Kanla boyanmış hayatlar, hapsolmuş bedenlerin kül kokusunu taşımakta...
Sürgün yemiş karanlık bir ruh, birbiri ardına sıralanmış cesetleri sarmalıyor...
İfadesiz, soğuk suretler,anlatıyor aslında gerçekleri...
Hakikat mi yoksa rüya mı? Kim bilebilir...***
Gri karanlık her yerdeydi! Ellerimle sisi dağıtmaya çalıştım. Ayaklarıma bir şeyler batıyordu. Sis biraz dağıldığında etrafıma baktım. Kaşlarım çatılmıştı. Orman mı? Benim burada ne işim vardı ki? Ben... Ben az önce odamda değil miydim? Yorgunluk başıma vurmuştu herhalde. Ben evim diye başka bir yere mi gelmiştim acaba? Ya da yine o tuhaf rüyalardan birini görüyordum. Kafamda bin tane soru dolanırken sis biraz daha dağılmış, yerini batmaya yüz tutmuş güneş ışığına bırakmıştı. Hayır yanılmıyordum. Ormandaydım. Aşağıya baktım. Evet ormandaydım. Hem de yalın ayak. Halime gülsem mi ağlasam mı bilememiştim.
Başımı iki yana sallayıp toparlanmaya çalıştım. Kendi başıma yalın ayak ormanın ortasına gelecek kadar delirmediğime göre, biri tarafından getirildiğim barizdi. Sakin olup mantıklı düşünmeye çalıştım. Evet, kesinlikle mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Birileri olup olmadığını anlamak için ileriye doğru yürümeye başladım. Sis henüz tamamen dağılmamıştı bu yüzden adımlarımı dikkatli atmaya özen gösteriyordum. Bir yandan da dikkatliydim. Sonuçta neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Hoş, bilsem bile kendimi nasıl savunacaktım ki? Düşüncelerimden metal ve pas kokusunun ağır basması ile sıyrıldım. Gerçekten oldukça kötü bir kokuydu. Ben yaklaştıkça daha da çok artıyordu. Ama içlerinden bir koku daha baskın geliyordu. Dikkatli kokladım ve kalakaldım. Kan! Kan kokusuydu bu! Huzursuzlanan kalbimi sakinleştirmeye çalışıp ilerlemeye devam ettim. Ayağıma çarpan bir şeyle durdum. Ne olduğuna bakmak için eğildiğimde gördüğüm şeyle kaskatı kesildim. Bir adam, yerde kanlar içinde yatıyordu! Nefesim kesilmişti sanki. Etrafa daha dikkatli baktım. Gözlerim kocaman olmuştu. Artık kalbimin sesinden düşüncelerimi duyamıyordum. Yer de yüzlerce ceset vardı! Sesli sesli nefesler almaya başladım. Kendimi biraz toparlayınca boş olan bir yere geçtim. Burası nasıl bir yerdi böyle? Bu insanlara neler olmuştu? Kim yapmıştı? Neden buradalardı? En önemlisi benim burada ne işim vardı?
"Kafanın karışık olduğunu biliyorum, Katie. Buraya bunun için geldin."
Duyduğum sesle yerimden sıçrasam da sesin geldiği yere döndüm. Silüet? Söylediklerini aklımda tekrarladım.
Buraya bunun için geldin...
Kafayı yemediğime sevinemiyordum bile! Silüet yine karşıma çıkmıştı ve beni yine bir labirentin içine sokmuştu. Biraz yaklaştı.
"Beni neden buraya getirdin? Benden ne istiyorsun? Neden sürekli etrafımdansın? Neden beni huzursuz ediyorsun? Ve en önemlisi, bu insanlara ne oldu?"
Silüet gayet ciddiydi.
"Tahmin ettiğimden daha çok kafan karışık. Ama zaten bunun için buraya geldin. Bugün sorduğun bütün soruların cevabını vereceğim."
Tereddütle kaşlarımı çattım.
"Sana neden güveneyim ki?"
Omuz silkti. Ne kadar da rahattı!
"Başka çaren yok."
Kaşlarımı daha da çattım. Beni köşeye sıkıştırmıştı! Bundan nefret ediyordum.
"Seni dinliyorum."
Memnun olmuş gibi başını salladı ve daha çok yaklaştı.
"İlk sorunu zaten yanıtlamıştım. İkinci ve üçüncü soru ise; seni bugüne alıştırmak içindi. Artık bir şeyleri öğrenmenin vakti geldi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANLI SİLÜET
VampireKanla boyanmış hayatlar, hapsolmuş bedenlerin kül kokusunu taşımakta... Sürgün yemiş karanlık bir ruh, birbiri ardına sıralanmış cesetleri sarmalıyor... İfadesiz, soğuk suretler, anlatıyor aslında gerçekleri... Hakikat mi yoksa rüya mı? Kim bilebili...