Part 12

455 46 55
                                    

Tom'un ağzından,
Ertesi gün...

Kaç haftadır uğruna hazırlandığım tartışma programı bu akşamdı, ve ben oldukça heyecanlıydım. Özenli bir şekilde mavi gömleğim ve siyah kotumu giyip saçlarımı yapmaya başlamıştım.


Açıkçası Lara'nın da yanımda olmasını isterdim. Onun böyle konulara ilgisi ve merakı vardı. Bilgiliydi de. İlk buluşmamızda anlatmıştı bana. Detaylı bir şekilde konuşmuştuk. Başka da konuşacak fırsatımız olmamıştı zaten. Halbuki onunla oturup saatler boyu öylece o kadar çok konuşmak istiyordum ki...

Bu küçük, samimi tiyatro salonuna gelmiştik nihayet. Ortada konukların oturması için bir masa ve oturaklar olan sahne vardı. Sahnenin etrafını tamamen çevreleyen, izleyicilere ayrılmış bölümde ise tıpkı bir sinema salonunu andıran oturaklar bulunuyordu. Burası çok kalabalık değildi. Kalabalığın arasından rahatça tanıdıklarımı seçebilirdim. Umarım beni gördüklerine sevinirler çünkü buraya sürpriz konuk olarak gelmiştim ve kimsenin haberi yoktu bundan. :d

Aradan geçen dakikalar sonunda izleyicilerin hepsi gelmiş, başlayabilmiştik. Ara ara bana soru soruyorlardı ve ben de kendi fikrimi belirtiyordum. Konuşulanları dinliyor, bazen de izleyenler arasında gözlerimi gezdiriyordum. Sonra karşıma o çıktı. Olivia buraya gelmişti. Aramızda yaşanan olaydan sonra bana gardını almış, bir daha görüşmemiştik. Neden evime değil de buraya kadar zahmet edip geldiğini anlamıyordum. Sırf kavga etmek için buraya gelmesi gerçekten... komikti.

***

Sıra izleyenlerin sorularını yanıtlamaya gelmişti. Aralarından biri çok heyecanlı ve istekli bir şekilde elini kaldırıyordu. Ona doğru kafamı çevirdiğimde bakışlarım, istemsizce yanında, sanki yüzünü saklamak istercesine kafasını eğen genç kıza kaymıştı. Pozisyonundan dolayı hiçbir şey göremiyordum. Ancak birkaç dakika sonra gizemli kız kafasını kaldırabilmiş, göz göze gelmiştik. Bu oydu..

O buradaydı.

Lara buradaydı...

Bakışlarımızın karşılaşmasından rahatsız olmuş olacak ki, gözlerini benimkilerden kaçırması birkaç saniyesini almıştı. Ben ona bakmaya doyamazken, o benden kaçıyordu...

Yanımdakiler bana ara verdiğimizi söylediğinde hiç beklemeden kaçmıştı. Fakat hâlâ görüş alanımdaydı ve onu bırakmaya hiç niyetim yoktu. Önümdeki insan kalabalığını kibarca bölüp, bu küçük kovalamaca oyunumuza devam ediyordum. Tuvalete girip kapıyı kapattığında, tam ben de gelip kapının kulpunu kavramıştım ki, elimin üzerindeki sıcaklık kapıyı açmama engel olmuştu. Bu Olivia'ydı.

"Burada ne işin var bebeğim? Burası bayanlar tuvaleti?"

Öylece kalıp ağzımdan yalanların nasıl döküldüğünü izleyecektim. Bunu ona söyleyemezdim...

"Oh haklısın... Ben de tuvalete gidecektim de, karıştırdım herhalde."

"Bana bir öpücük bile vermeden mi gidecektin?"

Söylediklerine yapmacık bir tebessüm dışında hiçbir tepki vermemiştim. Bozulduğunu rahatça görebiliyordum.

"Bu arada, çok iyi gözüküyordun."

"Teşekkürler..."

"Şey acaba artık tuvalete gidebilir miyim?"

"Ah tabi! Ben de yerimde seni bekliyor olacağım."

Başımı salladım. Olivia uzaklaştığında yavaşça kapının kulpunu aşağı çektim ve içeri girdim. Onun dışında kimse yoktu, ve o aynadan kendine bakıyordu. Kapının açılma sesini duyduğunda bana doğru bakmıştı ve yine göz göze gelmiştik. Aniden yerinden sıçramıştı.

"B-burada ne işin var?"

"Sence? Peşinden geldim."

"Neden?"

"Çünkü benden kaçıyorsun!"

"Hayır kaçmıyorum! Neden kaçayım ki?"

"Bilmiyorum..." Ona doğru yaklaşıp yanağını okşamıştım. Ve yine her zamanki gibi benden kaçarmış gibi, kafasını geri çekerek cevap vermişti.

"Yapma... Arkadaşlar birbirine böyle dokunmaz..."

Elimi geri çekmiştim. "Pekala, dokunmazlar. Ama en azından konuşurlar. Ve birbirlerine yalan söylemezler."

"Hep konuşmak zorunda da değildirler!"

"Benim bildiğim arkadaşlarım konuşuyorlar ama."

Başını yana eğmiş, bakışlarını çaresizlik duygusu ele geçirmişti. Sanki bir şeyi anlatmaya çalışıyor da, kimse anlamıyor gibiydi.

"Sen de haklısın tabii. Bazen kelimeler iletişim için yetersiz kalabilir." Ellerimi her iki yanına sabitleyip, onu lavabo mermeri ile arama almıştım. Gözleri kocaman açılmış, öylece bana bakıyordu. Göğüs kafesi hızla inip kalkıyor, saniyede üç kez atan kalbinin sesini buradan duyabiliyordum. Heyecanlanmıştı. Bu sadece bir arkadaşlık değildi. Ama öyle olması gerekiyormuş gibiydi...

"Ben böyle anlarda, bakışlarımı kullanıyorum." Yavaşça kafamı kaldırıp gözlerinin en derinine bakmıştım.

"Kendimi koca bir denizde kaybolmuş gibi hissediyorum Thomas..." Zar zor çıkan sesiyle mırıldanmıştı. Yüzümü yavaşça onunkine yaklaştırıp aramızda azıcık bir mesafe kalmasını sağlamıştım.

"Nasıl yani?"

Her kelimemde ona biraz daha yaklaşıyordum. Artık neredeyse burunlarımız birbirine değiyordu. Tam o anda küçük bir anons sesi yankılandı etrafta.

"Son 3 dakika! Lütfen herkes yerlerine otursun."

Duyduğum sözlerle kafamı hafifçe yana eğip devam etmiştim. "Sanırım gitmemiz gerekiyor..."

"Hm hm..." Ancak anlamsız seslerle cevap verebilmişti bana.

"Önce sen çık." Nedenini sorar gözlerle ona baktığımda, açıklamak için devam etmişti.

"Yanlış anlaşılmayalım."

Kafamı sallayıp yavaşça ondan ayrılmış, kapıya doğru adımlamıştım.

"Pekala, nasıl istersen..."




.
'●~♡°◇"*▪.

Bakınız "okullar açıldı ders çalışmam gerek" triplerine girmeyip, size yb atan yazarınıza alırım artık bi h.o.

Nothing is a Coincidence. ~Tom Hiddleston~ [devam ediyor] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin