Part 15

385 36 37
                                    

Lara'nın ağzından...

"O...iyi olacak mı?"

Dudaklarımdan dökülen son birkaç kelime ile o yılların verdiği acı ve hüznün bir türlü eskitemediği yüze baktım. Sanki daha dün birlikte güle oynaya sofradan kalmıştık ve şimdi gözleri kapalı onu izliyordum. Onu kaybetmek hayatta isteyeceğim en son şey bile değildi...

"Bilmiyorum." Annemin umutsuzca verdigi cevap kendimi daha kötü hissetmeme sebep oluyordu.

"Anne..."

"Daha fazla burada kalamam, biliyorsun."

Elini sıkıca tutmuştum. Bırakmak istemiyordum fakat yaptığım seçimler buna engel oluyordu.

"Biliyorum..."

"İyiyi düşünmeliyiz. Her şey güzel olacak."

Sessizce başını sallayarak onaylamıştı beni. Kimsenin konuşmaya dermanı yoktu. Sözlerimi daha fazla uzatmadan onlarla son kez vedalaştım ve kapının kolunu kavrayıp kendime doğru çektim...

《○》•《○》•《○》

Etrafımda binlerce oradan oraya koşuşturan insan vardı. Kim bilir nasıl hikayeler saklıyorlar içlerinde? Kim bilir neler yaşadılar ya da yaşayacaklar? Henüz hiçbirimiz bilemeyiz fakat az çok tahmin edebiliyorum kendiminkini. Bazen kendimi olumsuzu düşünmekten alı koyamıyorum. Böyle zamanlarda yapabileceğim hiçbir şey yokmuş gibi hissediyorum ve kulaklıklarımı takıp uzaklaşmaya çalışıyorum. Genelde bu minik kaçışlarım kısa olur ancak bugün uzun süreceğe benziyor. Çünkü kötü hava koşullarından dolayı gideceğim uçak rötar yapma kararı alarak zaten yaralı olan ruhuma son darbeyi de indirmiş oldu. Sadece kendim için değil, tüm yolcular için dualarımı sunarken, her an müziğin sesini biraz da yükselterek kendimi rahatlatma çabalarına bırakıp, uzun bekleyişe başlıyorum...

Önümde bir kadın duruyor, kucağındaki minicik bebeğine sarılmış bekliyor. Bebek diyorum ama henüz iki yaşlarında görünüyor bu tatlı kız. Ne kadar kafasını bir o yana bir bu yana çevirse de gözlerindeki uykudan kurtulamıyor. E hal bu olunca mızmızlanıp ağlamaya başlıyor annesinin kucağında. Genç kadın ne yapacağını bilemez gibi bir halde çocuğu susturmaya çalışıyor. Aman kimse rahatsız olmasın, çocuk bu, ağlamaya hakkı yok sonuçta. Bunun farkında, biliyor ve susup etrafına özür bakışları atıyor. Tam o anda göz göze geliyoruz. İnsanlarla göz göze gelmeyi sevmem, bence bu her iki tarafı da rahatsız eder. Sanırım o da benim gibi düşünüyor ki ikimiz de gözlerimizi birbirimizden kaçırıyoruz. Genç kadın ve bebeği usul usul gidiyor. Bense hâlâ aynı yerimde aynı şekilde oturuyorum. Onların yerine başkaları geliyor, ve gelenlerin yerine de. Sonra tekrar kendime dönüyorum ve rötar süresi biraz daha uzarsa gecenin bir yarısı tek başıma evime nasıl giderim diye düşünmeye devam ediyorum...

****

Sonunda 4 saatlik bir bekleyişin ardından uçağımıza binmiş ve havalanmıştık. Londra'ya gece yarısından önce dönmem imkansız gibiydi. Ama beklemekten o kadar çok yorulmuştum ki uçağa bindiğimize şükrediyordum. Hiçbir şey düşünecek halde değildim. Koltuğumu bulduğumda kendimi üstüne attım ve gözlerimi kapadım.

Kaç saatlik yol göz açıp kapayıncaya dek bitip gitmişti. Ciddi anlamda söylüyorum; aralıksız uyumuşum... Uçaktan inip minik valizimi de aldığımda maalesef ki saatlerce kendimi düşünmemek için zorladığım konuya gelmişti artık sıra. Herhangi bir taksi çevirmek için olduğum yerde bekliyordum. Birkaç dakika sonra taksi gelmişti ve vakit kaybetmeden binmiştim.

O kadar ısrarlarımdan sonra taksici kestirme yoldan gitme kararını değiştirmemişti. Oysaki o yol ıssız ve tehlikeliydi. Aman neyse ne, az yol gitmesi benim lehime nasılsa!

Camdan dışarıya, zifiri karanlığa bakarken dakikalar geçmek bilmiyordu. İçimde kötü bir his vardı. Sanki şu koca ağaçlar üstümüze üstümüze gelip bizi yiyecekmiş gibiydi. Tepedeki parıldayan ay nereye gitsek peşimizden geliyordu. Taşlı, bozuk yollardan geçerken içim huzursuzlanıyordu. Arabanın farları sanki boşluğu aydınlatıyordu. Nereye gittiğimizi bilmiyordum, etraf o kadar karanlıktı ki önümüzü göremiyordum. Bu işkence sanki sonsuza dek devam edecekmiş gibi gelirken aniden bir şey oldu. Taksici bir şeyler mırıldanıp aşağı indi ve arabaya bakmaya başladı. İçimi korku salmıştı. Ya burada kalırsak?

Yüzünde endişeli bir ifadeyle bana seslenip, benzin bitmiş, dedi.

"Sanırım sizi alması için birini arasanız iyi olur."

Tek kelime etmeden başımı sallamıştım. Beni dinleseydi eminim şimdi bize yardım edecek birini rahatlıkla bulabilirdik. Ama artık bunları düşünmekten fayda gelmezdi. Olan olmuştu. Sessizce kapıyı açıp indim ve valizimi aldım. Geldiğimiz yoldan geriye, karanlığa doğru yürümeye başladım. Arkamdan gelen "Nereye!?" sesini umursamadan devam ediyordum. Gerçekten de, nereye? Nereye gidiyordum böyle? Nereye gidebilirdim ki? Daha fazla saçmalamayı bırakıp olduğum yerde durdum ve valizimin üstüne oturup gözümden gelen bir damla yaşın yanağımdan süzülüp yere düşüşünü izledim. Çaresizdim. Sanırım yapabileceğim tek şey vardı. Eğer geceyi burada geçirmek istemiyorsam birini aramalıydım...

Telefon rehberimi arayabileceğim biri var mı diye karıştırmaya başlamıştım. Ece dışında yardım isteyebileceğim yakın bir arkadaşım yoktu. Onu arayamazdım çünkü elinden bir şey gelmezdi. Ah, bunlar hep annemin suçu! Beni daha erken sokağa salıp hayatta kalma içgüdülerimi geliştirmeme izin vermesi gerekirdi. Şimdi tek başımaydım ve ayaklarımın üzerinde duramıyordum bile.

Telefonu boş boş karıştırırken geriye yalnızca tek bir seçeneğim kaldığını gördüm. Geriye yalnızca o kalmıştı... Ama asla onu arayamazdım. Aramazdım. Bu resmen üç kuruşluk gururumu yerle bir ederdi. Hem gecenin bu saatinde hayatına iki üç ay önce giren ve aptal aptal gurur yapan yabancı bir kızın arayıp yardım istemesi de neyin nesi böyle? Tamam, ondan etkilenmiş olabilirim -bayağı- ama bu katiyen gece onu rahatsız etme özgürlüğü vermez bana. Hem o beni unutmuştur ki? Ben unutmadıysam o kesin unutmuştur. Aynen aynen. Unutmuştur ya...

Pis.

Ardından ekranda parlayan numaraya basıp ne diyeceğimi dahi düşünmeden aramıştım. Telefonu çalıyordu. Şu anda, gecenin bu saatinde onu arıyordum. Ah, hayat insana neler yaptırıyor böyle?..

Sonunda telefonunu açmıştı. Duymayı özlediğim sesini duyunca duraksamıştım.

"Lara?"

Cevap veremiyordum. Ağzım düğümlenmişti adeta. Kelimeler dudaklarımdan çıkmak istemiyordu.

"Lara orda mısın?"

O konuşmaya devam ettikçe gözlerim doluyordu. Bilmiyorum, tanrı beni cezalandırmış olmalı ki kendime hakim olamıyordum. Ağlamak istiyordum.

"Tom..."

"Lara iyi misin? Sesin kötü geliyor, bir şey mi oldu?"

"E-evet." Ve artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Kırk yıl düşünsem yapmayacağım şeyi şimdi istemsizce yapıyordum.

"Sen ağlıyor musun?"

Burnumu çekip sakinleşmeye çalıştım ve kelimelerin dudaklarımdan dökülmesine izin verdim.

"Sana ihtiyacım var..."

Sözlerimden sonra birkaç saniye susmuştu. Sanki bunu beklemezmiş gibi. Haklıydı. Kimse beklemezdi. Ama olmuştu...

"Neredesin? Bu sefer gerçekten geliyorum."

~♡'◇•♧°|》□•}♡~▪





.
16. Bölümü yazmayıp direk 17'ye mi geçsem acaba :))

Nothing is a Coincidence. ~Tom Hiddleston~ [devam ediyor] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin