Aslında değildim. Hiçbir zaman da hazır olmayacaktım. Kendimi kandırıyordum, aynı zamanda Matt'i de.. Vazgeçmek için çok geçti. 3 gün sonra evleniyorduk. Anchorage'de, yaşamın kalbinde... Her şey hazırdı. Tamamlanmıştı. Kusursuzdu. Tek sorun babamın yokluğuydu...Ailemin yokluğu...
Ölüm ne kadar da basit diye düşündüm güneşin batışını izlerken. Basit ve huzurlu.. Biri gelip sizi saniyeler içinde öldürüyor ya da çarpıyor. Belki de kendiniz yapıyorsunuz bu işi. Böyle ölenler şanslı elbette. Ne de olsa saniyeler içinde ölüyorlar. Peki ya yıllarca ölümü yanında taşıyanlar.. Kanser olanlar, epilepsiler... Onlar ölümü yıllarca bekliyorlar. Ama zaten ölüm hep onlarla beraberdi. Pes edince ölüm onları yanına alıyordu, götürüyordu. İşte ölüm buydu. Yıllarca yaşanmışlığın, hatıraların saniyeler içinde hızlıca veya yıllar içinde yavaşça yok olmasıydı. Ölüm hem herkesin istemediği, korktuğu ; hem de herkesin en çok istediği şeydi... Ölüm bizi yok etmeye geldiğinde, şanslıydım ama ailem değildi...
"Abby?" gözyaşlarımı hemen silerek arkamı döndüm.
"Matt."
"İyi misin? İstiyorsan biletleri iptal edelim. Yarın da gidebiliriz."
"Hayır iyiyim gidelim."
"Peki gel bakalım." Beni kollarının arasına aldı ve kapıyı kilitleyip çıktık. Arabamıza binerek hava alanının yolunu tuttuk. 6 yıl sonra geri dönmek beni korkutuyordu...
12 Nisan 1994
Evimin önüne geldiğimde duraksadım. Eski evimin... Öylece karşımda duruyordu geçmişim. Boynumdan anahtarı çıkarıp odasına girip her şeyi yırtmak yerle bir etmek istiyordum. Bağırmak, çığlık atmak, ağlamak istiyordum. İçimdeki bu asiliğin sebebini bilemiyordum. Ama güçlüydü. Neredeyse yapacaktım..
"Hoşgeldin Abby, seni çok özledim."
"Marie teyze!" koşarak ona sarıldım. Hasta oldugumda bana bakardı. 11 yaşında yalnız başına bir evde yaşamak zordu. Yetimhane beni terk etmişti ama Marie Teyze gelmişti. Hem daha iyi kalpliydi ve çok lezzetli yemekleri vardı.
"New York nasıldı küçük hanım?"
"Muhteşem!"
"Okulun bitmiş olmalı."
"Evet 2 yıl oldu."
"İçeri gel bir kahve içelim"
"Çok teşekkür ederim Marie Teyze fakat daha aileme ziyarete gideceğim. Sana davetiye vermek için geldim. Geç kaldım, biliyorum ama ben de ancak bugün gelebildim. Kusura bakma." diyerek çantamdan davetiyeyi alıp Marie Teyze'ye uzattım. Aldı ve açtı, açar açmaz ağlamaya başladı.
"Benim minik prensesim evleniyor, ha? Ah tatlım... Tebrik ederim." Ona sıkıca sarıldım ve mutlaka gelmesini söyleyerek ayrıldım. Şimdi de sırada zor biri vardı, yarı annem olan Bayan Carle.. Tabii onunla en son 2 yıl önce konuşmuştum.
Bayan Carle'yi ikna etmek zor oldu. Çünkü başta kabul etmedi. Hayır sen evlenemezsin diye tutturdu. Evlenirsem bütün müzik hayatımın çökeceğinden endişe ediyordu. Hatta Matt'i bırakmamı ve Liam ile evlenmemi bile teklif etti. Evleneceksem kendim gibi müzisyen ile evlenmeliymişim. Ama sonunda zorla kabul ettirdim. Son zamanlarda kafayı sıyırmış. Öğretmenliği bırakmış. Şimdi evinde oğluyla birlikte kalıyordu. Bayan Carle'nin evinden çıktım ve Matt'le buluştuk. Ailemi ziyaret edecektik...
David White, Isabella White, Tommy Luke White...
Babam, Annem ve küçük Tom.. Jeffrey Lions.. Hayatımı mahveden adam ve benim gibi bir çok kişinin de hayatını da mahveden.. Keşke onu kendi ellerimle öldürebilseydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneş, Ay, Kan
FantasíaBazen disari cikiyorum,karanliga. Cunku karanlik benim dostum Cunku o huzurlu oldugum tek sey Ona bakip,keske..keske oradan biri ciksa da beni kurtarsa diyorum. Bunu istiyorum,Buna inaniyorum Beni icine cekmesini oyle istiyorum ki.. Kaybolmaktan kor...