Babam ölünce hayatımın en büyük darbesini yemiştim. Başıma bundan daha ağır bir felaketin gelemeyeceğini, bir daha asla toparlanamayacağımı düşünmüştüm. Ama zaman geçtikçe bütün zanlarımda yanıldım. İlk yanılgımı, hayata devam edebildiğimi fark ettiğimde yaşamıştım. Bir şekilde tutunmak zorundaydım yaşama. Zaman, tüm hızıyla ve acımasızlığıyla ilerlerken karşı koyamıyordum. Büyüyordum. Çok hızlı bir şekilde büyüyordum hem de... Ve büyürken bu acıyla yaşamak zorunda olduğumu öğreniyordum. Hatta öyle ki, eskisinden daha sıkı yapışmalıydım hayata...
Ömer'le birlikte büyürken güçlenmiştim. Yaşadığım o büyük felaket, erken büyümeme sebep olmuştu. Çalışmam lazımdı. Çok çalışmam... Hiçbir şekilde taviz vermeden çalışmam... Ve nihayet kazanmam lazımdı. Hayallerimi süsleyen o tıp fakültesini mutlaka kazanmalıydım. Üstelik İstanbul'da değil, Ankara'da okumak istiyordum. Buradan ve annemden uzakta bir yerlerde... Kendi ayaklarımın üzerinde durana dek çilem devam edecekti. Fakat bir zaman sonra çalışmayı çile olarak görmekten çok, kendimden bir parça gibi, zorunlu bir ihtiyaç gibi görmeye başlamıştım. Nefes alıp vermek gibi, yemek yemek ve su içmek gibi bir şeydi bu... Ve çok az kalmıştı...
İkinci yanılgıyı ise başıma daha ağır bir felaketin gelemeyeceğini düşünerek yaşamıştım. Bugün, Yılmaz'la konuştuktan sonra beni başka felaketlerin beklediğine yakından şahit olmuştum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Sanki kapana kısılmıştım. Nasıl bir şeydi bu? 30 yaşında bir adam, kendinden 12 yaş küçük bir genç kızla -hiç istenmemesine rağmen- nasıl evlilik düşünebilirdi? Anlayamıyordum. Paranın her kapıyı açacağını mı düşünüyordu? Annemin para hırsından destek alarak mı bu kadar ileri gidebiliyor ve kesin konuşuyordu? Hiç bilmiyordum. Bildiğim tek şey, o adamla evlenmek istemediğimdi.
Ömür boyu sevmediğim bir adamla yaşayamazdım. Annem rahat bir hayat sürecek diye kendimi feda edemezdim. Hem, tıp okumak için de o adama ihtiyacım yoktu. Lisenin başından beri harıl harıl çalışmıştım. İyi bir yeri kazanacağıma inanıyordum. Ne özel okul istiyordum, ne lüks bir yaşam, ne de ukala ve takıntılı bir adam... Ama annem de, o adam da bu işin olacağına sonuna kadar inanıyordu. Bu beni korkutuyordu. Kendilerine bu kadar güvenerek konuşmaları, beni ikna etmek için hayallerimi kullanacaklarının bir göstergesi gibiydi.
Annem, zayıf noktamı biliyordu. Beni hep okulumla ve üniversiteyle tehdit ediyordu. Evden dışarı çıkarmamakla, tüm emeklerimin boşuna gitmesiyle... Yolun sonuna o kadar çok yaklaşmıştım ki... Eğer bana engel olacak olursa yaşayamazdım. Tüm ümidimi üniversiteye bağlamıştım ben... Fakat sırf bunun için de istemediğim bir kişiyle evlenemezdim. Evet, belki evlendiğim takdirde annem mutlu olacak ve bir daha benimle uğraşmayacaktı... Yılmaz denen herifin zaten canına minnetti. Belki ben de mükemmel eğitim veren bir özel okulda okuyacaktım. Fakat yapamazdım işte... Tehditlerinden ve kararlılıklarından korkup sinemezdim. Mücadele etmeden, sırf rahat bir hayata ve ağrısız bir başa kavuşmak için kendimden taviz veremezdim.
Ne yapacaktım ben Allah'ım?..
Yağmur dinse de eve varana kadar sırılsıklam olmuştum. Vücudum gibi beynimde sırılsıklam olmuştu. Soru yağmurları yağıp durmuştu içine. Bir çare arayıp durmuştu binbir gürültüye kapılarak... Ama bomboştu ellerim. Hiçbir çarem yoktu...
Apartmanımıza yaklaşınca kapının önünde bir ileri bir geri giden Ömer'i gördüm. Yüzü öfke dolu, adımları hızlı ve sertti. Yanaklarımdaki ıslaklığı silip dağılan ve yüzüme yapışan saçlarımı iki elimle geriye yatırdım. Yağmurda ıslandıktan sonra ağırlaşan gür saçlarıma toka dayanmamıştı. Bir yerde düşmüştü ama onu düşünecek bir hâlde olmadığım için dönüp yere bile bakmamıştım.
Apartmana iyice yaklaşınca Ömer, beni fark etmiş olmalı ki başını kaldırdı. Göz göze gelir gelmez ilk önce birkaç saniye şaşkınca yüzüme baktı. Rezil gibi iliklerime kadar ıslandığım için şaşırmış olmalıydı. Neyse ki Yılmaz denen herif, ne kadar öfkeli olduğumu fark edip arkamdan gelmekten vazgeçmişti. Buraya kadar gelseydi Ömer, ona pek iyi şeyler yapmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÂSİYE (Düzenleniyor)
Spiritual"Ne kadar güçsüzüm değil mi? Zayıf, âciz, küçük..." Hicran, derin bir nefes alıp bana döndü. Tatlı tatlı esen rüzgârda ileri geri giden eşarbının önünü düzeltti. Son olayın etkisinden hâlâ çıkamamıştık ve parka geldiğimizden beri doğru dürüst konuşm...