EFsane_7_TU&FO

691 10 0
                                    

Öyle bir sesti ki duvarları titretiyordu sanki yüreklere bir ağırlık çökertiyordu. Simsiyah gözleri kestiği resimlerdeki yüze korkutucu bir hayranlıkla bakıyordu. O yüzün yanındaki kanla üstü örtülmüş suretin üzerine yumruğunu vurdu. Yorgun gözlerini kıstı. “Feriha benim olacak… O benim…” Eskiden ne kadar güzel hayalleri vardı. Aşk mıydı onu bu hale düşüren? Ona sahip olma duygusu muydu – ya da sahip olamama duygusu? Kendi kendini artık tanımıyordu. Beyninde var olan tek düşünce Feriha’nın artık resimden değil, yanındayken kendisine öyle gülerek bakmasıydı. Bu hastalıklı düşüncenin sahibi Feriha’nın geçmişinde kara bir gölge olarak kalan Halil’di. Halil için ise Feriha’ya kavuşmak, yaşaması için tek sebepti. Onu hak etmeyen o şeytanın elinden almak Halil’in tek arzusuydu. Mutlu çiftin önünde geleceğe doğru uzanan çiçekli yol üzerinde, bu hastalıklı arzu neler değiştirecekti acaba? Zaman o kadar değiştirmişti ki Halil’i… Giden seneler bedeninden, ruhundan ve aklından birçok şey götürmüştü; ama Feriha’ya duyduğu saplantılı aşk hala eski yerindeydi daha da şiddetli olarak… Bu defa önceden yaptığı gibi açıktan oynamayacaktı; korkutmadan yavaşça sızacaktı onların hayatına…

O sabah Halil için ne kadar karanlık başladıysa; aşkla çarpan yürekler için ise o kadar aydınlık başlamıştı. Çocukların çığlıklarındaki neşe melodileriyle doludizgin yaşıyorlardı. Emir, Feriha’nın yüzüne baktı kahvaltı masasının başında otururken. Bembeyaz teninin arasında parlayan yeşil gözlerinin büyüsüne kapıldı, incecik dudaklarının sihrine yol aldı. Feriha ikizlerle bir şeyler konuşuyor, Emir de onun hareketlerini hayranlıkla izliyordu. Sevdiği kadındı, yüreğinin sahibiydi. Yanındayken bile özlemek böyle bir şeydi demek ki… İşi olmasa, işe gitmek zorunda olmasa; akşama kadar onunla otursa, yatsa, oynasa hatta sadece onu izlese ne güzel olurdu. Birçok sabah bu duruma isyan edercesine “bugün işe gitmesem” diye yataktan çıkmak bile istemiyordu. Hep ailesiyle olsa hiç bıkmazdı. Bu düşüncelerle sevdiğini, sevdiğinin canından kopan sevgi parçacıklarını izliyordu hayran hayran. Yüzünde düşüncelerinin yarattığı tebessümüyle sessizce seyre dalmıştı. 

Feriha birden Emir’in kendisini seyrettiğini fark etti. Onun gözlerine bakıp düşüncelerini okumaya çalıştı. Gözlerindeki derin kahverengi koyuluktan kendine akan, yüreğine sızan sıcacık duyguları sezdi. İnsan sevdiğinin tek bir bakışından bile o yumuşaklığı hisseder miydi? Feriha anlamıştı… Emir’in bakışlarından aşkını tekrar tekrar görmek, her defasında yüreğinin titrediğini hissetmek hoşuna gidiyordu. Çocuklara kahvaltıyı zar zor yaptırmıştı, bin bir zahmetle iki lokma bir şeyler yedirebilmişti yalnızca. 

F: Haydi bakalım. Daha yemiyorsanız artık içeriye. Bu kadar oyun yeter…

Çocuklar hızlıca kalkıp, parlayan güneşin altında uçuşan kuşlar gibi, bahçede dört dönüyorlardı. Ayşe ablaları çağırınca içeriye koşturdular bu defa. Feriha elindeki sıcak çayı alarak karşısında kendisini izleyen sevdiğinin yanına geçti. Usulca sokuldu sandalyede ondan kalan küçücük yere. Emir gamzelerini büyüttü, kocaman bir gülücük oluştu yüzünde. Koluyla karısının bedenini sardı. “Evet, huzur bu” diye saçını kokladı. İçine çekti derin derin o kokuyu, kokusuyla beraber dalga dalga sevdası da yeniden işledi yüreğine. Feriha sevdiğinin sıcaklığında, hala ilk günkü gibi kendisini esir alan kokusunda yine sersemlemişti ve kendini onun güven dolu omuzlarına bırakmıştı. Arada bir çayından yudumluyordu sessizce. İkisi de konuşmuyordu. Aslında en iyi becerdikleri şey değil miydi susarak sevmek, onca yıla rağmen hala kocaman olan aşklarını sessiz kelimelerin çığlığıyla haykırmak... Emir yavaşça çayına elini uzattı ve bir yudum aldı gülümseyen dudaklarla. Sevdiği kadının sıcaklığında buz gibi geldi çay, hemen bıraktı. Feriha anlamıştı çayın soğuduğunu ama yine de Emir’in fincanından bir yudum aldı. Evet, çok soğumuştu, masaya bıraktı o fincanı. Diğer eliyle sarıp sarmaladığı kendi fincanını doğrularak sevdiğinin dudaklarına götürdü. Emir işte buna bayılıyordu. Bütün olmak buydu. Ne istediğini bilmek buydu. Karşındakinin zaman zaman anlamasan da ya da anlamazlıktan gelsen de bilmek buydu. O da diğer eliyle Feriha’nın tuttuğu kahve fincanını sardı. İki el bir fincanın etrafında buluşmuştu. Sıcaklıklarıyla, aşkın kor yangınıyla daha da kavruluyordu sanki çay... Bir yudum aldı fincandan.

EFsane_TU&FOHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin