Evleneli henüz bir yıl olmuştu. Eni enine,boyu boyuna uygun bir 'libas' giydirmişti gönlüne;ince dokunuşlar ve derin teşekkürler sonucu... Daha doğrusu öyle olacağını ummuştu. Ne var ki günden güne bu kanaati güç kaybediyor,umudu cılızlaşıyordu. Kocası kötü biri değildi. Sandığının aksine de gelişmiyordu evlilik hayatı. Ancak eşinin bir takım noktalarda fazla hassas davrandığını düşünüyordu. Ve bu durum günden güne belirginleşen bir hayal kırıklığına uğratmıştı genç kadını..
Kocasının bu nevi yaklaşımlarını nasıl okuması,neyle isimlendirmesi gerektiğini bilmiyordu. Hâliyle anlam da veremiyor;kimselerle paylaşmıyor,içine atıp duruyordu. Böylesi anlarda tek tesellisi,gözyaşlarıyla ıslanan secdelerdi... Sığınağı;gönlünü,hüznünü sunduğu gecelerdi. Medetgahı;secdelerinde,gecelerin de yaratıcısı olan Rabbil Âlemin'di..
Yüreğine çöreklenen bir gam vardı ki yüzüne hüznü oturtmuştu.. "Neden" diye soruyordu kendi kendine. "Neden kocam bu kadar kıskanç!Buna sebep olacak ne yaptım ben?Bu kıskançlık değilse ne ozaman?"
Çoğu kez kocasının onu sakınması hoşuna gitmiyor değildi. Böylesi durumlarda sevildiğini ve önemsendiğini daha güçlü hissediyordu. Ancak yer yer abartılı buluyor;bu zamanlarda eşiyle arasında sözsüz ve sessiz bir tartışma başlıyor,sonucunda ise aklına sorular gözlerine ise yaşlar hücum ediyordu.
Yoksa kocası kendisine güvenmiyor muydu? Kendisinin değil de başkalarının bakış açısına ve yaklaşımına mı önem veriyordu. Onun sadakati kem gözlerin dumuruna galebe çalacak hüviyette değil miydi kocasına göre? Büründüğü tesettürün nesi eksikti ki!
Evet,öyle anlar oluyordu ki tesettüründen şüpheye düşüyor;onu layıkıyla kuşanamadığını düşünüyordu. Zira son dönemlerde yaşadığı bir olay bu vehmini kuvvetlendirmişti..
Eşiyle gezmeye çıkmışlardı. Her zaman ki gibi geniş ve koyu renkli tesettürüne bürünmüştü. Güzel geçeceğine inandığı bir kır gezisiydi planladıkları. Zaten eşiyle olduktan sonra her yer ve her şey güzel geliyordu ona. Hele de beraberce uzun uzun yürümek,konuşmak ve tefekkür etmek..
Özel araçları yoktu. Gitmeyi planladıkları yer ise şehir merkezine epey uzaktı ve toplu taşıma aracını kullanmak zorunda kalmışlardı. Her zaman ki gibi pencere önünü seçmişti genç kadın. Kocası da hemen yanında oturmuştu. Çevresinde birileri olunca dikkat ederdi;sesini olabilecek en kısık seviyede tutardı. Lakin yüzü açıkta olduğu için mimikleri,jestleri ister istemez belli oluyor;nasıl bir ruh hali yaşadığını ve az çok neler konuştuğunu açığa vuruyordu..
Yol kenarında gözüne minik bir kedi ilişmişti. Kedileri de pek severdi. Birden çocukluğunun en güzel anlarında bulmuştu kendini! "Biliyor musun? Benim de bir kedim vardı. İsmini rengin koymuştum. Ah ne çok severdim onu..."
Ve yine aynı tablo... Ne zaman gönülden bir yaklaşımla eşiyle bir şeyler paylaşmak istese,yüzü gülse; tam aksine kocasının suratı asılıyor,çehresi ve tutumları kızgınlık karışımı bir ciddiyete bürünüyordu.
Yine ne yaptım ki,diye düşünüyordu genç kadın. Kocasının tavrı neden bir anda katılaşmıştı. Her dışarı çıktıklarında neden böyle olurdu sahi? Zira evdelerken veya yalnızlarken keyiflerine gölge düşürmüyordu hiçbir şey..Ancak çevrede tek bir yabancı(namahremi)bile olsa ansızın kara bir gölge abanabiliyordu üzerlerine.. Oysa dikkatliydi genç kadın. Yabancı nazarları üzerine çekecek gayri islami bir giyimi ve lakayt hareketi yoktu. Şu halde neden kızıyordu kocası. Neyeydi bu tavrı? Ne yani hiç mi gülümsemese;yüzüne iç dünyasını hiç mi yansıtmasaydı. Bu imkansızdı!
Başkalarının ne düşündüğünün ne önemi vardı sahi? Bir bayan kendini muhafaza ettikten sonra gayet tabi olan insani tavırları,kendiliğinden görünen ziynetleri-yüzü,mimikleri-birilerinin ilgisini çekiyorsa;bu durum kadına vebal olur muydu? Peki ya bir robot misali duygusuz kalsa herşey hallolacak mıydı. Zira kocası çoğu kez ima yoluyla zaman zamanda net bir ifadeyle ile yüzünü örtmesini istediğini belirtmişti.. Kendisi ise buna pek yanaşmıyor;tesettürün hakkını verdiğini düşünüyordu.. Öyle ya ayette yüz ve eller müstesna tutuluyordu. Bir takım tevillere takılmanın ne önemi vardı ki..
Böyle zamanlarda bu hali yaşamaktansa dışarı çıkmamayı yeğliyordu. Ee tabi nefis ve şeytan durur mu? Kendince haklı olduğu bu noktada bir de onların dürtüsü giriyordu işin içine. Eşinin tavrını haksızlık ve anlayışsızlık dahası gereksiz bir kıskançlık olarak yorumlamasına zemin hazırlıyordu. Bir de narin hisleri vardı tâbi! 'Ben bunları hak edecek ne yaptım'dedirtecek ve yer yer ağlatan türden..
Peki ya kocasının bu tavrı gayretullah'a dokunur muydu? Gayretullah!..
Evet,bütün bedenini örttüğü gibi yüzünüde örtmeyi düşünmesiyle zihninde belirginleşen bir kavramda bu olmuştu. Ve tabi o can alıcı soruyu kendine yöneltmesiyle..Oysa şimdi bedeninde tüm dengeler alabora oluyordu!Zihni ve hisleriyse allak bullak.. Öyle ya Allah-u azimüşşan'ın kıskançlığına delalet ediyordu bu ifade.
"Allah'u Zü'l-Celal Gayyur'dur(kıskançtır)."(buhari)
Şu halde kulun hasedini ne şekilde algılamak gerekiyordu. Rabbil Alemin kimi ne şekilde kıskansındı ki? "Allah-u teala gayretinin çokluğundan dolayı zinayı yasakladı"(buhari)buyuran resul-u Zişan'ın bu atfının hikmeti neydi? Yusuf aleyhisselamın "sultanın yanında beni an" demesi Gayret-i ilahiye dokunduğu için mi hz. yusuf senelerce zindanda kalmıştı..Gayreti hasetten ,kıskançlıktan,çekememekten farklı kılan neydi sahi? Ve bunun kocasıyla olan ilişkiye yansıması ne boyuttaydı? Bunları düşünüyordu genç kadın..
"Hased" başkasının elindekini kıskanma iken "gayret";bir kimsede olan hakkına,onun başkasını ortak etmesini istememekti..
Hasid başkasının elindekine göz dikerken gayur ise elindekini en iyi bilip başkasıyla paylaşmasını istemeyendi.. Şu halde eşler arasında hased değil gayret olmalı,diyordu gayri ihtiyari!
Eşler arasında ki bu gibi halleri kıskançlık olarak nitelendirmek haksızlıktı. Bir kimsenin,hanımıyla başkalarının beraber olmasını istememesi;onda ki kendine has güzellikleri başkalarıyla paylaşmama adına didinmesi gayretti zira. Elindekini en iyi bilme ve onunla avunma aynı zamanda..Şimdi bu durumu eşler arasında ki sözüm ona kıskançlık krizleriyle ilişkilendirince asıl kıskançlık izleri beliriyordu zihninde.. "Ne kadar da yanlış düşünmüşüm meğer"diye hayıflanıyordu kendi kendine.. Öyle ya gülünce güller açardı yüzünde de apayrı bir güzellik katardı bu yüzüne. Hüznü kuşanan bakışları da simasını güzelleştirirdi. Aslında her bir hali ayrı bir güzeldi ve bu güzellik en çok simada belirir;kendini iyiden iyiye farkettirirdi.Bu durum kadınların çoğu için geçerliydi..
Demek ki kocası yüzünü örtmesini istemekle sadakatine bir de hassasiyet eklenmesini istiyordu. Simasına yayılan tebbesümü başkalarından sakınmak istemekle;hanımının gülümseyişine her daim ve buhursuzca tanık olmak istiyordu. Kendisi indinde en özel ziynetinin;kıvrımlarında sevinci,hüznü,kederi,muhabbeti ve sevgiyi okuduğu siması olduğunu sessiz sözcüklerle haykırıyordu... "Elimden,gönlümden kayıpta gitme!Beni kendinden, gönlünü gönlümden mahrum etme!" diyordu ahval diliyle.. Mutluluklarına en ufak gölge düşsün istemiyordu.
"Sevinç kaynağımda sensin bu dünyada avuntum da sen! Bunu ebediyete taşıyalım istersen.."
Ve demek ki hasid değil gayurdu kocası! Allah´ın vasıflarından biriyle kuşanmıştı. Allah(CC) her erkeğe sevgi duygusuyla beraber bir 'bekçi' niteliğinde bu vasfından da aşılamıştı.. Hem kadın için de geçerli olmalı değil miydi bu? Gözünün nurunun elinden yitip gitmesini başka gözlere 'kor' olarak düşmesini hangi gönül kabul ederdi ki!
Namusu için gayret etmenin kıskançlık değil;aksine takdir edilecek bir hal olduğunu kim inkar edebilir sahi! Huzura,sevgi ve namusa savaş açan ahlak düşmanlarından başka..
"Şimdi,hangi güç yüzümü-manen olduğu gibi madden de-bir başkasına döndürebilir;bir başkasını gülüşüme ortak etmemi sağlayabilir ki!" diyordu kendi kendine. "Sen hüznüme bile bu denli iyelik ediyorken;namahreme göz hakkı tanır mıyım hiç!" diye kafasını sağa sola sallıyordu.."Anladım ki" diyordu en nihayetinde... "Bedenime ve gönlüme giydirdiğim gibi ruhuma da uyan libasımsın sen!.."
...
Allah hepimize böyle aile saadeti nasip etsin inşallah. Allah'a emanet olun :)