"Ömer, saçmalamaz mısın bir artık!"
Artık gerçekten sinirlenmeye başlıyordum. Sanki bu çocuk, bile isteye benim sabrımı sınıyordu. Tam aramız düzeldi derken yeni bir tartışmanın fitilini ateşliyordu. Üstelik bunu oldukça rahat ve gamsız bir tavırla yapıyordu. Artık tartışmaktan ve saçma bir şekilde tekrar barışmaktan yorulmuştum.
Tam bir şey deyip hazır cevaplılığını konuşturacakken Sude'nin fok balığına benzeyen sesi kulaklarımda yankılandı:
"Ömeer! Geçen tenefüs konuştuğumuz şu meseleyi bir de özel olarak mı konuşsak?"
Önümüzdeki sıraya oturup havalı bir tavırla bacak bacak üstüne atan bu kozmetik canavarı ve yapay sesli kızı boğmak istiyordum. Lisenin başından beri Ömer'e resmen takıktı ve kendisine bir şey der umuduyla sürekli ağzının içine bakıyordu. Şu anda da mükemmel bir zamanda konuşmamızı -daha doğrusu yeni başlayan tartışmamızı- bölmüştü.
Hayır, bu özgüven nereden geliyordu anlamıyordum. En sevmediğim şeyleri yaparken bile bu kadar cesaretli davranması çok sinir bozucuydu.
"Kızım görmüyor musun, konuşuyoruz! Git, müsait değil Ömer."
Öfkeyle karşı çıkmama karşı yüzünü buruşturup gözlerini devirdi.
"Off! Sana mı dedim ya ben? Ömer'le konuşuyorum. Sen, testlerinle aşk yaşamaya devam et."
Son cümlesini kurarken öyle alaylı bir ses tonu takınmış ve öyle kibirle bakmıştı ki bu kızı artık benim elimden kimse kurtaramazdı.
"Ne diyorsun lan sen!"
Evet, tanıştırayım: Bu, öfkeli Âsiye'miz. Böyle anlarda ona dokunmamanızı ve yapacağı şeyleri izlerken on metreden fazla yaklaşmamanızı tavsiye ederiz. Aksi hâlde öfkesini size de bulaştırmaktan hiç mi hiç çekinmeyecektir.
"Hoop, kızım dur bir! Ne celallendin hemen? Sude sen de git şimdi, o konuyu sonra konuşacağız."
Ömer'de öfkemin farkına varıp olabileceklerden korkmuş olmalı ki yayıldığı yerden doğrulup omzumu tuttu. Ama tabi ki ben durmadım. Sude'nin at kuyruğu yapıp sağ omzuna attığı uzun kızıl saçlarını tutup çektim. Acıyla çığlık atıp, "Napıyosun ya gerizekalı!" diye bağırınca saçını daha çok çekip yüzünü sıraya yaklaştırdım.
"Oğlum bak... Bir daha benimle konuşurken o boyalı ağzını yayma bu bir. Konuşurken on kere düşün ve cümlelerine dikkat et, yoksa sana o cümleleri yediririm. Bu da iki!"
Saçını son bir kez daha çekip hızla bırakınca bir şey demeye cesaret edemeyerek can havliyle yerinden kalktı. Sınıfta olan birkaç kişi "ooooo" deyip ıslık çalınca ve gülmeye başlayınca gururuna dokunmuş olmalı ki, "Aptal!" diye bağırdı. "Bu yaptıklarını sana ödeticem."
"Yok abi, bu Türkçe katili dayak istiyor. En iyisi ben şuna temiz bir dayak atıp geleyim..."
İki elimi masaya bastırıp yerimden kalkmaya hazırlanınca Ömer sertçe kolumdan tutup beni tekrar sıraya oturttu. Sude de o sırada korkuyla sınıftan çıkmıştı.
"Lan otur bir yerine, kendine gel! Ne celallendin!"
"Bana 'lan' deme Ömer!"
"Ne diyeyim, 'aşkım' mı diyeyim?"
Birden sinirli yüz ifadesi silinip tek kaşını kaldırarak bunu sorduğunda daha çok deliye döndüm. Sude yetmezmiş gibi bir de o benimle dalga geçiyordu. Tüm sinirimi ondan çıkarırcasına omzuna yumruğumu geçirdim.
"Sen git o gerizekalıya aşkım de! Kıvırta kıvırta sana koşar zaten o da..."
Dalga geçmeye devam edeceğini veya gıcık gıcık güleceğini zannetsem de öyle olmadı. Ayağa kalkıp beni kolumdan tuttu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÂSİYE (Düzenleniyor)
Espiritual"Ne kadar güçsüzüm değil mi? Zayıf, âciz, küçük..." Hicran, derin bir nefes alıp bana döndü. Tatlı tatlı esen rüzgârda ileri geri giden eşarbının önünü düzeltti. Son olayın etkisinden hâlâ çıkamamıştık ve parka geldiğimizden beri doğru dürüst konuşm...