《0.1 : İlk Gün》

1.2K 65 33
                                    

Gözlerimi açtım ve saate baktım. Sadece iki saat uyuyabilmiştim. Jong Soo abi hala uyuyordu. Kulaklığımı taktım ve yolu izlemeye döndüm. Kulağıma dolan A Thousand Years şarkısı moralime hiç iyi gelmiyordu. İçim zaten bir buruktu. Kalbimde garip bir sızı vardı. Burukça gülümsedim. Sanırım yaklaşık iki saat de dışarıyı izledim. Muzik listem kafamı dağıtmama hiç yardım etmemişti. Yüz küsür şarkıdan sadece yirmi-otuz tanesi slowdu ve şansıma neredeyse hepsi arka arakaya gelmişti.

Yemek dağıtmaya başladıklarında fark ettim Jong soo abinin uyandığını. Yemekleri görünce gözleri parladı adamın resmen. Ben ne kadar istemediğimi söylesem de müstakbel menejerimin ısrarları üzerine önüme koydular yemeği. Ne olduğunu bilmediğim bir Kore yemeyiydi. Biraz utanarak kafamı belli belirsiz ona çevirdim ve ne yaptığına baktım. Tabağın yanındaki uzun kağıdı yırtıp içinden iki tahta çubuk çıkardı. Tabii ya! bunu bile unutacak kadar mı karışıktı kafam?

Önüme dönüp tekrar yemeye baktığımda bizim mevlitlerde verilen pilavın konduğu plastik, beyaz tabağa benzer bir tabak vardı. Biri büyük üçü küçük, dört kısma ayrılmıştı. Küçük kısımlarım birinde mukbang videolarından bildiğim kimchi vardı. Diğer ikisinde de daha önce gördüğüm ama adını bilmediğim iki meze denebilecek yiyeceklerdendi. Ve asıl kısımda pilavın üzerine yerleştirilmiş, haşlanmış çeşitli sebzeler vardı. Buna benzer bir yemek görmüştüm. Hatta çok ünlü yemeklerden biriydi Korede ama o an bir türlü gelmemişti nedense aklıma.

"Karıştırarak yersen daha lezzetli olur." Dönüp gülümsedim.

Az önce yırttığım kağıt poşetten çıkan kaşığı elime aldım ve karıştım. Karıştırma işi bitince kaşıkta kalanları temkinlice ağzıma atıp tadına baktım. Hoştu, güzeldi de benim için biraz azdı tuzu. Omuz silkip elime çubuklarımı aldım. Kullanmayı biliyordum. Evde, bir japon mağazasından bulduğum metal çubuklarımla yerdim bimden aldığımız noodleları. Çubukları da yanıma almıştım zaten. Adını hatırlamadığım o tanıdık görüntüye sahip yemeyi yavaş yavaş yemeye başladım. Yedikçe daha güzel gelmeye başlamıştı. Muhtemelen açlıktan. Bitirdiğimde baya beğenmiştim aslında. Belki de Kore yemeklerine alışmak o kadar da zor olmaz.

Uçuşun bitmesine yakın ayaklarımı hissetmiyordum. Bu kadar uzun süre oturmak... Hiç benlik değildi. En son dizlerimi kendime doğru çekip başımı üzerlerine koymuş şekilde dışarıyı izliyordum. Pilotun karizmatik sesiyle etraftaki herkes yerinde bir kıpırdamaya başladı. Allah'tan anonsu İngilizce olarak tekrarladı. İnmek üzereymişiz, kemerleri bağlamalıymışız falan. Klasik şeyler. Bir kaç dakika içinde uçak sarsılmaya başladı ve inişe geçtik. Yaklaşık on bir saatlik yolculuk bitmek üzereydi. Gelmiştim. Başarmıştım.

Jong Soo abiyle birlikte indik ve bavulum için beklememiz gereken yere gitik. Hava karanlıktı. Telefonumda Kore saatide ayarlı olduğundan saatin kaç olduğuna bakabiliyordum. On bir buçuk. Bavulum gelince uzanıp aldım ama Jong Soo abi elimden aldı ve kendinin taşıyacağını söyledi. Ne kadar itiraz etsemde bana vermedi. Kendimi mahçup hissetmekten alıkoyamadım. Ocak ayında olduğumuzdan Kore haliyle soğuktu da bayağı. Atkımı yanıma aldığım için memnundum. Yine de üşüyordum.

Havaalanının dışında biraz bekledik. Siyah bir araba geldi. Jang Soo abi bavulumu bagaja koyup ön koltuğa geçmemi işaret etti. O da yanıma, şöför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı. Arabayı getiren adam kimdi acaba?

Uyuyakalmışım... Şirkete geldiğimizi fark etmemiştim bile. Dışarıyı da izleyememiştim. Bıraksalar daha uyurdum orası ayrı mesele. Tövbe Yarabbim, bu ne böyle! Şirket binasını görünce ağzım açık kaldı. Arabadan indiğimde bakmaya devam ediyordum.Öküzün trene baktığı gibi binaya bakıyordum resmen. Jong Soo abi bavulu almış yanıma gelmişti bile.

For A Dream || Can I Be An Idol?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin