayağına basmaya kıyamazdım ki...
İsimleri söyleye söyleye yakınlaşmıştık. Adım adım. Tıpkı aramızda oluşan aşk gibi.
Son bir adım kalmıştı. Her şekilde kazanıyordum yarışı. Fakat ismi söylemeden önce Ten'e söylemek istediğim başka şeyler vardı.Kaybedeceğini anladığından alt dudağı aşağıya doğru kıvrılmıştı. Burnunun ucu her zamanki parlaklığıyla gözler önündeydi. Pürüzsüz cildi de öyle.
Çenesini tutup gözlerimin içine bakacağı açıda kaldırdım. Ellerini ellerimin arasına aldım.
"Her saniye azalan bir ömrün aksine, her saniye artan sevgimle yaklaşıyorum sana. Geri çevirmen beni uçurumdan aşağı sürüklemekle eş değer. Süslü, boyalı cümleler kuramam belki, duygu yüklü sözcükler tüketemem fazla. Fakat zaten 'seni seviyorum' kelimesi oldukça süslü, oldukça boyalı, oldukça duygu yüklü değil mi? Başka söze gerek kalıyor mu? Hangi dilde olursa olsun bir araya gelerek birbirini tamamlayan en mükemmel, birbirine en çok yakışan, en sıcak iki kelime.
Seni seviyorum, bayım."Çocukların bağırışlarının aynısından Ten'in içinde de yaşadığına emindim. Ya da bir yerlere çıkıp 'sonunda be' diye ötmek istediğine emindim. Belki de tam tersi, beni istemiyordur, bir daha yüzüme bakmayacaktır, diye geçiriyordum içimden. Korkuyordum ya. Çok.
"Hani senden bir dilek isteme hakkım vardı ya. Ne olursa olsun yapacaktın. Seni şimdi öpmeme izin vermeni istiyorum, Chittaphon."
Yüzündeki iğrenme dolu bakışları vereceğine öldürseydi, canım daha az yanardı. Konuşmasından korktum. Anlamıştım diyeceği şeyi. Konuşmasını, dile getirmesini istemedim. İlk defa o aşık olduğum sesi duymak istemedim.
"İstemiyorum."
Türlü türlü duygular içimde savaş çıkarmıştı. Başımı duvara vura vura ölmek istedim. Gözlerimden intihar eden yaşı tutmak mümkün değildi.
![](https://img.wattpad.com/cover/145177804-288-k962601.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızıla Boyalı Yalan Lekeleri •taeten
Fanfiction"Ten'i sana yeni yaş hediyem olarak kabul et, oğlum." Kalbimden boğazıma geçen acı tadı yutkunmaya çalıştım. Gözlerimin dolduğunu belli etmem zayıf biriymişim gibi gözükmeme neden oluyordu. Ama elimde değildi. "Hediyen için teşekkür ederim, Bay Lee...