FİNAL

12 0 0
                                    

10 Nisan 2014

Sessizlik..

Kocaman bir sessizlik..

Sunmoonblood'ın yarısında oluşan bir çukur..

Ölüm sessizliği gibiydi.. Bütün gözler beni izliyordu. Fısıldamalar başladı. Herkes beni bekliyordu ama ben hareket edemedim. Notaların yerleri uçmuştu, silinmişti aklımdan.. Yapacağım en doğru şey burayı terk etmek olacaktı. Kalktım ve ardıma bakmadan oradan uzaklaştım. Hemen telefonumu çıkardım ve John'u aradım. Uzunca bir çalıştan sonra açtı.

"Efendim?"

"John, ben Abby."

"Ahh, Merhaba!"

"Çok kötü bir şey oldu John, hastahanede misin?"

"Evet de neler oluyor, Abby?"

"Yarım saat sonra oradayım." diyerek kapattım ve arabaya atladım. 33 yıldır bildiğim şeyi nasıl unutabildim? Piyanomu nasıl çalamadım? Sonunda otoparka geldim. Arabamı park edip hastahaneye koştum. John'un kapısını çalmadan içeri girdim. Girer girmez John ayağa kalktı ve yanıma gelerek kollarımdan tuttu.

"Neler oluyor? Gel şuraya otur ve sakince anlat."

"Konser sırasında.. Notaların yerlerini bilemedim. John çok korkuyorum." ağlamaya başladım ve John gelip bana sarıldı.

"Öğreneceğiz." diyerek gözlerime sorgulayıcı bir şekilde baktı başımı aşağı yukarı salladım. Sekreterine dönerek  " Bugün her şeyi iptal et. Dostumun bana ihtiyacı var." dedi ve beni bir takım testler için götürdü. Beyin filmi, kan tahlilleri ve laboratuvar tetkiklerinden sonra John beni odasına götürdü.

"Sonuçlar birazdan elimizde olur. Bir şey içmek ister misin?"

"Hayır, teşekkürler."

"Sen beni arayınca hemen yola mı çıktın?"

"Evet."

"Abby, yarım saatte burada olman gerekirdi. Ama sen arayalı 2 saat olmuştu."

"Ya, hiç sorma. Trafik çok yoğundu."

"Yalan söyleme!" Nasıl da anlamıştı hemen. Bence iyi bir bahaneydi. Ama sert bakışları yüzünden gerçeği söylemek zorunda kaldım.

"Pekâlâ.. Yolları karıştırmışım. Yanlış yöne sapmışım ve hatırlamam uzun sürdü." Bana delici gözlerle bakıyordu. Bu bakışları hiç sevmemiştim. Aniden kapının çalınmasıyla irkildim.

"Gel." İçeriye elinde bir dosya ile sekreteri girdi. Dosyayı John'a uzattı ve dışarı çıktı. John dosyayı açtı ve göz atmaya başladı. Yüzünde hiçbir şey belli olmuyordu. Buz gibi ifadesi vardı her zamanki gibi..

"Sen benim 6 yıllık dostumsun, Abby. Bu yüzden sana açık açık anlatacağım.. Hani seninle ölüm hakkında konuşuyorduk. Yıllarca ölümü yanında taşıyanlardan bahsediyorduk. Hatırladın mı ? Kanser olanlar, epilepsiler... Abby, biz asıl en önemlisini unutmuşuz.. Alzheimer... Yani halk arasında..."

"43 yaşındayım..."

"Bu yaşlarda da görülebiliyor. Ama Abby, ilerlemiş. Tedavisi yok." derken ağlamaya başladı. Onun için de zordu elbette.

"Beynindeki sinir hücreleri yok olmaya başlamış... Üzgünüm, Abby. Artık araba kullanamazsın. Ya da piyano çalamazsın.." sessizce dinliyordum onu. Hızla ilerlediğini ve artık dikkat etmem gerektiğini, sürekli evde olmam ve notlar yazmam gerektiğini anlattı. Ona söyleyecek kelime bulamıyordum. Ama sonunda bir soru sorabildim.

"Ne kadar?"

"Ne?"

"Ne kadar zamanım var?"

"En fazla 7 gibi görünüyor."

"7 yıl."

"Evet."

Daha fazla bir şey duymak istemiyordum. Arkamdan koşmasını ve bir şeyler mırıldanmasını görmezden gelerek arabama bindim ve eve uğradım. Bir kaç parça gerekli eşyaları aldım ve havaalanına gittim. Artık burada bulunmamın bir anlamı yoktu...

11 Nisan 2014

Eski evime öylece bakıyordum. Dönüp dolaşıp geleceğim yer burasıydı demek ki...

"Abby?" benden yaklaşık 20 yaş büyük olan bir teyze bana doğru yaklaştı.

"Gerçekten sensin, değil mi?" diyerek bana sarıldı.

"Üzgünüm sizi tanımıyorum. Beni birine benzettiniz sanırım."

"Abby, ben Marie Teyzen. Hatırlamadın mı?"

"İsmimi nereden biliyorsunuz bilmiyorum ama gerçekten gitmem gerek." diyerek evime girdim ve kapıyı kapattım. Arkamı döndüğümde bir sandıkla karşılaştım. Büyükçe bir sandıktı. Sandığın yanında da bir bavul vardı. Bavulu açtım ve içinden 20 yıllık giysilerim çıktı. Ve bir kitap da buldum. The Satanic Verses. En sevdiğim kitaptı bir zamanlar.. Aldığımı atmamış olmak beni sevindirdi doğrusu. Boynumdaki anahtarı çıkardım ve odayı açtım.Sandığı odadaki yatağın yanına kadar taşıdım. Sonra bende yatağa oturdum. Başucunda bir günlük vardı. Açtım ve okumaya başladım...

Okumayı bitirdiğimde saat sabaha karşı 3'tü. Ve ben yıkılmıştım. Bitiktim.. Ian  bana yıllar önce sevdiğini söylemişti aslında. Ve ben aptal gibi bu kapıyı kilitlemiştim. İçeri hiç girmeden... Eğer girseydim belki de bugün her şey çok farklı olabilirdi.. Sandığa yöneldim ve açtım. En üstte bir keman duruyordu. Onu aldım ve boynuma yaklaştırdım. Sonra vazgeçerek onu komidinin üzerine koydum. Sen sadece Ian'a aitsin diye fısıldadım. Sandıkta Ian'ın bütün giysileri yığılıydı. Hepsini boşalttım. Dibinde bir kaç fotoğraf vardı. Elime aldığımda onların resim olduğunu anladım. Sonra incelemeye koyuldum. Uçurumun kenarındaki ben, Şaşkın ve korkmuş ifadeyle bakan ben, Koşan ben ve Ian ile ben.. Bunlar bana hiç bir anlam ifade etmiyordu. Ama bir zamanlar anlamlarının olduğunu biliyordum. Ama ben hatırlamıyordum. Sandıkta sadece bir kaset kalmıştı. Onu aldım ve kaset çalara taktım. Arkamı döndüğümde Ian karşımdaydı. Kaset çalmaya başladı.

"Secret Garden - Nocturne."

"Evet, iyi bildin!" elimden tuttu ve yatağa oturduk.

"Seni yıllardır görmüyorum Ian."

"Çünkü beni de unutmaya başladın."

"Hayır, seni unutmam ben!" Bana eğilerek yüzümü okşadı ve geriye itti. Yatağa uzandık. Ellerimiz birbirine kenetlenmişti.

"Unutuyorsun, Abby."

"Unutmak istemiyorum. Unutmayacağım, söz veriyorum."

"Bu senin elinde değil."

"Hayır, elbette benim elimde!"

"20 yıldır ne yaptığını, nelerle uğraştığını, kimlerle konuştuğunu, her şeyi biliyorum. Öldükten sonra sanki ölmemiş gibiydim. Sen başımda ağlarken, çığlık atarken ben karşında sana bakıyordum.. Kanlı gelinliğine bakıyordum. Her şeyi.mahvettim. Düğün gününü mahvettim. Hayatını yok ettim. Şu an ise bir hayaletim. Hep senin yanında dolaştım. Her gün.. Her.dakika... Her an.. Ama son yıllarda beni tanımadın. Geceleri benden korkmaya başladın. Bende korkmaya başladım. Beni tamamen unutacaksın diye.. Seni kaybetmekten öyle korktum ki Abby... Seni kaybetmek istemiyorum."

"Kaybetmeyeceksin."

"Bilemezsin." Yanından kalktım ve bütün eşyalarını yine o sandığa tıktım. Tek kaseti kaldı. O da hala çalıyordu. Çantamdan bir kibrit çıkardım ve sandığı ateşe verdim. Sonra da yatağa, Ian'ın yanına döndüm.

"Seni bir tek ben hatırlayacağım." diyerek onu öpmeye başladım...

Tiktaktiktaktiktak...

Zamanda bir sabırsızlık....

Güneş, Ay, KanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin