Cihan şu iki günde öylesine yorulmuştu ki, tek istediği biraz huzur ve biraz sakinlikti. Hayata atılmanın ne kadar zor olduğun görmüştü. Bu kadar genç yaşında hem evliliği vardı hem de çalışması gerekiyordu. Uzun yıllardır bu Boztaş Holding'in geleneğiydi. Bu şirketin yönetimi hep bir sonraki erkeğe geçerdi ailelerinde. Cihan sıradakiydi ve bu kadar köklü bir şirketin yönetiminin omuzlarında olmasi onu ister istemez geriyordu.
Camla çevrili odasına girdi. Öğlen yapılacak toplantıya kadar biraz dinlenmek istiyordu. Kravatını bollaştırıp sandalyesinde geriye yasladı başını. Ama gözünü kapattığı her an aklına Sanem geliyordu. Kumral saçları sıcak kum tanelerini getirdi aklına, gözleri yemyeşildi. Sahi ne güzeldi gözleri. İçi rahat etmeyecekti belli ki. O da koşturuyordu sürekli, üstelik hamileydi. Telefonunu eline aldığı gibi rehberde Sanem'in adını buldu. Sağa kaydırarak aradı. Derin bir nefes aldıktan sonra açmasını bekledi.
"Alo?"
Sesi yorgundu
"Alo, Sanem?"
"Iıı,şey efendim."
Cihan ne diyeceğini hiç planlamamıştı
"N'aptınız? Hallettin mi?"
"Evet gelinlik dahil çoğu şey halloldu. Bir tek senin düğüne gelmen kalıyor sanırım."
Cihan'ın dudağı hafifçe kıvrıldı. Hoşuna gitmişti
"İyi, öğlen toplantım var sonra yemek yiyelim, birkaç konu daha var anlatacağım."
Sanem'in onayladığını duyunca telefonu kapatıp derin bir nefes verdi. İçi çok tuhaftı. Hem ruhu daralıyordu, hem de Sanem'in yüzü aklına geldikçe içi serinliyordu. Garipti. Eliyle yüzünü sıvazlayıp ayağa kalktı. Masaya şöyle bir göz gezdirirken gözüne bir kağıt parçası ilişti. Beyaz bir kağıtın üzerine mavi pilot kalemiyle bir şeyler yazılmıştı. Kaşlarını çatarak kağıdı eline aldı
"Ne tuhaf değil mi Cihan Boztaş
Yıllar sonra karşılaşacak olmak.
Üstelik bu kadar telaşın arasında
Bir de başına bu eklenmesi!
Yazık olacak Cihan Boztaş!
Ama az kaldı bana yaşattığın depremin enkazında kalmana,
Oyun başlıyor!"
Cihan'ın kaşları iyice çatıldı. Içini bir huzursuzluk kapladı. Kim nasıl bir oyun oynuyorsa kafasına pek takmamaya çalıştı çünkü ne komikti ne de bununla uğraşacak vakti vardı. Kağıdı buruşturup dudaklarının arasından bir küfür yolladı. Çöpe gönderdiği kağıt parçasına bir kez daha bakıp kapıyı çarparak dışarı çıktı.Cihan'la konuşalı 45 dakika geçmişti. Siyah şortumu giyip üzerime beyaz gömleğimi geçirdim. Saçlarımı elimle düzeltip parfümümü sıktım. Telefonumu elime alıp salona geçtim. Eylül salondaydı, beni görünce doğrulup gülümsedi.
"Gelinimiz de gelmiş!"
Gülümseyip kendimi koltuğa bıraktım
"Sen de yavaş yavaş kendine bir şeyler bak bence, çok az kaldı."
Eylül bakışlarını kaçırarak kafasını salladı ve gülümsedi
"Kalabalık olacak mı?"
Kafamı salladım
"Maalesef , Cihan'ın çevresi çok kalabalık."
Bir şeyler mırıldandığını duydum ama anlamamıştım.
"Çok seviniyorum sizin adınıza,umarım hep mutlu olursunuz."
Gözlerimin içine bakarak konuşuyordu ama bana biraz tuhaf gelmişti. Sanki kinaye yapıyor gibiydi ama bunu, onu uzun yıllar boyunca görmeyişime bağlamıştım.
Telefonumla biraz daha ilgilendikten sonra saati kontrol edip yerimden doğruldum. Eylül'e gülümseyip
"Ben dışarı çıkıyorum, bir şey istiyor musun gelirken?"
Bir süre yüzüme boş boş baktı, cidden bir süre sonra sabrınız taşmaya başlıyor bunu gayet iyi anlamıştım.
"Yok"
Biraz daha durdu
"Ben de gidip kendime bir şeyler bakayım, malum düğünümüz var!"
O da ayağa kalkıp benimle aynı hizada durdu. Ne yaptığını anlamıyordum. Kimlerle, nerede takıldıysa belli ki davranışları da etkilenmişti Kanada'da.
Çantamı koluma alarak ayakkabılarınmı giyip dışarı çıktım. Hava çok sıcak değildi, biraz yürümek iyi gelir diye düşünüp hiçbir araca binmedim. Yol boyu Eylül'ü düşündüm. Bu kadar yabancılaşmış olması kafayı yememe sebep oluyordu. Ama onu da anlamaya çalışıyordum, buraya gelmesi, yeni bir düzen kurmaya çalışması kolay olmuyordu eminim ki. Telefonumu açıp Cihan'ın attığı konuma baktım. Gelmeme çok az kalmıştı, biraz daha yürüyerek etrafıma bakınsam görecektim. Sonunda mavi nokta kırmızı hedefin hemen yanında durdu. Geldiğimi anlayıp telefonu çantama kaldırdım. Etrafa biraz göz gezdirdiğimde Cihan'ı görmek zor olmamıştı. Siyah kotu, beyaz gömleği ve simsiyah saçlarıyla oturuyordu. Simsiyah gözleri saçlarını tamamlayan bir bütün gibiydi. Dudakları...Bir insanın dudakları bu kadar pembe ve güzel olabilir miydi sahi? Nasıl koruyacaktım onu başkalarından? Ben bile bakmaya kıyamıyorken başkasından nasıl sakınacaktım? İçimi bir sıkıntı basmıştı ve bu da hormonların etkisinden olacak ki gözlerim doluvermişti birden. Gözlerimi silmeye çalışırken Cihan'ın yanına gidip sandalyelerden birini çekerek oturdum.
Cihan kaşlarını çatarak yüzüme baktı
"Sanem? Sen ağladın mı?"
O kadar belli oluyor muydu ya? Hayır açıklayamazdım ki şimdi bunu da.
"Hayır nereden çıkarttın?"
Gözlerime biraz daha dikkatli bakıp eliyle kirpiklerime dokundu. Içimin yandığını hissedebiliyordum. Sanki bir yanardağın yanında duruyormuşum gibi içim yanıyordu. Kalakaldım ve bir şey söylemesini bekledim
"Ağlamışsın belli, ne oldu Sanem söylesene?"
Konuyu değiştirmeye çalışarak aceleyle ellerimi göğsümde birleştirdim
"Ağlamadım diyorsam ağlamamışımdır işte, ne oldu ne konuşuyoruz?"
O da geriye yaslanıp eliyle saçlarını karıştırdı
"Malum bir evimiz olacak."
Ah günlerdir aklımı kurcalayıp da sormaya çekindiğim konuyu kendiliğinden açmıştı. İçimin rahatladığını hissediyordum
"Yani, doğru."
"Bir ev ayarladım, açıkçası çok da dikkat etmedim ama yarın istersen bakabilirsin. Tam adresini zaten sana atarım, emlakçı anahtarı saksının içine bırakacakmış bugün gidip elden alma fırsatım olmadı."
Yani bu kadar hızlı olması beni de şaşırtmıştı ama bir yandan da bana hiçbir şey sormaması sinirlerimi bozmuştu. Hiçbir şey paylaşmıyorduk, evlen ve bitsin. Bu kadarlık bir hikayemiz mi olacaktı? Beni kalbine almaya çalıştığını kendisi söylemişti. O otoparkta, kollarının arasındayken söylemişti. Ama bunu bilmeseydim, bunu asla kendim çözemezdim. Bana hiç yardımcı olmuyordu. Belki de bana anlattıklarından dolayı çaba sarf etmiyordu. Ya da söylediği her şey yalan mıydı? Sırf susayım diye miydi her şey? Aklım bunlarla meşgulken bir cevap vermem gerektiğini fark edip kafamı tamam anlamında salladım.
"Ne yiyorsun?"
Menüyü önüme açıp bir şeyler söyledim. Ama aklım hâla aynı konudaydı.
Yemeklerimizi yerken de konuştuğumuz tek şey düğünümüzdü. Zaten az konuşuyordu, ve bunu da sadece düğün için yapması da sinirimi bozuyordu. Her şey sinirimi bozuyordu. Ve Cihan'la aramızda bir şeyler olacaksa bu sessizliği, bu soğukluğu aşmamız lazımdı. Yemeklerimizi bitirdikten sonra artık başka bir şeyler konuşmak istediğimden Cihan'a bakarak konuştum
"Doğduğunda da saçların böyle miydi?"
Kaşlarını kaldırıp bana baktı
"Nasıl mıydı?"
"Böyle simsiyah, çünkü bu kadar siyah saçı ilk kez sende görüyorum."
Hafifçe gülümsedi
"Hayır sapsarıymış."
Gözlerim birden büyümüştü bu nasıl mümkün olabilirdi ki?
"Sapsarı mı?"
"Evet büyüdükçe koyulaşmış"
Gülümsedim
Biraz daha bu konulardan konuştuktan sonra saate baktım. Saat 4'e geliyordu. İkimiz de aynı anda kalktık. Hesabı ödeyip geldiğinde ben de Nehir'e mesaj atmıştım. Bugün hiç konuşmamıştık.
Cihan yanıma geldiğinde parkın önünde yavaşça yürüyorduk.
"Sanem sana bir şey soracağım ama bana cevap vermeni istiyorum."
Tövbeestağfurullah ne soracaktı ki şimdi.
Tereddütle "evet?" Diyebilmiştim. Sesimdeki endişeyi de gizleyememiş olmalıyım ki açıklama gereği duymuştu
"Endişlenmene gerek yok, sadece sabah neden ağladığını soracaktım."
Içimdeki rahatlamayla birlikte kaşlarımı çattım. Mesele ona nedenini söylemek istememem değildi. Nasıl söyleceğimi bilemeyişimdi. "Ya ben seni kendi kafamda başkalarında kıskanıp paronayak gibi ağladım da çok da önemli değil yani."
Biraz durdum. Bu sırada Cihan bir banka oturmuştu. Banklar... Biz ne zaman bir araya gelsek sürekli bir bank karşımıza çıkıyordu ve bir şekilde tüm konuşmamız banklarda oluyordu. Teşekkür ederim banklar! Evleneceğim adamla biraz olsun konuşmamıza yardımcı oluyorsunuz!
Ben de yanına oturarak ne diyeceğimi tartmaya çalışıyordum. Acaba yalan mı söyleseydim? Ama bu kadar kısa sürede bir şey üretmek istesem ya aşırı saçma olurdu, ya da üretemezdim zaten.
Içimden ne geliyorsa söyleyecektim, beni bir salak olarak görse de.
"Çok güzelsin."
Ağzımdan çıkan bu iki kelimeyle kafası yavaşça bana döndü
"Neyim?"
"Güzelsin,çok."
Bir şey anlayamamasını gayet iyi anlıyordum bu yüzden kendim devam ettim.
"Saçların, dudakların, ellerin, yüzün hepsi çok güzel. Bu kadar güzel parçalardan oluşmuş bir bütünken ben seni nasıl koruyabilirim başkalarından? Nasıl sana bakarken gördüğümü görmesinler diye sakınabilirim seni?"
Bunları tekrar hatırlamak sesimin titremesine neden olmuştu. Ister istemez gözlerim tekrar doldu ve Cihan'ın bana bakan gözlerindeki gülme isteğini çok net görebiliyordum.
Ani bir harektle elimi eliyle tuttu.
"Gerek kalmayacak."
Diğer eliyle tekrar gözümü silerken durulmuş olan yanardağın tekrar ısındığını hissedebiliyordum.
"Gerek kalmayacak çünkü beni bir tek sen göreceksin. "
Içim öyle büyük bir hızla ısınıyordu ki birazdan patlayacak gibiydim.
"Beni bir tek sen duyacaksın."
Biraz daha yaklaştı yanıma ve saçımı kulağımın arkasına attı
"Sana sevgi sözcükleri fısıldıyor olmamam, dibinden ayrılmıyor olmamam, o çok beğendiğin dudaklarımın başkasına deyecek olduğunu göstermez."
Nefesimi tuttum. Artık gözyaşlarım bile akmıyordu çünkü onlar da sanki devamını merak ediyormuş gibi durmuştu.
"Hayatımın ne kadar karışık olduğunu biliyorsun Sanem. Bu kadar ani evlenmek, iş hayatı. Her şey çok üst üste geldi. "
Ne diyeceğimi bilemiyor halde yüzüne baktım. Tek istediğim şu an beni öpmesiydi ya da kalkıp gitmesi. Çünkü bu konuşma devam ederse ya ağlamaya devam edecektim ya da bayılacaktım.
Dudaklarımı araladım ve titreyen sesimle konuştum
"H-haklısın ama..."
"Aması yok Sanem, aması yok. Böyle olacak. Bir daha da kendini böyle şeylere karşı üzme.
Gözleri de çok güzeldi, simsiyah.
"Ve senden ne bununla ilgili..."
Elimi tutan elleri sıcacıktı. Buz tutmuş ellerimin üzerine öyle yakışıyordu ki
"...ne de buna benzeyen bir şeyle ilgili..."
Ve dudakları, gerçekten nasıl bu kadar pembeydi? Sanki tanrı onu yaratırken bu kadar kasvetin içinde bir renk katmak istemiş ve paletinden pembe rengini dokundurmuştu dukaklarına.
"...Üzüldüğünü duymak istemiyorum."
"Çok güzelsin"
Diye fısıldadım tekrar. Afallamıştı ve yüzüne bir gülümseme yerleştirmişti
"Çok mu?"
Gözlerimi yüzünden ayırmayarak konuştum
"Çok."
Dudaklarıyla hafifçe dudaklarıma dokundu. Sanki şey diyordu "Dediklerimin hepsi gerçek, ve sana bunu daha fazla nasıl anlatırım bilmiyorum."
Ona ben de nazikçe karşılık verirken benim demek istediğim de şuydu;
"Seni anlıyorum ama benim de ruhum çok yoruluyor, ne yapsam çıkışı bulamıyorum bazen. "
Bu farklı dilde konuşmamız bitince alnını alnıma dayadı ve bir süre öyle durduk. Kıpırdayamıyordum. Sanki buna ihtiyacım vardı ama bir anda utanmıştım nedense.
Elimden kaldırıp arabasının olduğu yere doğru ilerledik. Hiçbir şey konuşmadık. Kendimle hesaplaşmaya devam ediyordum.
Geldiğimizde Cihan sileceğe sıkıştırılmış bir kağıt parçasını eline alıp okudu. Okudukça kaşları çatıldı ve etrafına baktı.
"Ne yazıyor?"
Diye sorduğumda "hiç" tarzı bir mırıldanmayla beni geçiştirdi.
Üstelemeyip arabaya bindim. Telefonumu çıkartıp saate baktım
5.43
.............
Cihan yol boyunca Sanem'in dediklerini düşündü. Neden böyle şeyler söylemişti ki? O böyle dedikçe içi acıyordu. Onu seviyordu, kalbini, kendisini. Ama yelkenlerini hemen indiremeyeceğini bilmesini istiyordu bir yandan. Bunu ona nasıl en basit şekilde anlatabilirse, öyle anlatmaya çalışıyordu hep.
Arabanın önünde durduklarında silecekte bir kağıt parçası duruyordu. İlk önemsememişti ama tanıdık bir el yazısıyla yazılmış bir not daha bulmuştu.
"Bu sahne çok tanıdık,
Belki yaşanmamış olsa da benim zihnimde her gün yaşanıyordu Cihan Boztaş.
Bu sahne çok tanıdık,
Ama bunu seninle yüz yüze konuşmak için erken.
Ellerini ellerime alan benken,
Bu tanıdık sahneyi terk ettin.
Ama anka küllerinden tekrar doğuyor,
Ve bu sahnenin bir tekrarı olacak."
..........HEEEELLLOOO! Nasılsınız güzellerim, umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur ben çok heyecanlandım açıkçası. Sizce bu notları kim yazıyor ve Cihan'dan ne istiyor?
Haydi bakalım beyin fırtınası. İyi okumalar, sizi seviyorum xxx
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bebek
Novela JuvenilAdım Sanem Gürel, avukat oldum ama kollarıma bir bebek bırakan kaderimi nasıl dava edeceğim? En çok mor rengini severim ama belki de kendim için alacağım mor elbiseler yerine bebeğime mor bir tulum mu alacağım? Mesela en sevdiğim mevsim kış, ama be...