Medyayı kesinlikle açın 🧶
Duştan çıktığımda üstümü giyinmek için dolabı açtım. İçeriden hatalı çalınan piyano sesini duyduğumda, çalışılmış ama unutulmuş bir şarkı olduğu ortadaydı.
Merakıma yenilip altımda sadece şortla piyanomun olduğu dinlenme odama gittim.
Bir süre arkasından onu izledim. Bir iki tuşa doğru basınca gülümsüyordu, ardından yanlış tuşa basınca kaşını çatıp baştan başlıyordu. Doğruyu buldukça heyecanlanacaktır ki terleyen ellerini kotuna sürüp baştan denemeye başladı."Piyano çaldığını bilmiyordum." Dediğimde irkilip piyanoda yanlış tuşa bastı. "Ups pardon, amacım korkutmak değildi."
"Niye çıplaksın?" Diyince gülmeden edemedim.
"Duş aldıktan sonra üstümü giyinecekken piyano sesini duydum. Merak edip giyinmeyi yarıda bıraktım."
"O kadar mı iyi çalıyorum." Dedi tekrar çalmayı denerken.
Çaldığı şarkıyı bildiğim için elimle ona kaymasını işaret ettim.
"Bak şimdi şarkıyı çalışmışsın belli." Konuşmamı bölerek lafa atıldı.
"Evet, eskiden çalışmıştım ama şimdi bir türlü hatırlayamıyorum notaları."
"Burada 52 tane beyaz tuş, 36 tane de siyah tuş var. Beyaz tuşlarda birbirine benzer sesler şarkının bütünlüğünü çok fazla bozmaz, fakat siyah tuşlar şarkının kalbidir. Şarkıyı hem mutlu hem de mutsuz yapabilirler. Hata kabul etmezler." Anlattıklarımı dudakları yarım aralık bir şekilde dinlerken en son ne söylediğimi unutmuştum.
Kuruyan dudaklarını yalayıp konuşmaya başladı. "Sen çalabiliyor musun diyeceğim de şarkıcısın, çalarsın."
Gülümseyip ustalıkla çalmaya başladım, onun çalamadığı şarkıyı.
Ellerini bacak arasına sokup gözlerini kapadı ve kendini notaların ritmine bıraktı. Bende hata yapmamak için gözlerimi ondan çektim.
Şarkının söz kısmı gelince Jungkook mükemmel ingilizcesini konuşturarak şarkıyı söylemeye başladı.
I put my heart into your hands (Kalbimi ellerinin içine koydum.)
Here's my soul to keep (Tutman için ruhum burada.)
I let you in with all that I can (Yapabildiğim kadarıyla her şey için sana izin veriyorum.)
You're not hard to reach (Sana ulaşmak zor değil.)
And you've blessed me with the best gift (Ve en iyi hediyenle beni kutsuyorsun.)
That I've ever known... (Şimdiye dek bildiğim...)
You give me Purpose. (Sen bana amaç veriyorsun.)
Piyanoyu çalmakta güçlük çekiyordum. Size tanrının sesini duyduğuma dair her şeyin üzerine yemin edebilirdim. Daha önce hiç bir insan bu kadar güzel ilahi dahi söyleyememiştir. Sesi tüm hastalıklara şifa olur, aklınızı kaçırırsınız.
Ellerim titrediği için şarkıyı devam ettirmekte zorlanıyordum. Fakat ikinci nakaratın bitmesine az kalmıştı. Alt dudağımı ısırıp çalmaya devam ettim.
That I've ever known... (Şimdiye dek bildiğim...)
You give me purpose everyday. (Sen bana her gün amaç veriyorsun.)
Ellerini dizlerinden çekip çenemden tutup beni kendine çevirdi. Isırdığım alt dudağımı baş parmağıyla dişlerimin arasından kurtarıp ufak-kuru bir öpücük bıraktı.
"You give me purpose Jimin."
Dudaklarıma fısıldayarak söyleyip tekrar öptüğünde dudaklarımı, ona karşılık verip öpüşmemizi ilerlettim.
Nefes almak için ayrıldığımızda hala burunlarımız birbirine değiyordu.
"You give me purpose Jungkook..."
Anskm... şu bölümün yaşanması için tek varlığım olan bedenimi verebilirim. Hayal ederken ağlarım, JiKook...