Hicran'ın tebessümünün altında yatan hüznü hissedebiliyordum. Gözleri yorgun bakıyordu bana. Ama tüm yorgunluğuna rağmen ümit dolu bir ışık vardı gözlerinde. Yalnızca dikkatle bakıldığında görülebilecek bir ışık... Bu teslimiyet miydi, sabır mıydı, yoksa sadece duru, dupduru bir ümit miydi bilmiyorum... Ama o ifade her neyse uzunca bir süre gözlerimi ondan ayıramamıştım.
Zil sesini duyduğumda irkilerek etrafıma bakındım. Deponun soğukluğunu tenimde yeni yeni hissediyordum. Hicran ise hiç etkilenmiyor gibiydi. Sabrına şaşırmıyor değildim.
Kollarımı bedenime sarıp, "Çok soğuk ya burası..." diye dayanamayarak söylendim. Bakışlarım yine tavanla duvarın bitiştiği köşede bulunan örümcek ağlarına kaymıştı. Gözlerimi ağlardan çekmeden sordum:
"Koskoca kırk dakika daha burada mı kalacaksın?"
Yutkunup Hicran'a döndüm ve cevabını bekledim. Bir kırk dakika daha burada kalmak fazla cesaret isterdi.
Burukça gülümseyip, "Üşümüyorum ki..." dedi. Feracesinin kalın kumaşını tutup bıraktı. "Formamın üzerine kalın kazak giydim."
"Anladım..." diye mırıldanıp oturduğum yere daha fazla kuruldum. Artık yapmam gereken şeyden tamamıyla emindim.
"Üşüme burada Âsiye... Hem derse geç kalacaksın, git istersen."
Şefkatli sesiyle beni uyardığında omuz silkip, "Gitmeyeceğim." dedim. "Ben de burada, seninle kalacağım."
Kaşları kalktı, gözleri şaşkınlıkla irileşip birkaç dakika boyunca yüzümde gezindi. Böyle bir harekette bulunmamı beklemiyor gibiydi.
"Ama neden?"
İlk derste Hicran'ın yaşadıkları aklıma gelince yüzümü buruşturdum.
"Çünkü bir aptallık ettim ve bunu telafi etmem lazım."
"Estağfirullah, neden öyle diyorsun?"
"Hoca sana haksızlık yaptı. Normalde susmazdım ama o an nedense biraz çekindim. Seni savunmam gerekiyordu. Özür dilerim... Bu haksızlığa göz yumduğum için..." Doğru bir şey yapıyor olmanın gönül rahatlığıyla gülümseyip Hicran'a göz kırptım. "Hayatta bazı şeyler, alacağımız notlardan daha önemlidir."
O da şaşkınlığı geçince gülümsedi. Elindeki Kur'an'ını göğsüne bastırıp diğer elini omzuma koydu.
"Teşekkür ederim... Geldiğimden beri hep yanımda oldun. Allah senden razı olsun. Ama ne olursa olsun benim için kötü duruma düşme Âsiye... Buna razı olamam."
Söylediklerinden sadece ismimi telaffuz ediş şekline takılmıştım. Kaşlarımı kaldırıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Maalesef dayanamayıp gülmüştüm. A harfini uzatması biraz tuhaf gitmişti. Yanlış anlamasın diye açıklama yapmam gerekiyordu. Boğazımı temizleyip ciddi bir ifade takındım.
"Şey... Sen 'a' harfini uzatınca biraz tuhaf geldi de... O yüzden güldüm."
Bu tepkim için herhangi bir şaşkınlık emaresi göstermeden gülümsedi. Sanki bunu dememe hazırlıklı gibiydi.
"İsminin doğru okunuşu bu çünkü... Âsiye, Arapça kökenli bir isim. Biliyorsundur, Arapça çok derin bir dil. Bazı kelimeler vardır ki uzatmasını koymadığında bile anlam değişir. Hatta senin ismindeki "s" harfi eğer '"sad" ile yazılırsa günahkâr anlamına gelir, yani anlamı kötü olur. Eğer "sin" ile yazılırsa kötü bir anlam ifade etmez."
Onu dikkatle dinledikten sonra başımı sallayarak onayladım.
"Hmm... Anladım. Yani, Arapça kökenli bir ismim olduğunu biliyordum ama doğru okunuşunun bu olduğunu bilmiyordum. Ben yine de Asiye'yi kullanmayı tercih ederim. Ama sen istediğin gibi hitap edebilirsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÂSİYE (Düzenleniyor)
Espiritual"Ne kadar güçsüzüm değil mi? Zayıf, âciz, küçük..." Hicran, derin bir nefes alıp bana döndü. Tatlı tatlı esen rüzgârda ileri geri giden eşarbının önünü düzeltti. Son olayın etkisinden hâlâ çıkamamıştık ve parka geldiğimizden beri doğru dürüst konuşm...