3. Bölüm: -Koğuş-

902 169 134
                                    

Bölümü, kapağımı hazırlayan arkadaşa ithaf ediyorum. Bu güzel kapak için teşekkür ederim.

Sadece kazınmış iki büyük harf vardı. ''E.D.''. Ne anlama geliyor olabilirdi bu? Aklıma gelen ilk ihtimal bu harflerin isim ve soy isimin ilk harfleri olabileceğiydi. Peki bunu kim kazımıştı? Kum saatinin sahibi mi, yoksa daha sonra hücrede bulan başka birisi mi, Türk isyancılardan mıydı, yoksa yabancılardan mı? Belkide isyancılardan birine ait değildi. Hücrede geçireceğim zamanda zihnimi meşgul edecek bir düşünceye sahiptim artık. Yere sırt üstü uzanıp düşünmeye devam ettim. Acaba bu kişi hala burada mıydı, yoksa yakın zamanda atmosfer yapılandırması çalışmasında ölen kişilerden miydi? Beynimin içinde dönüp dolaşan olasılıklar beni biraz olsun yormuş ve uykumu getirebilmişti. Düşüncelerimle birlikte rahatsız bir tavşan uykusuna daldım. 

Kapının açılma sesi tedirgin uykumu böldü. Koridorun canlı ışığı gözlerimi iğnelerken gelen kişiye baktım. Yine daha önce görmediğim birisiydi. Yüzüme bakmadan içeriye doğru dikdörtgen bir tabaka uzattı. tabakanın üzerinde ağzı kapalı iki çukur bulunuyordu. Tabakayı yere koyup bana doğru iteledi. Tabaka bana doğru kayarken kapıyı peşi sıra kapattı. Tabakayı kucağıma doğru çektim ve kapakları açtım. Yeniden körelmiş gözlerim yemeğin ne olduğunu seçmemi zorlaştırdığından koklayarak algılamaya çalıştım.

Pirinç pilavı ve ne olduğunu tam olarak algılayamadığım bir sulu yemek. Yemekler genellikle hem uzay mekiğinde taşımak açısından, hemde muhafaza etmesi kolay olduğundan kuru bakliyatlardan seçiliyordu. Pilav ve sulu yemek yan yana bulunuyordu. Diğer bölmede ise su vardı. Suyun olduğu çukur alan tabakadan çıkarılabiliyordu. Suyu açıp bir kaç yudum içtim. Kana kana içmek istesem bile bunu yapamazdım çünkü bugün için tüm yiyecek ve içeceğim bundan ibaretti. Yemekten bir kaç lokma ağzıma aldığımda söylentilerin doğru olduğu kanaatine varmıştım. Hali hazırda kötü olan tat, bayatlık ile birleşince iyice kötüleşmişti. Yemeğin kötü oluşuna rağmen açlık ağır basıyor ve yemeğin dibini getirmeme yardımcı oluyordu. Tabakayı tekrar kapının önüne bıraktım ve su kabından bir kaç yudum daha alıp ağzımdaki yemek tadından kurtuldum. Zamanı geçirmek için bir süre daha kum saatiyle oyalandım ve volta attım. Uyumak zamanı geçirmek için birebirdi fakat rahatsız zemin ve boş mide uykunun düşmanıydı. 

Tutsak koğuşunda kendi adıma düşen sudan ayırıp biriktirerek, biraz olsun kendimi kirden temizliyordum. Burada su, sadece içmeme yetecek kadar olduğundan kirler vücudumu esir almıştı. Kirden ve nemden kaşınan vücudum, sanki geçen zamanı iyice yavaşlatıyordu.

Zaman kavramım sadece yemek getiren kişinin kaç kere gelip gittiğini saymaktan ibaretti çünkü günde bir kere geldiğini duymuştum. Yeniden kapı açılıp kapandı ve bu onun 18. gelişi olmuştu. Yoksa 19 muydu? Yorulan zihnim hatırlamakta güçlük çekiyordu.

Aradan sayamadığım biraz daha zaman geçince kapı yeniden aralandı. Yemek erken mi gelmişti? Yoksa zaman hızlı mı akmıştı? İki düşüncemde gelen yüzü görünce çürümüştü. Gelen yemek görevlisi değildi. Görevli Emily'di.

''Lütfen bırakın, çıkayım artık.'' Diye mırıldandım.

Sesim uzun zamandır kullanmadığımdan hırıltılı ve boğuk çıkmıştı. Emily yüzünde acımakla harmanlanmış bir ifadeyle bana baktı. İfadesini ciddileştirdi.

''Çıkıyorsun.'' dedi.

Kurtulmanın verdiği mutlulukla kalbim, göğüs kafesimi yumruklamaya başlamıştı. Ellerimi arkama koyup ona döndüm çünkü nakliye sırasında kelepçe kullanıyorlardı. Bir an önce buradan uzaklaşmak istiyordum.

''Kelepçelenmeye çok heveslisin.'' dedi.

''Koğuşuma ne kadar erken dönersem o kadar iyi.'' diye yanıtladım.

Ellerimi arkamda sabitledi. Koridorun sert ışığına çıktığımda gözlerim hazırlıksız olduğundan sızlayıp kısıldı. Konuşmadan aydınlık koridoru arşınladık. Koğuşların yan yana dizildiği koridora girdiğimizde koridorun direk karşısında kalan koğuştan birisi elindeki su tasını yere düşürdü. Ses koridorda yankılanırken ortak alana doğru ilerledik. Emily, ortak alanın sınırını belirleyen demir parmaklıkların önüne geldiğimizde durdu. Bileklerimi tutan kelepçeyi çözdü ve kapıyı açıp ben içeriye ilerlerken kapıyı arkamdan kilitledi. 

Bloklar ırklara göre ayrılmıştı ve bende Türk bloklarından birindeydim. Uzun bir koridorun sonunda, demir parmaklıklarla ayrılan bu bölgede metalik gri duvarlara gömülü ve yine demir parmaklık kapılara sahip koğuşlarımız bulunuyordu. Üç koğuş yan yana tam koridorun ucunda bulunuyordu. Bu üç koğuşun çaprazlarında ise karşılıklı dörder koğuş vardı. Koğuşların her biri üçer kişilikti. Koğuşların üç duvarında metal plaka yataklar bulunuyordu.

Ortak alanın merkezinde dünyadaki oturaklı piknik masalarına benzeyen masalardan dört tane vardı. Şuan bu alana dağılmış insanların hepsi gözlerini üzerimde gezdiriyorlardı. Bakışlarımı yere indirip koğuşuma ilerledim. Koğuş arkadaşlarımdan olan Gizem yatağında oturuyordu. Konuşmak için ağzını açtı fakat elimi ikimizin arasına kaldırıp onu susturdum. Yatağıma yüzüm duvara dönük şekilde uzandım ve uykunun derinliklerine yüzdüm. 

Uyandığımda daha önce temizlenmek için biriktirdiğim suyla kendimi iyice arındırdım. Ortak alana çıktığımda dün bana acıyarak bakan gözler artık soru dolu bakışlara dönüşmüştü. Ortak alanın masalarında oturan, aramın iyi olduğu kişiler beni yanlarına davet etti. Sıkıntıyla nefes verip çağırdıkları masaya ilerledim. Gizem'de aralarındaydı ve sessizliğimizi sonlandıran o oldu.

''Neden kendini öldürmeye çalıştın? Bize anlatabilirdin.'' Sesi üzgündü.

''Evet ama size anlatsam beni vazgeçirirdiniz. Neden sorusuna gelecek olursam eğer nedenim şu burada nedensizce tutulmaya tahammül edemiyorum.'' dedim.

Burada bulunmaktan her bahsettiğimde sinirlerim geriliyordu. Koğuşumuzun bitişiğinde kalan Selin ''Haklısın aramızda suçsuz olan sadece sensin.'' dedi.

''Farkında olmayışım yaptıklarımı geri almıyormuş.'' dedim görevlilerin ses tonunu taklit ederek.

Masadakiler burukça gülümsedi. ''Başarısız olmana sevindik.'' dedi Gizem.

Hepimiz yeniden güldük. Sohbet uzarken omzumun üstünden arkamda kalan masaya baktım. Altı kadın dirseklerini masaya koymuş hararetli bir şekilde tartışıyorlardı. Kadınlardan birinin bakışı bana kayınca hepsinin konuşması sakinleşti ve bana bakan gözler, aklımda dünkü düşen su tasının sesini yankılattı. Su tasını düşüren kadın oydu. Kadının adı Duru'ydu. Mavi gözlere, kahverengi saçlara ve yuvarlak yüz hatlarına sahipti. Ortalama boyuyla ve  kıvrımlarıyla dış izlenimi alımlı olan bir kadındı. Kafamda çalkalanan tas sesi yeni fikirler doğuruyordu.

Genelde koridorun karşısında kalan ekip haberci olarak çalışırdı. Koridorun ucundan görevli geldiğini gördüklerinde çıkardıkları sesler ise onların kullandığı alarmdı. Bu nedenle su tasının düşmesi kesinlikle bir şeyin habercisiydi. Oturduğum masadan izin isteyip masadan kalktım. Altılının bulunduğu masaya varıp avuç içlerimi masaya koydum ve konuştum. ''Neler karıştırıyorsunuz?''. Hepsi tamamen gerilmiş bir şekilde doğruldu. Yüzüme sonra birbirlerine baktılar. Sessizlik sürerken hala onlara bakıyordum. Ne yaptıklarını öğrenmeliydim. 

Bölümü beğendiyseniz lütfen oylarınızla bana destek olmayı unutmayın. 

Bu arada bölüm hakkındaki yorumlarınızı duymayı çok isterim, yorumlarınızı lütfen esirgemeyin.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Gezegene Tek YönHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin