XIX

1.9K 52 28
                                    

Ama artık içeri giriyorlardı.. Raskolnikov'un görünüşü, kahkahalarla gülmemek için kendini güçlükle tutan birini andırıyordu. Onun ardından giren Razumihin ise sırık gibi boyuyla neredeyse iki büklüm yere doğru eğilmişti, müthiş öfkeli bir görünüşü vardı, yüzü şakayık gibi kıpkırmızı, hareketleri hantal, beceriksizceydi. Gerek yüzü, gerekse genel durumu gerçekten de gülünçtü ve Raskolnikov kahkahalarla gülmekte haklı görülebilirdi. Raskolnikov, odanın ortasında dikilen ve soru dolu bakışlarla onlara bakmakta olan ev sahibini, henüz tanıştırılmamış olmasına karşın eğilerek selamladı, gülüşünü tutmak ve hiç değilse kendini tanıtmak üzere birkaç kelime söyleyebilmek için hâlâ büyük çaba harcıyormuş gibi bir tavırla elini uzattı. Ama tam bu sırada, sözde ciddileşebilmiş ve birkaç kelime söyleyebilecek duruma gelmişti, gözü sanki elinde olmadan Razumihin'e gitmiş ve artık kendini tutamamıştı. O ana kadar güçlükle bastırdığı, bastırdığı ölçüde de güçlenmiş olan bir kahkaha attı. Bu "içten" gülüşler karşısında Razumihin'in takındığı aşırı öfkeli tavır, sahneye son derece içtenlikle bir neşe katıyor, bundan da önemlisi sahneyi doğallaştırıyordu. Üstelik Razumihin, sanki bile bile yapıyormuş gibi, her şeyin kıvamını daha da artıran bir iş yaptı:

— Ah seni, şeytan! –diyerek Raskolnikov'a doğru savurduğu eli hemen oracıkta, üzerinde boş bir çay bardağı bulunan, yuvarlak, küçük sehpaya çarptı; sehpa da, bardak da şangır şungur yere devrildi.

Porfiri Petroviç, neşeyle:

— Mobilyaları ne kırıyorsunuz baylar? –diye bağırdı.– Hazineye zarardır bu!

Sahne şöyleydi: Elini ev sahibinin elinde unutan Raskolnikov, ölçüyü de elden kaçırmayarak katıla katıla gülüyor, bu duruma olabildiğince çabuk ve doğal bir biçimde son verecek zamanın gelmesini kolluyordu. Sehpayı devirmekten ve bardağı kırmaktan iyice utanan Razumihin yerdeki cam kırıklarına üzüntüyle baktıktan sonra tükürmüş, odadakilere sertçe arkasını dönerek, yüzü bir karış, görmeyen gözlerle pencereden bakmaya başlamıştı. Porfiri Petroviç gülüyor, gülmek de istiyordu, ama durumun kendisine açıklanması gerektiği de apaçıktı. Köşede bir iskemlede oturmakta olan Zamyotov, konukların içeri girdiğini görünce hafifçe yerinden doğrulmuş, ağzı hafif bir gülümsemeyle yarı açık, beklemeye başlamıştı. Sahneyi şaşkınlıkla, hatta biraz da kuşkuyla izliyor, dahası Raskolnikov'a bozulmuş gibi bakıyordu. Zamyotov'la bu hiç beklemediği karşılaşma, Raskolnikov'da da düş kırıklığına, benzer bir şaşkınlık yaratmıştı.

"Bunu da iyice bir düşünmek gerek" diye geçirdi içinden. Sonra zorlama bir utangaçlıkla:

— Bağışlayın lütfen, –diye söze başladı, Raskolnikov...

— Aman efendim, çok sevindim... Sizin gelişiniz de doğrusu sevinç, neşe doluydu... –Porfiri Petroviç başıyla Razumihin'i gösterdi.– Ne o, selam da mı vermek istemiyor?

— Ne yaptım da cinleri tepesine çıktı, bilmiyorum. Yolda kendisine Romeo'ya benzediğini söyledim, hepsi bu... Söyledim ve kanıtladım... Başka da bildiğim kadarıyla bir şey olmadı.

Razumihin yüzünü çevirmeden:

— Domuz! –diye homurdandı.

Porfiri gülümseyerek:

— Bir tek kelimeye bu kadar kızabilmesi için çok ciddi birtakım nedenleri olsa gerek, –dedi.

Razumihin birden döndü, hiçbir şey olmamış gibi gülümsedi ve Porfiri Petroviç'e doğru ilerleyerek:

— Ah, seni sorgu yargıcı! –dedi.– Hepinizi şeytanlar götürsün, e mi! Bu kadar şamata yeter! İşimize bakalım: İşte, dostum Rodion Romanoviç Raskolnikov! Birincisi senden kendisine o kadar çok söz ettim ki, tanışmak istedi; ikincisi de seninle küçük bir işi var... A, a Zamyotov! Sen ne arıyorsun burada? Siz tanışıyor muydunuz? Eski ahbap mısınız yoksa?

Suç ve CezaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin