BKNT»3

654 80 11
                                    

BÖLÜMϟ3

  Şuan bana gülmek nedir deseler: İki insan arasındaki bir mücadelede; Bir oyunda güçlü olanın zayıfı ezerken ki saldırganlık hali derdim. Yanımda olmaları için bir sebep yokken karşımda bana saldırmalarına da gerek yoktu.

  Yavaş yavaş herkes normal haline dönerken ben artık gitme vakti geldiğini düşünüyordum. Zaten dedemin ısrarı üzerine şöyle bir göz atmaya gelmiştim. Beni uyaran çocuğa bir şey demem gerekli miydi? Daha önce kimse başıma bir şey gelmesin diye uyarmamıştı. Ufak bir uyarıydı sadece, ufaktı ama sonucu ıslanmak olmuştu.

  Uyarıcı çocuk yanıma geldi ve elimden tutarak beni spor salonunun çıkışına yönlendirdi. Elimi tutması afallamama sebep olmuştu. Yine ne uyarısı veriyordu. Çıkışta da kafama bir kova su mu boşaltacaklardı?

  Ellimi elinin arasından kaydırarak kendi elimin avucuna kaydırdım ve çenemin altında birleştirdim.

  “ Bir şey mi diyecektin?” dedim. Bana boş bakan gözlerini çevirdi ve tekrar çenemin altında birbirine kenetlediğim ellerimi çözdü. Sol elimi tekrar avucuna koyup yürümeye başlayınca bu sefer elimi sert bir şekilde çekip uyarıcı çocuğu hafifçe geri ittim.

  “Bir şey mi diyecektin diyorum! Ne el meraklısı biri çıktın yahu. Arkadaşlarının yanına gitsene sen,” dedim.

  Geldiğimi gibi gidemezdim yoksa şiddetli bir hastalık ile baş başa kalırdım. Okulun siyah demirlerinde çıktıktan sonra karşı caddeye geçtim. En fazla 3 katlı binaların önünden geçerken aynı zamanda caddeden taksi geçmesini bekliyordum. En fazla yirmi kişilik sınıftan; en az dokuz- on kişiden su balonu yemiştim.

  Eve geldiğimde gördüklerime inanamadım. Dedem kot bahçıvan tulumu ile hasır sandalyesine oturmuş keyif yapıyordu. Bahçeye şöyle bir baktığımda ise çitlerin yenilendiğini, çimenlerin ve çiçeklerin bakımı yapıldığını gördüm. Ağaçların budanmasını da unutmamak gerek.

  Benim ıslak halimi gören dedem telaşla yanıma gelmeye başladı.

  “Esila! Yavrum sana ne oldu böyle? İnanamıyorum, gel içeri geçelim üzerini hemen değiştir,” derken ben çoktan eve adımımı atmıştım.

  Ev, bahçe gibi beni şaşırmamıştı. Hala kirli ve tozluydu. Bahçede çok iyi iş çıkaran dedem, sanırım evi tamamen bana bırakmıştı. Çünkü biliyordu ki onun yapacağı ev işlerini beğenmez, her seferinde en baştan yapardım.

    “Dede merak edilecek bir şeyim yok. Sana bu okulunda diğer okullardan farklı olmayacağını söylemiştim. Devlet okulunda hiç olmazsa sadece tipimle dalga geçiyorlardı. Bu okulda ise üzerine bir maddiyat eklenecek.” Diyerek yukarı kata odama girdim.

  Odamın kapısında dikilmek dahi bana iyi geliyordu. Bana iyi gelen şeyler vardı bu odada. Her ne kadar daha temizlemesem de, kendi eşyalarımın enerjisi beni canlandırıyordu. Kapının hemen karşısında ki dolabımın içinde iç çamaşır ve bileğime kadar uzanan bir elbise alarak, odamın yanında ki banyoya girdim.

  Suyu açtıktan sonra, aynaya kendime baktım. Yine başlıyordum, duş almaktan nefret ediyorum. Üzerimde hiçbir şey olmadan kendimi daha savunmasız hissediyorum. Her ne kadar vücudumu benden başkası görmese dahi, insanın kendini çirkin olarak görmesi çok kötü bir his.

  Her bir parçada kendimi daha aciz hissediyordum. Aslında etrafta etkisiz elemandım. Sadece nefes alıyordum. Kendim için yaptığım pek fazla bir şey yoktu. Nefesimi bile dedem için alıyordum.

  Sonunda küvete girdiğimde çabucak liflenip, saçlarımı da iyice köpürttükten sonra sıcak duşuma son verdim. Sıcak hiç olmazsa daha rahat atlatmamı sağlardı hastalığımın. Şimdi bir de kırmızı yuvarlak haplarımı da alıp yatağıma gömülürsem yarına okula gidebilirdim.

  Ahşap merdivenlerden inerken bugün ki elimi tutan çocuğu düşünmeye başladım. İşte ben böyleydim, daha önce ilgi görmediğim için ufak bir yardıma karşı bile hemen bir şeyleri düşünmeye başlardım. Yani neden onlarında arasında su balonu atanlardan değildi de, benim tarafımdaydı.

 Ah, bunların hepsini neden üzerime alınıyorum ki. Yardım, yardımdır işte.

  Mutfaktan içeri girdiğimde, aklıma temizlik gelmişti. Bugün de kaldı, bir gün daha kafa hijyensizlik tatili verdim. Yarına yapardım, umarım. Çeşmenin hemen üzerinde duran, dolabın altına ters bir şekilde asılmış olan bardaklardan bir tanesini elime aldım.

  Çeşmenin altına koyup duruladıktan sonra, yarısına kadar su doldurdum. Elime aldığım paketten de bir ilaç çıkarınca önce biraz su içtim ve dilimin kaygan olmasını sağladım. Daha sonra hapımı dilimin sonuna kadar iteledim ve suyu içtim. Her zaman ilacımı böyle içerdim. Yoksa yutamam ve ağzımda eriyene kadar yutkunmak için cesaret toplamaya çalışırdım.

  Mutfaktan çıkınca dedemin eski evimizden getirebildiğimiz eşyaların durduğu ve aynı zamanda eve geldiğimizde bulunan eşyaların bulunduğu salonda, hala üzeri beyaz bir örtü ile örtülmüş kanepenin üzerinde düşünceli ve bir o kadar da üzgün olduğu bir şekilde oturduğunu gördüm.

  Yaşlı bir adamı üzmeye hakkım var mıydı? “ Dede, özür dilerim,” diyerek yanına kıvrıldım hemen bende. Bugüne kadar güvendiğim tek adama, hatta tek insana sarıldım. Peki ya o olmasaydı şimdi benim halim ne olurdu?

  “ Ben burada daha farklı olur sanmıştım. En azından ilk günden bu olaylar başa sarmaz sanmıştım.” Ses tonu, içimde bir şeyleri düşündürdü. ‘ Onu üzmeye ne hakkın var, ’ diye düşünerek Polyanna gibi davranmaya çalıştım. Gülümseyerek ve biraz da tatlı görünmeye çabalayarak konuşmaya başladım:

  “ Başa sarmasaydı zaten kendimi tuhaf hissederdim. Hem bu yaşa kadar kim benim çektiğ- yani yaşadığım aksiyonları yaşamıştır ki? Tecrübelerime tecrübe ekleniyor. Belki bende bir gün o ‘kötü kız’  dediklerinden olurum, belli mi olur. Ben yaparım bu sefer bu cadılıkları onlara. Merak etme sen dedem. Elbet her gün doğan güneş, bir gün sadece benim için doğar da; Saçtığım ışıklar onların göz merceklerine kadar derine iner. İner de  onları yakıp  kavururum.”

Keyifli okumalar :) 

Bir Kavanoz Nohut Tanesi -Askıda-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin