Kapının kilidini açıp bir rüzgâr gibi fırladım odamdan. Sanki annem, beni o adamın ellerine teslim edecekmiş gibi yersiz bir korkuyla koştum... Ama elimde değildi. İçimde kötü bir his vardı. Sanki bu adam benim hayatımı olumsuz bir seyirde ilerletecekmiş gibi ezici bir his... Hislerim çoğu zaman beni yanıltmazdı. Belki de tam olarak bu yüzden korkuyordum. Annem, salonun önünden hızla geçerken beni görmüş olmalı ki ardımdan seslenmişti. Onu hiç duymamış gibi kapıyı çarpıp apartmanın merdivenlerini kendimden bile beklemediğim bir hızla indim. Aynı zamanda ağlıyordum. Bir ara mahallede bana takıntılı olan manyağı saymazsak başıma daha önceden böyle bir şey gelmiş değildi. Bu seferki daha ciddi bir problemdi.
"Âsiye! Nereye gidiyorsun? Gel buraya!"
Annemin, kulaklarıma ulaşan son sesi bu olmuştu. Zemin kata ulaştığımda ağır demir kapıyı açıp kendimi dışarı attım. Eğer hızımı ayarlamasaydım Ömer'e çarpıp ciddi bir hasara sebep olabilirdim. Neyse ki son anda kendimi frenleyebilmiştim. Ömer, neredeyse gözlerinden ateş çıkacakmış gibi saf bir öfkeyle yüzüme bakıyordu.
"Ne oldu sana böyle? Nerede o adam? Bir şey mi yaptı sana?"
Endişeye bulanan sert sesiyle ard arda bunları sorduğunda, "Buradan gidelim öyle anlatacağım." deyip cevabını beklemeden kolundan tuttum.
"Hayır, o adama haddini bildirmeden buradan gitmeyeceğim!"
Kolunu elimden kurtarıp kapıya yönelince önüne geçip ellerimi göğsünün üzerine koydum.
"Ömer lütfen gidelim. Hiçbir şey yapmıyorsun. Seni bunun için çağırmadım."
Birkaç saniye boyunca bir şey demeden yüzüme baktı. Kaşları hâlâ çatıktı. Bakışlarındaki öfke bir gram bile azalmamıştı. Aksi gibi benim de ağlayasım tutmuştu. Ömer'in en sevmediği şey... Her ne kadar omzunda çok ağlamış olsam da sevmezdi ağlamamı. Yine de kendimi tutamıyordum. Yüzüne çaresizlikle bakmaktan başka elimden bir şey gelmiyordu. Tek isteğim buradan uzaklaşmak ve onunla uzun uzun konuşmaktı. Bir aksilik çıkarmasından çok korkuyordum.
Onu çağırmakla iyi yapıp yapmadığımı düşünürken içimi rahatlatarak, "Tamam..." dedi. "Gidelim."
Bunu istemediği her hâlinden belli oluyordu. En çok da dişlerini sıkmasından... Tüm öfkesini ellerinde toplayıp elimi tuttuğunda ve yürümeye başladığında ne yaptığının farkında olmadığını anladım. İçinde bulunduğum durum ne kadar vahim olsa da mahallemizden ötürü taşıdığım hassasiyetlerim hâlâ yerli yerindeydi.
"Ömer, bırak elimi. Yanlış anlayacak mahalledekiler..."
Çekmeye çalıştığım elimi daha çok sıkıp yürüyüşünü hızlandırdı.
"Başlatma mahallesine! Yürü Asiye."
Her ne kadar mahallelinin zihninde kardeş gibi olsak da bazı dedikoducular boş durmazdı. Her yere gözlerini bırakan ayaklı gazetelerimizden korkmuyor değildim. Fakat Ömer'in öfkesinden daha çok korkuyordum. Bu yüzden başka bir şey diyemeden yürümeye devam ettim.
Yaklaşmakta olduğumuz ara sokağa sapmadan önce arkamı dönüp apartmanımızın önüne baktım. Öfkeli suratıyla annemi göreceğimi zannettim ancak o heybetli adamın çatık kaşlarla ve hareketsizce bizi izlediğini gördüm. Arkamızdan gelmiyordu ve gelmeye de niyeti yok gibiydi. Göz göze geldiğimiz an yutkundum. Sanki biraz daha baksam arkamızdan koşup gelecekmiş gibi bir zanla başımı çevirip önüme baktım. Ömer, elimi tutmasına rağmen adeta beni sürükleyerek birkaç adım önümde yürüyordu. Sonunda ara sokağa girebilmiştik.
"Nereye gideceğiz?" diye gücünü yitiren sesimle sorduğumda kısa bir an yüzüme bakıp, "Bizim eve." diye cevap verdi. Başımı sallamakla yetindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÂSİYE (Düzenleniyor)
Spiritual"Ne kadar güçsüzüm değil mi? Zayıf, âciz, küçük..." Hicran, derin bir nefes alıp bana döndü. Tatlı tatlı esen rüzgârda ileri geri giden eşarbının önünü düzeltti. Son olayın etkisinden hâlâ çıkamamıştık ve parka geldiğimizden beri doğru dürüst konuşm...