EFsane_20_FİNAL_TU&FO

1.5K 24 1
                                    

“Anladım bu son durak… Beni anılarla yalnız bırak… Tutmam gereken bir matemin var… Hislerin var unutmam gereken… Yanar yanar durur… Kalbim kan ağlar, ağlar durur… Senin bende kalan günahın var… Sözlerin var unutup gittiğin… Es nereye istersen… Nerede çok sevdiysen uğra bir geçersen… Maziyi savura savura es… Deli rüzgârlarla kalbimi bir arada… Tutamam yaşayamam… Son nefesim ol içime es… Ne zaman istersen aynı yerdeyim ben… Eskaza sevmişsen kalbimi kavura kavura es…” 

Es geç rüzgâr ardına ne kattığını, önünde ne sürüklediğini bilmeden es… Beyazımı siyaha bula, es geç… Verilmiş sözleri unutup sevdiğini arkada bırakan sevgili gibi es geç…

Gözlerimize beyazın inmesi… Beyaz bir perde… Saflığın, temizliği simgesi beyaz… Oysa beyazlar içinde kavuşmamış mıydı sevdiğine? Bembeyaz yataklarda bütün olmamış mıydı bedenleri, ruhları? Şimdi aynı beyaz ayrılığın simgesi miydi yani?

Feriha gözlerini sımsıkı yumup açtığında beyaz bir bulut misali bulanık görüntüler fark etti. Havadan izliyordu sanki olanları. Ama gayet iyi görebiliyordu yaşananları. Her şey kare kare tıpkı eski Türk filmlerindeki gibi parça parça oluşuyordu. Bir mezarlık… Mezar taşında kendi ismi… “Feriha Sarrafoğlu”… Genç kadını sadece bu iki kelime ifade etmiyordu ki… Anneydi o her şeyden önce… Ciğerleri, kalbinin nefes damarları, güzeller güzeli 4 yavrusunun annesi… Efe’si, Ece’si, Ege’si ve yüzünü göremediği minik kızı… Sonra biricik eşti, sevgiliydi sevdiğine… Emir’inin doyamadığı, onu tamamlayan bütünleyen kadındı… Aşkının soluğu, hayatı – her şeyiydi… Sonra kuzusuydu annesinin, tek kızıydı… Onları feraha çıkaran Feriha’sıydı, o da bir yavruydu… Sadece “Feriha Sarrafoğlu” değildi ki…

Konuşmakta zorlansa da dilinden dökmeye çalıştı sözcükleri.

F: Ben – ben sadece Feriha Sarrafoğlu muydum ki? Bu muydum ben? Hayır… Bu değilim… Benim aşkımı, hayatımın anlamlarını ölüm tarihi, doğum tarihi diye kısacık mı anlattınız? Anılarım için mi “Ruhuna Fatiha” dediniz ki? Ben bu değilim ki…

Diye söyleniyordu. Ama sesini duyuramıyordu ki – o gözlerinin önündeki beyazlık sanki sesini öte tarafa, aşağıya geçirmesine de engel oluyordu. Sonra hızla izlenen bir film gibi, kareler karelerin peşinden süzülüyordu. Sanki aynı anda birçok olaya tanık oluyordu yorgun bedeni. “Beni duymuyorlar,” diye söylenirken birden evinde, sıcacık yuvasında buldu kendini. Özlemişti yuvasının kokusunu… Siz bilir misiniz yuvanın kokusunu – aşkın, sevginin buram buram havasını? Kokuyu içine çekti, özlemişti. Merakla etrafına bakıyordu ki kızını gördü – Ece’sini, meleğini… Bilmişiydi onun, canıydı, cananıydı. Anneannesinin kucağında hıçkırarak konuşmasına şahit oldu.

Ece: Ölüm ne ki anneanne?

Diye sordu titreyen sesiyle. Zehra yaşlı gözlerle baktı torununa. Karşı koltukta da Aysun hanım Efe’yi sıkıca sarmalıyordu. Feriha’nın gözleri dolmuştu. Oysa yavrularını hiç ağlatmamıştı bu yaşlarına kadar, şimdi onların her bir minik gözyaşı canını yakıyordu. “Annecim buradayım,” diyebilmek istedi Feriha. Ama erişemiyordu kızına, oğluna. Bu kadar yakınındayken ona ulaşamıyordu. Yüreği sıkıştı. Sonra Emir’ini gördü. Emir kapının eşiğinde omuzları düşmüş bir vaziyette kızının ince, korkan, titreyen sesine kulak misafiri oluyordu güçsüzce. Feriha onun yanına gidip sesini duyurmak istedi. Yanındaydı sevdiğinin, çok yakınında. Elini onun güçlü koluna koydu. Emir’e duyurmak istercesine “Sevgilim buradayım ben, yanı başındayım, gitmedim ki bir yere… Ama bu beyazlıktan kurtulamıyorum… Etrafımı sardı beni sizden uzak tutuyor…” diyordu ısrarla.

EFsane_TU&FOHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin