XXXIX

1.1K 44 7
                                    

Raskolnikov, Sonya'nın odasına girdiğinde hava artık kararmaya başlamıştı. Gün boyunca Sonya onu dayanılmaz bir heyecanla bekleyip durmuştu. Dunya'yla birlikte beklemişlerdi. Dunya, Svidrigaylov'un, "bu işi Sonya da biliyor" şeklindeki dünkü sözleri üzerine, daha sabahtan gelmişti. İkisinin konuşmalarını, gözyaşlarını, birbirleriyle nasıl anlaştıklarını anlatmayacağız. Yalnız şu kadarını söyleyelim ki, Dunya bu görüşmeden hiç değilse bir avuntu elde etmişti. Ağabeyi yalnız kalmayacaktı. Çünkü Sonya'ya açılmış, büyük gizini ona söylemişti; kendisine insan gerektiğinde Sonya'ya koşmuştu. Yazgısı onu nereye atarsa, Sonya da peşinden gidecekti. Dunya bunu Sonya'ya sormuş değildi, ama böyle olacağını biliyordu. Sonya'ya büyük bir saygıyla bakıyordu. Onun bu saygılılığı Sonya'yı başlangıçta utandırmıştı, neredeyse ağlayacaktı: Çünkü, o kendisini saygı duyulmak şurada dursun, Dunya'nın yüzüne bakabilecek değerde bile görmüyordu. Raskolnikov'un odasındaki o ilk görüşmelerinde, kendisine dikkatle ve saygıyla selam veren Dunya'nın o güzel yüzü, onda hayatı boyunca erişilebilecek en güzel hayal olarak kalmıştı.

 

Dunya sonunda dayanamamış ve ağabeyini gidip odasında beklemek için Sonya'yı yalnız bırakmıştı; nedense Rodya önce kendi evine uğrar gibi geliyordu. Sonya yalnız kalınca Raskolnikov'un gerçekten de intihar etmiş olabileceği düşüncesiyle kıvranmaya başladı. Dunya da korkuyordu bundan. Ama ikisi birlikteyken birbirlerini yatıştırmışlar; bin bir gerekçe sıralayarak bunun mümkün olmadığına birbirlerini inandırmışlardı. Şimdiyse, birbirlerinden ayrılır ayrılmaz her ikisi de yalnızca bunu düşünmeye başlamıştı. Öte yandan Sonya, Svidrigaylov'un, Raskolnikov'un önünde iki yol bulunduğuna ilişkin sözlerini hatırlıyordu: Ya Sibirya ya da... Raskolnikov'un nasıl kibirli, özsaygılı olduğunu ve Tanrı'ya inanmadığını da biliyordu... Sonunda, umutsuzluk içinde: "Yalnızca ölümden korktuğu için yaşayabilir mi bir insan? Onu şu anda hayata bağlayan tek şey bu korku" diye düşündü. Güneş artık batıyordu. Sonya pencerenin önünde durmuş, üzgün üzgün dışarıyı seyrediyordu, ama penceresinden bitişik evin badanasız duvarından başka bir şey görünmüyordu. Tam mutsuz delikanlının intihar ettiğine kesinlikle inanç getirdiği sırada, kapı açıldı ve içeri Raskolnikov girdi.

Sonya'nın göğsünden sevinçli bir çığlık koptu. Ama Raskolnikov'un yüzüne dikkatle bakınca birden sapsarı kesildi.

— İşte böyle, –dedi Raskolnikov gülümseyerek.– Haçların için geldim. Sonya! Kendin söylemiştin bir dört yolağzına gitmemi, ne oldu, şimdi iş ciddiye binince korktun mu?

Sonya ona şaşkınlıkla bakıyordu. Raskolnikov'un sözleri, sesinin tonu ona bir tuhaf gelmişti. Bütün vücudundan soğuk bir ürperme geçer gibi oldu. Ama az sonra sözlerinin de, sesinin tonunun da yapmacık olduğunu anladı. Raskolnikov doğrudan onun gözlerine bakmaktan kaçınıyormuş gibi, karşıda, köşede bir yerlere bakarak konuşuyordu:

       

— Düşünüp taşındım Sonya ve böylesinin daha uygun olacağına karar verdim. Yalnız bir durum var burada... ama neyse, anlatması uzun sürer, zaten önemli de değil. Biliyor musun, canımı sıkan ne: Bütün bir ahmaklar sürüsü, aşağılık birtakım insanlar, gözlerini devire devire bana birtakım sorular soracaklar ve ben de bu sorulara cevap vermek zorunda kalacağım... Beni parmaklarıyla gösterecekler... Tüh! Biliyor musun, Porfiri'ye gitmeyeceğim, bıktım ondan. En iyisi dostum Poroh'a gitmek... Kim bilir nasıl şaşıracaklar, ne büyük bir etki bırakacağım üzerlerinde! Ama soğukkanlı olmam gerek; şu son sıralar aşırı sinirli oldum. İnanır mısın: Az önce kız kardeşime, beni son bir kez görmek için dönüp baktı diye, neredeyse yumruk salladım. Nasıl hayvanlaştığımı anla artık! Nereden nereye geldim! Neyse, haçlar nerede?

Suç ve CezaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin