UNUT(UL)MAK!

661 40 15
                                    


.....

Tevvab olan'ın adıyla..

Buraya getirildiği günden bu yana her gün yapılmaktaydı bu tahliller. "Ben yürüyerek giderim" diye çıkışsa da kendisine refakat eden hemşireye,hep aynı yanıt veriliyordu genç kıza;"Kurallarımız böyle Suna hanım.."

Suna,bugün itiraz etmeden oturmuştu; kendisini laboratuvara götürmek üzere dizlerinin dibine kadar yaklaştırılan tekerlekli sandalyeye. Zira geleceğe dair endişeleri her geçen gün daha fazla bitap düşürüyordu onu..

Anneciğim rahat mısın böyle? İstersen biraz daha yükseltelim yatağın baş kısmını.

Yok,yavrum çok iyiyim,siz bir an önce evinize dönerseniz daha iyi olacağım.

Feride hanım'ın damadı biraz geride durmaktaydı. O da söze katıldı.

Feride anne yoksa,kovuyor musunuz bizi?

Olur mu evladım! Ben torunumu düşünüyorum. Yakındır okuldan dönme vakti,hadi siz bir an önce gidin.

Anne ben bu gece buradayım ne olur müsaade et.

Hiç itiraz istemem yavrum,hadi doğru evine. Bu ilk ameliyatım değil,refakatçiye ihtiyacım yok şu an. Yarın gece kalırsın..

Genç bayan annesinin kararlığı karşısında direnemedi ve yarın sabah ameliyata gelmek üzere ayrıldı.

Feride hanım'ın kızı ve damadı çıkmak üzereyken tekerlekli sandalye ile Suna'ydı içeri giren. Yeni oda arkadaşı gelmişti . Son dört gündür hüküm süren yalnızlık saltanatı nihayete ermişti. Şimdi bu kadına ve onun her ziyaret vaktinde eksik olmayacak efradına katlanmak mecburiyetindeydi. Bundan önce iki oda arkadaşı eskitmişti. Oldu olası sevmezdi anlık ahbaplıkları. Hele otobüs yolculuklarındaki koltuklardan hiç haz almazdı. Giden diğer iki bayanla hiç sohbet etmedi. Birisi zaten çok gevezeydi. Öbürü ise ukalanın ta kendisiydi. Bu ihtiyar kadınla da tek kelime etmeye niyeti yoktu. Hangi hastalıktan burada bulunduğu bile umurunda değildi.

Sessizliği bozan Feride hanım'ın mütebessim çehresi ile süslediği selamı oldu. Suna sadece selama mukabele etmekle yetindi. Yatağına uzandı. Gözlerini tavana dikti. Titreşimdeki telefonu ısrarla çalıyordu. O ise umursamıyordu. Zira hayat da artık onu umursamıyordu. Onun şu an burada değil; Güzel Sanatlar Akademisi'nin tiyatro salonunda,arkadaşları ile provada olması gerekiyordu..

Arkadaşları düştü aklına.. Üç haftadır anne ve babasının da dâhil olmak üzere gelen tüm telefonları cevapsız bırakıyordu. Ziyaret saatlerinde ise; kimse ile muhatap olmamak için ya uyuyor gibi görüntü veriyor yada ağrılarını bahane ederek ziyaretçilerin bir an evvel gitmesini sağlıyordu. Kolu kesildiğinde nasıl olsa zaten onu önemsemeyecekler sadece acıyacaklardı. Hatta ailesi bile zamanla onun kesik kolunu kanıksayacaktı.

...

O günün sabahı başlangıçta her zaman ki olağan günlerden biri gibiydi. Ne olduysa gün nöbetini geceye devrettiğinde olmuştu. Arkadaşı Seda'nın doğum günü partisi dönüşüydü. Suna yine fazla miktarda alkol almıştı. Seda'nın,bu halde araba kullanmaması yönündeki ikazına kulak tıkamıştı. Alkollü araba kullanmak Suna için bir ilk değildi. Ve işte bu hastane odasında açmıştı gözlerini..

Gittiği her partide güzelliği ile tüm bakışları üzerinde toplayan,en şık bayan olma hususunda birinciliği kimseye kaptırmayan Suna,işte şimdi bu hastane odasındaydı ve yapayalnızdı. Yarından sonra kollarından biri kendisi ile birlikte olmayacaktı. Ve bir zamanlar ona imrenerek bakanlar,güzelliğini kıskananlar,ona hayran olanlar bundan sonra ona sadece acıyarak bakacaklardı. Bu ona reva mıydı? Yapması gereken öyle çok şey vardı ki. Bir çakıl taşı kadar değersizdi şimdi. Bunlar onun başına gelmemeliydi. Ne babasının tüm servetini onun için harcaması ne de annesinin bu tıp fakültesinde doçentlik yapması;şimdi bir hurda haline gelen son model spor arabası içinde sıkışan sağ kolu için çare değildi. Bundan sonraki hayatını tek kollu olarak idame ettirecekti.

....

Bu ihtiyar kadın diğerlerine benzemiyordu. O da suskundu. Feride hanım'a doğru döndüğünde onu oturduğu yerde eğilip doğrulurken buldu. Namaz mı kılıyordu bu kadın? "Fesubhanallah" dedi içinden. Hasta iken de, Allah namaz mı ister kulundan? Ömründe bir defa bile kılmadığı halde namaz kılınış şeklini biliyordu. Evet,bu yaşlı kadın gerçekten namaz kılıyordu. Namazını bitiren Feride Hanım komodini açtı ve çantasından bir kitap çıkardı. Feride hanım uzun süredir elinden bırakmadan okumaktaydı kitabı. Suna ise; hâlâ okuyor mu diye ara sıra onu kontrol ediyordu. Hiç sıkılmadan saatlerce okumasını hayretle karşıladı. Zira Suna herşeyden çabuk sıkılan biriydi. "Teyze bıkmadın mı hâlâ okumaktan,ben bile sıkıldım kitaba bakmaktan" diyesi geldi. Omuz silkti sonrasında. Hemşirenin odaya girişiyle dağıldı düşünceleri..

Feride teyzeciğim,saat on ikiden sonra bir şey yemek ve içmek yok biliyorsunuz değil mi?

Evet yavrum,unutmuş değilim!

Şekeriniz ve tansiyonunuz hâlihazırda biraz yüksek ama bu serumla düşmesini umut ediyoruz. Ameliyatınızın seyri için bu önemli..

Hemşire sözüm ona Feride Hanım'ı rahatlatmak istiyordu bu sözleriyle. Ya da gece nöbetinde sıkılmış olmalıydı. Hastalarla yapacağı kısa muhabbetler ona iyi gelecekti belki de.. Dik bakışlarını hemşirenin üzerinde dondurdu Suna . Apansız odaya dalışları onu rahatsız ediyordu. Suna'ya göre yan yatakta yatan kadının ferahlamaya veya teselliye ihtiyacı yoktu. Ne kadar da metanetliydi. Belki de bugün onun son gecesiydi. Ve yaptığı tek şey;sükûnetle elindeki yeşil deri kaplı kitabı okumaktı. Ve bazen de sessizce ağlamak. İmrendi bir lahza şu yaşlı kadına ve Allah'ı düşündü. Allah şu an onu görüyor muydu? Görüyorsa neden onu bu kederden kurtarmıryordu? Kaybedeceği kolunu neden ona geri vermiyordu.

Feride Hanım'ın yanağını ıslatan gözyaşlarının,yarın ki ameliyata dair endişelerinin bir tezahürü olmadığının farkındaydı. Onu ağlatan şeyin sırrı,geldiğinden beri elinden düşürmediği kitapta saklıydı. Cep telefonunun sesi ile kitabını kapatırken,Suna kendini şimdiden yalnızlığa alıştırma peşindeydi. En doğrusu buydu. Yaşlı kadının dudakları kıpırdıyordu. Suna,onun telefonda kimle ve ne konuştuğunu duymuyordu. Sadece kendi acılarının sesini işitiyor ve bu sözleri engellemeye mukter olamıyordu.

İhtiyar kadın Suna'ya hayırlı geceler dileyerek uykuya dalmıştı. Bu kadın ona babaannesini hatırlattı. O da namazını hiç aksatmaz,elinden Kur'an'ı düşürmezdi. Babası her defasında "anne bizim yerimize de kıl" der dine verdiği ilgisizliği ifşa ederdi. Suna ve annesi ise babasının sözlerine sırıtarak mukabelede bulunurlardı.

Kar beyaz başörtüsü içinde ne kadar da huzurlu, ona bu süruru veren Allah beni ise burada unuttu, diye geçirdi içinden.Sonra bakışları komodinin üstündeki kitaba yöneldi. Belki okuyarak düşüncelerini dağıtabilirdi. Bundan da ötesi ağlatırken dahi yaşlı kadının ruhuna huzur üfleyen bu kitabı merak ediyordu. "Aman bana ne ..." dedi. Müzik çalarının kulaklığını tek eliyle kulağına geçirdi. Arkasını dönüp müziğin ahengine bırakmak istedi kendini. Zaten bu sıralar yaptığı tek eylem müzik dinlemekti. Buna mükabil müzik dâhi şu an onu cezbetmiyordu...

Ağrılar içinde kıvranarakta olsa bu gece son bir defa yaslanmak istedi sol kolu üzerine. Bu bir veda ve vefa senfonisiydi belki de. Böyle olmadı. Yüzleşemedi yarından sonra ki ahvali ile. Sargılar içerisinde ki koluda acımıştı. Aslında canını acıtan bedeninin değil de ruhunun sancılarıydı. Tekrar sol tarafa döndü. Merakına yenik düştü... Eğilerek kitabı alması biraz zor olsa da Feride Hanım'ın en son okuduğu sayfayı bulmaya çalıştı....

İşaret ipinin bulunduğu sayfayı açtı. Bu bir Kur'an mealiydi. Babaannesi de meal okurdu. Suna anlam veremezdi. "Allah kitabında insanları neden ağlatsın ki.." derdi içinden. Lakin bu sorusunu babaannesi ile paylaşmadı hiçbir zaman.. Zira babaannesi vaaz vermeyi pek severdi. Ve onun eline nasihat malzemesi vermek Suna'nın işine gelmezdi. Acaba hangi ayet bu ihtiyarı böyle ağlatmıştı. Suna yüreğinde çöreklenen bu garip heyecanla daha önce hiç tanışmamıştı. Gözleri "Der ki.." diye başlayan bir ayete ilişti gayri ihtiyari..

"(Allah da) Der ki:İşte böyle,sana ayetlerimiz gelmişti,fakat sen onları unuttun,bugün de sen işte böyle unutulmaktasın."(Tâhâ/128)

...

Rahman'a emanet olun..

•NİSANUR•(cennet kadınları)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin