Kapının sesi beyninde yankı yaparken, yağmurun düşme sesi kalbine düşüyormuş gibi orada ağırlık yapıyordu. Şakaklarındaki korkunç ağrı, beyninde bir insanın öldüğünde kalp atışının attığı sesi yankılandırıyordu. Yorgunluktan şişen gözlerini aralamaya çalışırken hiç hoş olmayan kokular burnuna dolmaya başladı. Doğrulmaya çalışırken vücudunun her zerresine sancılar giriyordu. Sancıya dayanamayarak kendini saldı ve geri yattı. Bakışları netleşmeye başlarken etrafına göz gezdirdi.Beyaz bir hastane yatağının üzerinde uzanıyordu. Üzerindeki kıyafeti kaldırarak baktı. Vücudunun belirli yerlerini kaplayan beyaz sargı bezlerini görebiliyordu. Kollarına takılı bir sürü kablo vardı. Yan tarafında kalp atışlarını gösteren ve sesini yankılatan cihaz mevcuttu. Kalp atışları beynine silah sesi gibi geliyordu.
Gözlerini beyaz tavana dikerek kendine gelmeye çalıştı. Her şey gözünün önünde, o beyaz tavanda yeniden beliriyor, tekrar tekrar yaşatıyordu.
Kulağına dolan ses ile tüm görüntüler duman olup gitti. Düşünemez hâle gelmiş, hatta bütün algıları donmuştu. Kafayı yediğini düşünerek şakaklarını ovmaya başladı. Başıyla birlikte kalbine de ağrı girmişti ve her yeri uyuşmuştu.
Giren sancılara rağmen doğrulmaya çalıştı. Dünyadaki bütün canlılar aynı anda konuşsa, bu ince miyavlama sesini hepsinin içinden ayırt edebilirdi. Bu sesin sahibi Olinda'ydı.
Delirdiğini hissediyordu. Çünkü bu galipten geldiğini düşündüğü sesler, şimdi de bir görüntü oluşturuyordu. Hana koltukta otururken arkasını dönmüş, montuyla bir şeyi gizliyor ve onunla konuşuyordu.
"Miyavlama, Olinda. Zaten almıyorlar seni hastaneye biliyorsun. Gizli gizli sokuyorum. Miyavlayarak adres vermesene."
Taeyong gözyaşları düşerken kafasını iki yana salladı ve görüntünün uçup gitmesini bekledi. Ama gitmedi. Hâlâ biri fısıldıyor, diğeri de kısık sesle miyavlayarak karşılık veriyordu. O kadar özlemişti ki, bir hayal bile olsa hiç bozmadan oturup saatlerce izlemek isterdi. Ama ya gerçektiyse? Düşüncesi bile içini yakıp kavururken korkarak seslendi.
"Prenses?"
Sesi havaya karışırken, duyar duymaz başını kaldırdı Hana.
"Benim duyduğum sesi sen de duyuyor musun, Olinda? Yoksa delirdim mi?"
Tekrar seslendiğinde uzun süre sessizlik oldu. O da tıpkı abisi gibi korkuyordu. Ya döndüğünde hâlâ yatakta ölmeyi bekleyen, soğuk bir bedenle karşılaşırsa nasıl dayanırdı minik bedeni?
Yavaşça ayaklanırken kucağındaki kediyle birlikte abisine döndü. Uyandığını görünce gözyaşı saniyeler içerisinde gözlerinden süzülmüş, elleri gücünü kaybetmiş, kucağındaki Olinda'yı taşıyamayarak yere düşürmüştü.
"Oppa!!"
Sadece bir kelime dökülmüştü dudaklarının arasından. Ama bir kelime o kadar duygu barındıran bir sesle çıkmıştı ki dışarı... Kısılıp alçalmış, titremişti ses telleri.
Koşarak abisinin üzerine atladı. Hıçkırıkları bile dışarı çığlık gibi çıkıyordu. O kadar sıkı sarılıyordu ki, boğarak öldürebilirdi. Sanki bıraksa abisi tekrar bayılıp aylarca o yatakta ruhu bedeninden çıkmayı bekler diye düşünüyordu. Korkuyordu ve bırakamıyordu.
Aynı şekilde Taeyong da öyle. Sanki bıraksa toz duman olup hepsi yok olacak, yine tek başına kalacakmış gibi düşünüyordu. Tüm acılarını unutmuş, minik bedeni tamamen sarmalamıştı. Hıçkırıklarını içine tıkabilse de gözyaşlarını serbest bıraktı. Kokusunu içine çekerek boynunu öptü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızıla Boyalı Yalan Lekeleri •taeten
Fanfic"Ten'i sana yeni yaş hediyem olarak kabul et, oğlum." Kalbimden boğazıma geçen acı tadı yutkunmaya çalıştım. Gözlerimin dolduğunu belli etmem zayıf biriymişim gibi gözükmeme neden oluyordu. Ama elimde değildi. "Hediyen için teşekkür ederim, Bay Lee...